Getting your Trinity Audio player ready... |
AYSEL YENİDOĞANAY
İçim içime sığmıyor.
Duygularım ayaklanmış, halay çekiyor durmadan.
İki artı bir olan evim sanki derya deniz. Odalardan salona, salondan mutfağa gidip geliyorum. Arşınla arşınla sonu gelmiyor.
Yemek yapmaya başlıyorum. Domatesleri, patlıcanları yıkıyorum.
Yıkıyorum, yıkıyorum, yıkıyorum… Aaaa, doğranacaktı bunlar değil mi?
Bardak bardak içtiğim çaylarla sarhoş oldum herhalde.
Olduğu gibi bırakıyorum sebzeleri.
Oturmak istiyorum ama içim kıpır kıpır, duramıyorum yerimde.
Bahara ait türküler, şarkılar gezintiye çıkmış yürek odalarımda.
Kızılcıklar oldu mu/ selelere doldu mu ile başlıyorum;
“Erkilet güzeli bağlar bozuyor
Ammanın amman ben yandım amman
Kirpikleri kalem olmuş yazıyor” a geçiyorum.
Sonra, “baharı bekleyen kumrular gibi/ sen de beni bekle sakın unutma” geliyor.
“Ben her bahar aşık olurum” diyor içimdeki Sezen.
Sonra Neşet baba alıyor sazı eline:
“Bahar gelmiş türlü çiçek açmış
Baharda gül, gül baharda ne güzel
Açılmış goncalar güller saçılmış
Baharda gül, gül baharda ne güzel”
Bahçedeki güller düştü aklıma. Dışarı çıkıyorum.
Goncalar açılmış tek tek. Pembe, beyaz, kırmızı…
Taçyapraklarından reçel yapmalı. Yok, öylece dursunlar. Gelen geçenin gözü, gönlü açılsın.
Can eriğinin dalları sarkmış yola. Dal uçlarında erik kalmamış.
Göz hakkı; kim yemişse helal olsun…
Kırmızı beyaz bisikletim duruyor ağacın altında.
Durmasın öyle, durmasın. Kilidini açıp, atlıyorum üstüne. Boş boş dolaşıyorum sokaklarda. Sahil yoluna çıkınca bağıra bağıra şarkı söylüyorum.
“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.”
Pırıl pırıl bir güneş var gökyüzünde. Deniz, “Mavi patiskaları yırtan gemilerle/haramilerin saltanatını yıkacağız“ der gibi uzanmış önümde. Martıların özgürlük çağrısına karışıyor sesim:
“Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler
motorları maviliklere süreceğiz
çocuklar inanın inanın çocuklar
güzel günler göreceğiz güneşli günler.”
Baharın kokusunu yayıyor çam ağaçları. Sarı-beyaz papatyaların albenisine kapılıyorum. Kısa bir mola verip taç yapıyorum. Bahar saçlarıma konuyor. Ruhum kuş olup havalanıyor. Gülümsüyorum. Selam veriyorum gelen geçene. Onlar da gülümsüyor. Gülen yüzler çoğalıyor her gülümsemede. Bir zılgıt çekiyorum, kıyıya vuran dalgalara karışıyor sesim.
Lili lili lili lili liiiiiiiiiiiiiii!
Bahar geliyor bahar!
Papatya tacım başımda, uçarcasına dönüyorum eve.
“Bahar geldi sevdiğim
Al çiçek ver sümbül nazlı yar
Güllerini derdiğim
Al çiçek ver sümbül nazlı yar” diye diye bütün halayları sıraya dizdim.
Yok, bu böyle olmayacak. Nazlı yar akşama gelecek, sofraya yemek koymak gerek. Yarım kalan işi bitirmeli. Güveç tenceresini çıkarıyorum raftan. Patlıcanları, biberleri, domatesleri doğrayıp doğrayıp kat kat diziyorum. “Yalancı güveç.” Et yok içinde. Olsun. Bahar coşkusu var ya; her şey çok güzel olacak. Nerden mi biliyorum? Biliyorum, çünkü bu Pazar anneler günü. Ve anneler, yani kadınlar her şeyi bilir. Bu anneler gününde, bütün kadınlar hediyelerini kendi elleriyle seçecekler. Yürek coşkularının, gözlerindeki ışığın ve şen kahkahalarının anahtarının kendi
ellerinde olduğunu biliyorlar.
Haydi kadınlar hep birlikte bahar halayına…
Dipnot:
Sevgiyi yürek ucunda ilmek ilmek ören, sabrıyla her zorluğa direnen, annelerin/kadınların önünde saygıyla eğiliyorum; gününüz/günümüz kutlu olsun…