Getting your Trinity Audio player ready... |
OSMANLI İmparatorluğu çöküş sürecini yaşarken borçlarının faizini bile yeni borçlar alarak ödemek zorunda kaldığı, adeta kurtulmanın mucizelere bağlı olduğu bir bataklığa saplanıp kalmıştı.
“….ve o mucize yıllar, yıllar sonra Türk ulusu bütün zincirlerini Tanrının Türk ulusuna bir armağanı olan Atatürk’ün eşsiz dehasıyla kurulan yeni bir dünyada koparıp atmasıyla gerçekleşecekti.”
Alınan borçlar ilkel bir tarım sektörü ve birkaç dokuma tesisi dışında hiçbir yatırımı olmayan üretim alanına değil, saray sefahatinde, saraylar, camiler inşası savurganlığında heba olup gidiyordu.
Padişah II. Abdülhamit kişisel servetini yatırım amacıyla ünlü banker Yorgo Zarifi’ye aktarıyor, o da yüksek faizle Osmanlı idaresine borç veriyor ve Abdülhamit de gelen nemadan payını alıyordu.
Kısaca padişah o dönemin yöntemi ile yolsuzluk yaparak yönettiği toplumu bizzat soyuyordu.
Ayrıca saray ve çevresinin Türklük ve ulus bilincinden uzaklaşmasıyla ümmet toplumu yaratılmış, bu da Arap hayranlığı doğurarak, Araplar “Kavm-i necip” yani -asil ulus- diye yüceltilip göklere çıkartılırken, Türkler “Etrak-ı bi idrak” idraksiz Türkler- diye aşağılanır olmuştu.
Batılı emperyalistlerin emriyle kurulan Düyun-u Umumiye idaresi ve bürokrasi yönetiminin başına gelen yabancılar eliyle ülke tam anlamıyla sömürgeleşmiş, bu da imparatorluğun çöküşünü hızlandıran bir etken olmuştu.
****
OSMANLI İmparatorluğunun yaşadığı bu acı serüvenin neyi çağrıştırdığını görememek mümkün mü?
Son 20 yıl yani eşsiz önderimiz Atatürk’ün yolunu izleyerek ulusal bağımsızlık, demokrasi, hak, hukuk savunucusu, boğazından haram geçmemiş, babasından kalan mal varlığını ulusa armağan etmiş Bülent Ecevit’in Başbakanlık döneminden sonra iktidara egemen olan aile boyu soygun çetesi, irtica yuvaları, Atatürk ve devrim düşmanlığı Osmanlının batış yıllarını hatırlatmıyor mu?
***
İŞTE bu nedenle Osmanlı imparatorluğun dramını yaşamamak için 14 Mayıs günü ülkeyi harabeye çeviren diktatoryal otokrasi düzeninden, kaçak saray ile bağlantılı soygun çetesinden, irtica yuvalarından kurtulduğumuzda, sade bir vatandaş olarak yeni kurulacak hükümetten beklentilerimi yazmaya başlamış ve yazmaya devam edeceğimi arz etmiştim.
Öyle de yapacağım.
Daha önce sunduğum beklentilerimi satır başları ile yinelemek isterim.
Öncelikle Bülent Ecevit’ten sonra yarım kalan Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümenin yeni iktidarın da ana felsefesinin temeli olmasını…
Derhal ulusun ekonomik varlığının emniyeti, güvencesi olan “Nereden buldun Yasası”nın yeniden yürürlüğe konulmasını…
Devleti, ulusu soyanların hukuktan kaçmalarını önlemek ve çaldıklarını geri almak için yurt dışına çıkışlarının yasaklanarak yargılanmalarını, ulustan, devletten çaldıklarının asıl sahiplerine iade edilmesini…
Anayasayı çiğneyerek sahte diplomayla ile seçim hileleriyle ve devlet adamlığı ile uzaktan yakından ilgisi olmadan devletin en yüce makamının işgalinin yargıya taşınmasını, neredeyse tamamı ulus çıkarları ile bağdaşmayan bütün imzalarının geçersiz sayılmasını isterdim…
Hoşgörünüze sığınarak bir parantez açıp, devlet adamı olmak ve olamamak arasındaki fark konusundaki düşüncelerimi yine merhum Ecevit örneğini göstererek belirtmek isterim,
Ecevit İstanbul Amerikan Kolejini bitirdikten sonra önce Ankara Hukuk Fakültesinde ve sonra aynı üniversitede İngiliz dili Edebiyatı bölümünde okurken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğünde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına başlayınca diploma almadan üniversiteden ayrıldı.
Daha sonra, Londra Üniversitesi’nde Sanskritçe, Bengalce ve sanat tarihi bölümlerine devam eden ve 1957’de de ABD’de Harvard Üniversitesi’nde sekiz ay incelemelerde bulunan Ecevit, 1985 yılında Hamburg Üniversitesi’nde bir sömestr boyunca “Siyasî Bilimler” ve “Demokrasi” konusunda dersler verdi.
Ya İmam Hatip Okulu mezunu öteki zat; ortada Lise mezunu olduğuna ilişkin bir belge yok. Medyada yayınlanan fotoğraflarda Marmara Üniversitesi kurulmadan önce alınmış biri ötekini yalanlayan iki sahte üniversite diploması fotokopisi var…
Bir ara Cumhurbaşkanı adaylığı önerilen Ecevit “Benim üniversite diplomam yok, Anayasaya göre Cumhurbaşkanı olamam” diyor. Anayasada değişiklik yapılması teklifine de karşı çıkıyor.
İmam Hatip Mezunu ise sahte diploma ve mühürsüz zarflardan çıkan 2.5 milyon geçersiz oyla hem de tek adamlık olan başkanlık koltuğuna kuruluyor.
İşte devlet adamı olmakla olamamak arasındaki fark bu…
Dönelim yeniden “beklentilerim” listeme;
Atatürk Orman Çiftliğinin Atatürk ulusa nasıl emanet ettiyse mümkün olduğunca o hale getirilmesini…
Çiftlik arazisi üzerindeki kaçak sefahat sarayının “Gazi Mustafa Kemal Atatürk Üniversitesi” adıyla bilim yuvası haline getirilmesini…
Atatürk Havalimanının yıkıma başlanan tarihin bir gün öncesinde hangi halde ise, o şekilde yeniden yapılandırılmasını…
Bunun için yapılacak olan tüm kamu harcamalarının Atatürk Havalimanının katilinden, devleti soyarak zengin olmalarına ön ayak olduğu yakınları ve saray oligarklarından tahsilini…
Eğer o alan için uzay ve havacılık araştırılmasına tahsisi düşünülüyorsa bunun hava yolu yolcularının eskisi gibi daha rahat yolculuk yapabilmeleri için…
“Atatürk havalimanı” adını yaşatmak için…
Aslında Montreux boğazlar sözleşmesini delmek amaçlı ABD dayatması olan Kanal İstanbul Projesi ile birlikte entegral bir rant alanı yaratmak için kentin uzağındaki kırsal alanda kurulan yerleşimde havalimanını bu iş için kullanılmasını…
Atatürk ve devrimlerinin fikir fedaisi bilge insan Dr. Mustafa Reşit Galip’in adının bir üniversiteye verilerek bu büyük devrimciye çok geç kalmış olan vefa borcumuzun ödenmesine ilişkin beklentilerimi…
Andımızın yeniden okunmaya başlatılmasını, kamu kurumlarının adından kaldırılan TC ibaresini yeniden yazılmasını…
Taş yığınlarıyla kirletilen bereketli tarım ve orman alanlarının sahillerin temizlenerek, köylünün toprağa, yeşilin yeşile, mavinin maviye yeniden kavuşturulmasını…
Asırlık geleneklerinden koparılarak, kurumları yok edilen, yozlaştırılan Türk Silahlı kuvvetlerinin eski değerlerine kavuşturulmasını…
Kamu düzeninin el etek öpücülerle değil liyakat esasına dayalı kadrolarla yönetilmesini…
Hukuk sisteminin bağımsızlaştırılarak çağdaş evrensel Hukuk anlayışına geri döndürülmesini…
Kapatılan, yabancılara peşkeş çekilen üretim ve hizmet kurumlarının yeniden hizmete açılmasını…
Sağlık ve eğitim kurumlarının herkese kamu hizmeti veren kuruluşlar haline dönüştürülmesi beklentilerimi Atatürkçü çağdaş zihniyet sahibi dostlarıma sunmuştum.
Şimdi bütün bu beklentilerimin dışında başkalarını da vurgulamak istiyorum;
Genç nesiller “Atatürk olmak” ne demek, “bu ülke nasıl kuruldu” bunu iyice öğrensinler diye Büyük Nutuk’un okullarda ders müfredatına alınmasını…
Zaten hele Çin’de Atatürk’ün hayatı okullarda zorunlu ders olarak okutulurken bizim Türk ulusu olarak bunu yapmamız olacak şey değil..
Yine insanlarımızın hiçbir semavi dinle ilgisi olmayan din diye yutturulan zırvalara takılıp kalmalarını önlemek için ibadet dili Türkçeye çevrilerek gerçek İslam’ın Arap’ın dini olmadığını…
Sözgelişi Kur’an’ın Nur suresi 31.ayetinde soygunculara karşı önlem olarak kadınlara cinsiyet farklılığı düşünülmeden “YÜZÜK VE KÜPE GİBİ GÖRÜNENLER DIŞINDAKİ “ZİYNETLERİNİZİN ÜSTÜNÜ ÖRTÜN” önerisi var.
“Erkek egemen” mantığı ile kadını ikinci tür bir insanmış gibi göstermek için gerçek metinde olmayan bir sözcük uydurularak “ZİYNET YERLERİNİZİ ÖRTÜN” yalanından üretilen başörtüsü zorunluluğu kandırmacasını önlemek için Kur’an’ın da Türkçeye çevrilerek Müslüman gençlerin İslamiyet’i doğru olarak öğrenmeleri için okullarda ders müfredatına alınmasını…
Kadınlarımızın zihinsel ve Sosyo/kültürel gelişmelerine hiçbir katkısı olmayan ve kadınların din üzerine profesyonel bir meslek sahibi olma olanaklarının çok kısıtlı olması nedeniyle Kız İmam Hatip okullarının kapatılarak üretken meslek ve sanat okullarına dönüştürülmesini…
Her köşe başında “dindar ve kindar” genç yetiştireceğiz diye kurulan İmam Hatip okullarının ülkenin gereksindiği kadar aydın din adamı yetiştirecek sayıya indirilip eğitim sisteminin fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür gençler yetiştirme amacına odaklanmasını…
***
SOYGUN düzeninden beslenenlerle ve Atatürk, Türklük, devrim düşmanı hainler, bölücüler dışında beyinleri din istismarcılığı ile uyuşturularak gaflete düşüp soygun çetesine destek vererek ulusal çıkarlara zarar veren ve Osmanlı tarihinden kötü bir anı olarak kalan “Etrak-ı bi idrak” kavramını anımsatan büyük bir kitle var.
İşte bu nedenle de irtica ve soygun yuvası tarikatların cemaatlerin kapatılmasını bekliyorum.
Ulusumuzun demografik yapısını, huzurunu Türk kültürünü bozacak kadar sayıları artan, yoksullaşan insanlarımızın ekmeğine aşına ortak olan başta Suriyeli asalaklar olmak üzere sığınmacıların artık kendi ülkelerine geri gönderilmelerini bekliyorum.
**
Eğer 14 Mayıs seçimleri yıllardır görmeye alıştığımız bir hilebazlığa kurban olmazsa beklentilerimin hepsinin olmasa da önemli bir bölümünün gerçekleşeceğine inanıyorum.
İnanıyorum, çünkü eşsiz önderimiz Atatürk’ün konuşmalarının şifrelerinden birisi ulusa zor bir durumda kalındığında inanç ve ideoloji farklılıklarını yok sayarak hainlere karşı birlik olma talimatıdır ve Millet İttifakı da bu talimatın yerine getirilmesinin simgesidir.