Türkiye-Suriye görüşmelerinde Kürtlerin yeni durumu

za1
Getting your Trinity Audio player ready...

 

Seçimin kazanılmasının ardından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 29 Mayıs’ta “Yakın vadede Erdoğan ile Esad arasında bir görüşme planı yok” demişti. Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Bessam Sabbağ ise ertesi gün BM Güvenlik Konseyi’nin özel oturumunda “Suriye’nin işgalcilerle ilişkilerini normalleştirmeyeceği gibi sömürgeci geçmişin diriltilmesi çabalarını da reddettiklerini” vurguladı.

İki ülke arasındaki normalleşme sürecini yakından izleyenler açısından İ. Kalın’ın açıklaması sürpriz olmadı. Çünkü Erdoğan’ın daha önce buluşmak için acele etmesinin nedeninin seçim kampanyasında kendi lehine puan ve prestij kazanmakla ilgili olduğu herkesçe malumdu.

Bu süreçteki başat nokta; Türkiye’deki seçim sürecinde Millet İttifakı’na bel bağlamayan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ın ikili ilişkiler hususunda muhatabının Erdoğan olacağını öngörmesidir.

İkinci nokta; Erdoğan’ın kazanmasının ardından Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah Sisi’nin tebrik için telefon ettiği Erdoğan ile birlikte iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesini yükselterek karşılıklı büyükelçilik açmaya karar vermesidir.

Bunu izleyecek adım, davet üzerine Sisi’nin Ankara’yı ziyaret etme ihtimalidir. Bu süreçte Erdoğan, Sisi’den Mısır’da idam cezası alan Müslüman Kardeşler ileri gelenlerinin affedilmesini isteyebilir mi? Henüz belli değil.

Üçüncü nokta ise İsrail Cumhurbaşkanı Hertzog ile Başbakan B. Netanyahu’nun aynı anda Erdoğan’ı kutlamalarıdır ki kimi medya haberlerine bakılırsa tebrikin yanı sıra İsrail’i ziyaret etmek üzere Erdoğan’ın davet edilmiş olmasıdır.

Sisi’nin tebrik telefonu ve muhtemel Ankara ziyareti, Mısır yönetiminin bölgede şekillenmekte olan yeni bloklaşma sonucu dengeleri gözetme isteğine yöneliktir. Çünkü İran-Suudi Arabistan anlaşması, bir yandan İsrail’i, diğer yandan Katar’ı rahatsız etmiştir. Katar Emiri Temim ise Sisi ile Erdoğan’ı görüştüren zattır.

Suriye-Türkiye yakınlaşmasını ayrıntılı biçimde irdelemek şarttır. Çünkü çok yönlü bir mesele olmasının yanı sıra bölgede uygulanmak istenen demografik bir ideoloji, plan ve proje söz konusudur.

Ünlü Arap yorumcularından gazeteci-yazar Hazım Sağiye’nin saptamasıyla, demografik ideoloji: “İnsanı bir sayıya indirgeyen bir ekol olup, kendini övme gösterisinde de çalışır ve bunu bir öz küçümsemeye dönüştürür…” Yazısının devamında Sağiye aşağıdaki tespitleri de yapıyor:

“Kesin olan şu ki sayıların dili kendi kendine yeten bir bilinç sistemidir ve modern zamanlarda Sanayi Devrimi, onun genişletilmiş çalışmasının ilk beyanıdır… 1798’de İngiliz iktisatçı ve demograf Thomas Robert Malthus, nüfusun bu kesiminden duyduğu korkuyu bir teoriye dönüştürdü. Buna göre nüfus sayısı geometrik olarak (1-2-4) büyürken gıdaların oranı aritmetik (1-2-3) olarak büyüyordu. Bu nedenle insanlar, küresel bir kıtlık ile nüfusu azaltan sert bir önlem arasında seçim yapmak zorundaydılar.

İngiliz filozof ve bilim adamı Herbert Spencer’ın ‘en güçlü olanın hayatta kalması’ formülüne göre nüfusun en zayıf kesimi ‘varoluş mücadelesinin’ bedelini ödeyecektir ve hayat bu mücadeleden başka bir şey değildir. Sosyal eşitsizliği, askeri genişlemeyi ve ırkçılığı haklı çıkarmak için büyük ölçekte ‘Sosyal Darwinizm’ kullanılmıştır. Öjenik (insan ırkının ıslahı) adı verilen efsane ise bunu temel almıştır.” (Şarkul Avsat, 1 Haziran 2023)

Günümüze dönersek, Londra merkezli Ray El Yom gazetesi yayın yönetmeni Abdulbari Atwan, 29 Mayıs tarihli yazısında daha önce çokça eleştirdiği Erdoğan’ı yeniden övmeye başladı. Ona göre: “Erdoğan batı ve ABD karşıtı bir politika izleyip dünyadaki değişimle birlikte yönünü Çin-Rusya eksenine çevirirken, Millet İttifakı ile Kemal Kılıçdaroğlu batının emrinden çıkmayacak kadar NATO’ya bağlıdırlar ve Amerika-İngiltere-Almanya muhibbidirler.”

Bizce bunlar büyük yanılgı taşıyan hatalı tespitlerdir. Ne Erdoğan bildiğimiz anlamda batı karşıtıdır, ne de Kılıçdaroğlu bilinen tarzıyla batı uşağıdır!

Erdoğan hususunda A. Atwan’ın sıkça fikir değiştirmesi bir yana, kendisinin Suriye Başkanı Beşar Esat’ın Suriyeli mülteciler ve sığınmacılarla ilgili saray kulislerini aktarması hayli dikkat çekicidir. Bunlar içinde en önemlileri ise Suriye-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesine yönelik olanlarıdır.

Atwan’ın yazdıklarını birlikte okursak ne demek istediğimiz daha rahat anlaşılacaktır:

“İki hafta önce (15 Mayıs) Başkan Beşar Esat’ın evinde dört saatlik bir görüşme yaptım. Başkan, Erdoğan’ın ikinci turu kazanacağından pek emindi. Kendisine büyük sorunlar yaşatan bütün Arap hasımlarıyla ‘sıfır sorun’ anlayışı temelinde uzlaşıp barışmayı esas alan Başkan Esat, Türkiye ile yeni bir sayfa açmak istiyor.

O, ABD ile sıkı ilişkileri olan ve Rusya-Çin-İran eksenine karşı duran Millet İttifakı’na güvenmiyor. Önderine (Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu kastediliyor -FB.) temkinli yaklaşıyor.

Başkan Esat muhalefetin göz kırpma ve yanaşma çabalarına pek aldırmamış. Şöyle ki: Seçim kampanyası süresinde Kılıçdaroğlu, Suriye ile barışma konusunda sıcak mesajlar vermiş. Altılı Masa adına Şam’ı ziyaret eden heyet; ikili ilişkilerin normalleşmesine paralel olarak Suriye’nin altyapısının inşası, mültecilerin geri gönderilmesi, askeri müdahaleler sonucu meydana gelen hasar ve zayiatın Türkiye tarafından tazmini gibi konuları gündeme getirmiş.

En önemli nokta şudur: Suriye, Türkiye, İran ve Rusya bakanlarının Moskova görüşmelerinde bilhassa Rusya ile İran, başkanlık seçimlerinin kazanılmasının (Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması) ardından Türk askerinin denetim altına aldığı Suriye topraklarından çekileceği hususunda güvence vermişler.

Beşar Esat bu güvenceye itibar etmiş görünüyor. O halde 1998 Adana Mutabakatı benzeri tarihi bir normalleşmeye bir süre sonra tanık olabiliriz. Yeter ki garantör konumundaki Rusya ile İran bu yöndeki gayretlerini yoğunlaştırabilsinler…”

Soru şudur: İster Moskova’daki dörtlü (Türkiye-Suriye-Rusya-İran) görüşmelerde ister toplantıya katılan ülke bakanları kanalıyla olsun, isterse izleyen aşamanın bir durağında Erdoğan-Esat buluşması şekliyle gerçekleşsin, Şam ile Ankara hangi pozisyonda buluşacaklar? Ellerindeki kozlar nelerdir?

Gelişmeleri yakından izleyen gazeteci-yazar Fehim Taştekin, gidişatı şöyle değerlendiriyor:

“Kuşkusuz Erdoğan’ın daha ilk temaslarında al-ver dengesi kurmaya çalıştığı görülüyor… Bu görüntü, Erdoğan’ın hâlâ top çevirebildiği izlenimi verebilir. Fakat saman alevi de olabilir… Eşikte bekleyen en temel sorun, Suriye ile yarım kalan normalleşme süreci ve sığınmacıların dönüşü…

Şam açısından güvensizlik nedenleri baki. Erdoğan PYD-YPG varlığını gerekçe göstererek çekilme taahhüdü altına girmek istemiyor… Yani içeride ve dışarıda Kürtlerle savaş halinde kalarak muhalefet blokunu felç etmek niyetinde…” (https://www.gazeteduvar.com.tr/erdoganin-final-sezonunda, 2 Haziran 2023)

Soreş Derwêş isimli yazarın North Press Ajansı sitesindeki yorumu ise daha farklı:

“Deprem ve seçim yüzünden ertelenen tehdit ve saldırılar kaldığı yerden başlayacakmış gibi görünüyor. İkinci turu kazanan Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye siyaseti, Suriye’nin doğusunu ve bilhassa Kürtleri, ortadan kaldırılması gereken kötülüğün kaynağı olarak görüyor. Bu nedenle askeri yöntemleri kullanarak, gerek İHA-SİHA’larla bombalamak gerekse himayesindeki Suriye muhalefetine bağlı milisleri harekete geçirerek yöredeki istikrarı bozmayı hedefliyor.

Aslında Moskova’daki Ankara ile Şam buluşmalarıyla birlikte Türkiye, Suriye’ye yönelik yeni bir politika izlemeye koyuldu. Yeni politikası uyarınca Erdoğan, Şam rejimini tanımasına karşılık ve Suriye ile ortaklaşa (birlikte veya tek başına Suriye ordusunun yapacağı temizleme harekâtını destekleyerek veya Türkiye’nin bunu yapmasına izin verilerek) operasyon planlamak suretiyle Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) varlığına son vermeyi hedefliyor.

Gelgelelim bu dikenli ve zor gelişmenin bölgeye barış getirmesi mümkün değildir. Ayrıca Suriye’nin iki temel şartı olan Türk askerinin operasyonlar yoluyla ele geçirdiği bölgedeki topraklardan çekilmesi ve silahlı Suriye muhaliflerine destek vermekten vazgeçmesi de imkânsızdır. Yani müzakere masasına oturmuş iki hasım ülke, henüz ortak noktada buluşabilmiş değiller.

Son zamanlardaki resmi açıklamalara bakılırsa, seçim öncesinde Erdoğan’ı baskılayan mültecilerin ülkelerine geri dönüşü hususunda Ankara yönetimi, yaklaşık 1 milyon Suriyeli sığınmacıyı Türk ordusunun denetimi altındaki topraklara göndermeyi planlıyor.

Ancak bu geri gönderme işlemi, uluslararası kurallara uygun gerçekleşmeyecek. Zira gönüllülük temelinde olmayacak ve daha önce terk ettikleri asıl yerlerine yurtlarına dönülemeyecek. Bir anlamda mülteciler, ‘helal kovma’ya maruz kalacaklar.

Kaldı ki sığınmacıların geri gönderilmeleri, bölgedeki demografiyi değiştirmek temelinde planlanmıştır. Suriye’nin kuzeyindeki demografik yapı, Kürtlerin aleyhine olabilecek bir tarzda yani yeni bir toplum mühendisliği perspektifiyle düzenlenecektir.

Yüz binlerce sığınmacının yaşadığı yerleşim yerlerinin inşa edilmesi büyük meblağları bulacaktır ki, bu külfetin bedelinin bazı dost Arap ülkeleri ile İslami kurum ve kuruluşlardan alınacak bağışlarla karşılanacağı varsayılmaktadır…” (https://npasyria.com/153925/, 30 Mayıs 2023)

Türkiye ile Suriye’nin diplomatik alanda son haftalardaki faaliyetlerine bakılınca, görülen şudur:

Beşar Esat, Cidde’de toplanan Arap Birliği Zirvesi’nde kendince başarılı adımlar attı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere kendisine düşmanlık yapıp silahlı muhalefeti maddi, askeri ve siyasi bakımdan destekleyen Arap ülkeleriyle arasını düzeltti. Hem diplomatik ilişkiler kurdu hem de viraneye dönmüş Suriye’nin altyapısını yeniden inşa edebilmek için yardım sözü aldı.

Bu arada ABD Başkanı Joe Biden’ın Umman Sultanlığı aracılığıyla Esat ile temasa geçtiği söyleniyor. Bazı Avrupa Birliği ülkelerinin farklı kanallardan Suriye ile diyalog halinde olduklarına dair haber-yorumlar yayınlanıyor.

Demek ki Esat, son bir ay içinde elini güçlendirerek Şam’a dönmeyi başarmıştır. Erdoğan ile muhtemel buluşması olsun veya olmasın, bundan böyle Moskova’daki Ankara-Şam müzakerelerinde Suriye’nin pazarlık için elindeki kozlar güçlenmiştir.

Öte yandan Erdoğan, yeniden cumhurbaşkanı olmasından ötürü dost ve düşman/hasım ülke yetkililerinin yoğun ilgisine mazhar oldu. ABD ile AB başkanları geleneksel kutlama konuşmalarına ek olarak, ikili ilişkilerin düzeltilip geliştirilmesinden bahsettiler. Arap yöneticilerin ilgi ve yönelimleri daha coşkuluydu.

Bu yanıyla bakıldığında Erdoğan da Moskova’daki buluşmalarda Esat’a karşı kozlarını takviye etmiş sayılır. Nitekim Esat ile buluşmanın ‘kısa vadede gerçekleşmeyeceği’ yolundaki demeciyle İ. Kalın, Erdoğan’ın pazarlıkta elini yükselttiğine işaret etmiştir.

O halde Kürtler ne yapacaklar?

Rojavalı Kürtlerin tedirginliğini ön plana çıkaran Independent Arabia gazetesinden Mustafa Rustem’e göre mevcut durum şöyledir:

“Suriyeli uzmanlar, mültecilerin dönüşü için inşa edilen yerleşim yerleri için kesinlikle demografik bir değişimi öngörüyor. Türkiye açısından buradaki hedef şudur: Tehdit ve tehlikeleri (Kürt siyasi ve silahlı hareketi-FB) bertaraf etmek, en azından Kürt askeri varlığını sınırdan çok uzak mıntıkalara kadar sürmek. Kısacası Kürt bölgelerini kuşatıp kıskaca alma planını tamamlamak esastır. Bağlantılı olarak da desteklediği muhalif milislerle birlikte Telabyad (Grê Spî) mıntıkası içindeki Ayn İsa yöresini ele geçirmek suretiyle Rakka’da üslenmiş olan SDG güçlerinin ulaşım-dolaşım yollarını kesmektir.

Kürt Gözlemevi Ağı sorumlusu Ciwan Yusuf’a bakılırsa, Türkiye’deki ekonomik kriz ve başka istikrarsızlıklar nedeniyle Erdoğan eskisi kadar güçlü değildir. Ancak Ankara, Şam yönetimiyle müzakereleri sırasında istenen sonucu alırsa Kürtler bundan zarar görecekler. Bu manada Kürtler hemen her alanda kaybedeceklerdir. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesinden zarar görecek olanlar özellikle Kürtlerdir.

Böyle bir normalleşmenin ardından Kürtlerle Şam yönetimi karşı karşıya gelmiş olacaktır. Kürtler ile Türkiye arasındaki mücadeleyi yakından izleyenler, muhtemel bir askeri operasyonun yakında gerçekleşeceğini düşünüyorlar. Böyle düşünmeyenler ise Erdoğan’ın ülke içi problemleri çözmeye öncelik vereceğini, dolayısıyla kapsamlı operasyonlar yerine kısmi ve mevzi çatışmaların yaşanacağını söylüyorlar.” (https://www.independentarabia.com/node/457946/, 1 Haziran 2023)

Aynı konuda bir analiz yayınlayan Şoreş Derwêş’in tespitleri ise şöyle:

“Türkiye’nin Suriye meselesindeki siyasetinde niteliksel bir değişim olmayacak. Ancak Kuzey Suriye’deki durum Erdoğan idaresi boyunca durgunluğa benzer bir hal alacaktır. Böyle bir durumda Rojava özerk bölgesi yönetimi, kendisine yönelik Türk siyasetinin zarar ve ziyanını hafifletmek için nasıl bir çizgi izleyecektir?

Malum, Suriye yönetimi Arap Birliği’ne katıldı; Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri gibi söz sahibi ülkelerden destek gördü. Muhtemel bir Türk operasyonu, Arap Birliği’nden ciddi tepki alacaktır. Bu yüzden Rojava Yönetimi, Suriye’deki krizin çözümünde Arap Dünyası’nın rolünün çok önemli olacağını belirtti.

Arap ve Körfez yetkilileri, Suriye’deki siyasi çözümün hızlandırılması yönündeki arzusunu açıkladı. Çünkü bu ülkeler Suriye’nin kuzeyindeki istikrarın Arap ülkeleri için de önemli olduğuna değindiler. Bu ise hem Kürt hareketi hem de IŞİD ile mücadele eden ABD’nin işine gelebilir. O halde Rojava Özerk Yönetimi’nin önünde Türkiye’nin tehditlerini göğüsleme noktasında çok uzun bir yol var.

Burada esas olan, yönetimin Suriye merkezi hükümetiyle ülkedeki siyasi çözüm ve diyalog konusunda belirlemiş olduğu yol haritasının geliştirilmesine yönelik politik tedbirleri almasıdır. ABD’nin Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına hâlâ karşı çıkıyor olması, Özerk Yönetim açısından bir fırsattır; en azından orta vadede Şam yönetiminin siyasi çözümü kabul etmesini sağlayacak kadar bir vakti var.

Şurası bir gerçektir: Kürtlerin tercih imkânları ve seçenekleri gayet sınırlıdır. Kötü ile berbat arasında sıkışmış vaziyetteler. Bu da politik gidişatın pek zor ve zahmetli olması denektir ki, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken bir zorunluluğu ifade eder.”

Öte yandan “ABD’nin Esat yönetimini oradaki Kürt hareketiyle uzlaştıracağına” dair haber-yorumlar, şimdilik spekülatif varsayımlardır. Yine de jeopolitik gereği “siyaset oyunlarında imkânsız diye bir şey yoktur” diyerek ihtiyat payı bırakılmasından yanayım.

Fehim Taştekin de Şoreş Derwêş’in analizine benzer birkaç tespit yapıyor:

*Arap Birliği’nin Suriye ile normalleşmesi bir yandan siyasi çözüm olmadan Şam’la köprüler kurulduğu için endişe kaynağı. Diğer yandan bu yakınlaşmada karşı unsur olarak Türkiye öne çıktığı için olumlu bir gelişme. Kürtler Şam’daki yeni Arap faktörünün lehte bir kapı açmasını umuyor.

* Biden’ın göreceli parya muamelesi yaptığı Erdoğan’ı kutlamada gecikmemesi Türk-Amerikan ilişkilerinde iyimserliği satın aldı. Biden, NATO’da istediği sonuçları alırsa Erdoğan’ı daha fazla görmezden gelemeyebilir. Kürtler bunun sahaya olası yansımalarını göz ardı etmiyor.

* Kürtler mevcut koşullarda Türkiye-Suriye normalleşmesinin zor olacağını düşünüyor. Ola ki Esad ile Erdoğan’ı masada buluşturan koşullar olgunlaşırsa kabak Kürtlerin başına patlayabilir.

* Son olarak Kürtlerin Şam ile diyalogundan anlamlı bir sonuç çıkmadı. Özerk yönetimin Nisan’da yaptığı 9 maddelik çözüm çağrısı da yanıtsız kaldı. Esad, Erdoğan’ın Kürtleri ortak düşman belleme planına yanaşmasa da Ankara’nın Kürtler üzerindeki baskısını kullanışlı buluyor.

Dört boyutlu bu tablo yüzünden ‘korku ile umut’ arasında bir bekleyiş var.”

HDP eleştirileri üzerine birkaç not:

HDP-YSP’nin bu seçimlerdeki oy kaybına ek olarak yanlış aday göstermesine, ciddi bir seçim planı ve örgüsü yapmamasına, siyasetsizliğine, yetersiz seçim çalışmalarına yönelik içeriden ve dışarıdan gelen eleştiriler devam ediyor.

Öncelikle Selahattin Demirtaş’ın özgür olmadığı bir ortamda sınırlı olanaklarla kaleme aldığı eleştirilerin önemli bir kısmına katıldığımı belirtmek isterim. Seçim sürecinde ve özellikle ikinci tur sırasında kaleme aldığım uyarı notlarımla eleştirilerim ise hâlâ geçerli. Bu yüzden de yeni bir değerlendirme yapmayacağım.

Halk toplantıları sırasında eleştiri-özeleştiri sonrası alınacak notların yerine getirilip getirilmediğine bakarak ileride yorumlar yapmayı düşünüyorum. Buradaki uyarım şudur: Daha önceki seçimlerde de benzer şeyler yaşandı ancak gereği yerine getirilmedi. Esasında hareketin özünü kaybetmeden yapılacak köklü ve yapısal bir değişim-dönüşümdedir mesele.

Tepeden tabana kadar yönetim ve kadro saflarında birkaç kişinin değişmesiyle yapısal dönüşüm vs. olmaz. “HDP’ye düşmanlık… Başarısızlığa sevinip el ovuşturanlar…” türünden klişe suçlamalarla eleştirileri geçiştirmek de hiç kimseye doğru bir perspektif sunmaz; sadece parti ile halkın geleceğini karartmaya yarar.

Bu bağlamda, fazlasıyla teorik ve entelektüel bir dil kullanmış olsa da Fırat Aydınkaya’nın Nûpel sitesinde çıkan 29 Mayıs 2023 tarihli “Kürt Siyaseti İçin Değişim Vakti” başlıklı analizi ile Diyarbakır’da Kürt Çalışmaları Merkezi Direktörü Reha Ruvahioğlu’nun 29 Mayıs 2023 tarihli Rûdaw sitesinde çıkan değerlendirmesinin okunmasını öneririm.


 

Faik Bulut kimdir?

1980’lerden bu yana gazetecilik yapmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Ortadoğu’daki meseleler üzerine analizleriyle tanınıyor. Aynı konularda yazılmış 36 kitabı mevcut. Serbest gazeteci olarak köşe yazıları yazmaktadır.

Exit mobile version