Getting your Trinity Audio player ready... |
AYSEL YENİDOĞANAY
Bugün 19 Mayıs. Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı.
Yürek dolusu bir kutlama geçiyor içimden. Bandırma vapuru yelken açmış yüreğimde. Selam gönderiyorum Samsun’a. Sevgimi sunuyorum gençlere. Coşkuyla alkışlıyorum onları.
Ama televizyon ekranından yansıyanlar iç açıcı değil. Kapattım.
Bilgisayarı açtım. Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sini okumaya başladım.
Okudukça, Atatürk’ün gençlerin omuzlarına ne kadar ağır bir yük ve sorumluluk yüklemiş olduğunu gördüm.
Atatürk’ün gençleri, 1927’den 2000’li yıllara gelene kadar geçen sürede; muhtaç oldukları kudretin, damarlarındaki asil kanda olduğunun bilinciyle hareket etmişler. Okumuşlar sorgulamışlar, eleştirmişler ve Ata’nın izinde olduklarını kanıtlamışlar.
2000’li yıllarda, “iktidara sahip olanların gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde” olmaları ve “şahsi menfaatleri” yüzünden, gençler kırılma dönemine girdiler.
Çünkü dayatılan ile hayalini kurdukları hayat arasında sıkışıp kalmışlardı. Seçenek varmış gibi görünse de seçeneksiz bırakılıyorlardı. Din ile laiklik arasında tercih yapmaları isteniyordu.
Oysa Atatürk’ün armağan ettiği Cumhuriyet’in temeli; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olması üzerine kuruluydu.
Kafaları karışsa da kolları sıvadılar. Okuyarak, araştırarak, yazarak düzene, dayatılana karşı savunmaya geçtiler.
Sesleri gür çıkıyordu; “çapulcu” diyerek susturmaya çalıştılar. Susmayanlar, faili meçhul cinayetlere kurban gittiler.
“Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz… Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.” Diyordu Atatürk.
Oysa yorulmuşlardı. Psikolojik bir savaşın ortasındaydılar ve savaş taktikleri işe yaramıyordu. Hep belden aşağı vuruyordu karşı taraf.
Ve en çokta ekonomi vurdu gençleri. Hareket alanları kısıtlandı. Aş-iş-okul üçgeni arasında sıkışıp kaldılar.
Şimdiki gençlerin Atatürk’ün “genç cumhuriyet” inin ışıltısı var mı gözlerinde?
Yok!
O ışığı biz söndürdük.
Suçlusu biziz.
Düşünün bir; gençlere bu güzelim vatanı ve cumhuriyeti emanet ederken, biz gençler için ne yaptık?
Onların önünü açmak için ne yaptık?
En iyi bildiğimiz şeyi yaptık; umutlarını kırdık önce ve sonra hayallerini çaldık.
Umudu ve hayalleri elinden alınan genç ne yapar?
İntihar eder!
Acıtıcı ama gerçek bu!
Gençler; “cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş” olmasından dolayı mutsuz.
“Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir”.
Gençler “muhafaza ve müdafaa” edemedikleri için mutsuz.
Omuzlarına yüklenen bu büyük sorumluluğun yükü altında kaldıkları için intihar ediyorlar.
Gençler emanete sahip çıkmak için canlarını dahi feda ederken biz onlar için ne yaptık?
Seyrettik ve hala seyrediyoruz.
Hani kurtuluş mücadelesinde ilk adım olan 19 Mayıs 1919’u “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutluyoruz ya; eğer biz hala seyretmeye devam edersek, önümüzdeki yıllarda kutlayacak bayramımız bile olmayacak.
“Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.” diyerek bu büyük mirası gençlerimize emanet etti ya Atatürk; gençlerin vatanına sahip çıkmasını istiyorsak, geçmişte olduğu gibi, bugün de ilk adımı bizim atmamız gerekiyor.
Yani en büyük görev bize düşüyor: Şimdi derin uykulardan uyanma zamanı!
Gençlerimizin geleceğini, umutlarını, hayallerini ve onlara armağan edilen bayramı korumak adına, bu bizim boynumuzun borcudur.