Getting your Trinity Audio player ready...
|
DEĞERLİ Dostlarım “Bu sayfaya Atatürk ve demokrasi düşmanları, hırsızlara tapan beyin özürlü insanımsı yaratıklar giremez, anında siler atarım” şeklinde küçük bir not yazmıştım.
Bu konuda imalı dokunmalar üzerine bir açıklama yapmak gereksinmesini duyuyorum.
Kendimden söz etmeyi hiç sevmesem de hoşgörünüze sığınarak, bir şeyler söylemek istiyorum.
84 yaşında emekli gazeteciyim ve aynı zamanda başta sosyal Antropoloji olmak üzere sosyal bilimler ve Psikoloji eğitimi aldım.
Tanrı inancına sahip bir deist’im.
Neden deistim söyleyeyim;
Gerçek din bilimcilerinin, Peygambere inen vahileri kutsal kitaplarda toplayan sahabelerin kendi meramlarına göre değişiklikler yaptıklarına ilişkin saptamaları var.
Merhum Prof. Zekeriya Beyaz çok net şekilde açıklamıştı;
Nur Suresinin 31. Ayetinde kadınların soygun girişimlerine karşı önlem olarak küpe ve yüzük gibi görünenler dışındaki ziynetlerinin yani gerdanlıklarının üstünü yakalarına kadar örtmeleri önerilir.
Kuran mealini yazanlar gerçekte “ziynetlerinizin üstünü” olan ibareye ayette olmayan bir sözcük katarak ” ziynet yerlerinizi” diyerek bundan da başörtüsü emri anlamı yarattılar.
Bir başka husus;
Ömer Hayyam’ın “Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun/Cennet-i alâ meyhane midir?/’Her mümin’e iki huri’ diyorsun/Cennet-i alâ kerhane midir? ” dizelerine esin olan Nebe Suresi’ndeki “Bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuklanmış kızlar, genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler” denilen ayete bakın…
Kadınları zevk, eğlence aracı gibi gösteren bu ifade dinin amacına, kutsal kitap ahlakına uyar mı?
Bu kadınlık onuruna, insan haklarına aykırılık değil mi?
“Kadın erkek eşit yaratılmıştır” diyen Kur’an sözüne uyar mı?
Allah ile dinle aldata aldata cahilleştirdikleri kitleleri sürü içgüdüsü buyruğunca yaşamaya mahkûm ettiler.
İşte bunun için deistim.
***
RAHMETLİ sevgili annem ve sevgili babamın etkisiyle hep Atatürk ve kitap sevgisiyle yaşadım ve öyle de yaşamaya devam ediyorum.
Yıllar önce mezunu olduğum İstanbul Erkek Lisesinden diploma alırken -bu usul halen devam ediyor mu bilmiyorum- yanında bir de anı yazısı verilirdi.
Edebiyat öğretmenimiz, yazar, gazeteci Hakkı Süha Gezgin’in kaleminden çıkmış muhteşem bir edebi dil ile yazılmış olan yazıda beynime mıh gibi yapıştırıp hiç aklımdan çıkmayan “Öğrenmeye susayışın dinmesin” diye bir cümle vardı.
Kitap sevgimi besleyen bir başka neden de bu oldu. O sevgiyle yarısı kadarı sayıda Atatürk’le ilgili olmak üzere 2000’i aşkın sayıdaki kitaplarım arasında okuma tembelliği yapmadığım sürece bir tür yaşama sevinci yaşıyorum.
Bu da kısa yaşam öyküm…
***
O PAYLAŞIMIN nedeni Atatürk ve yurt sevgisi taşımayan kişilerle polemiklere girmekten rahatsız olmam.
Bu konu dışında olmak üzere, her düşünceye, akla, mantığa, etikliğe, çağdaşlığa dayalı, Atatürk, vatan, ulus, insan, doğa sevgisine, ırkçı olmayan bir Türklük duygusuna yürekten bağlıyım.
Aynı inançları paylaşan kişilerle konuşmayı, onları dinlemeyi, yazdıklarını okuyabilmeyi büyük bir nimet sayarım.
Zira mutlaka herkesin, herkesten öğrenebileceği bir şey vardır.
***
NEYSE bunları bir kenara bırakayım.
İlk gençlik yıllarımdan itibaren Atatürk hakkında yazılmış kitapları okurum. Bugüne kadar çıkardığım sonuç; Atatürk’ü öğrenmenin sınırı olmadığı…
Bİzim sahte tarihçileri bir kenara bırakıp Armstrong’un aleyhinde yazdığı Bozkurt gibi kitaplar dâhil her kitapta Atatürk’ün dehasının bir başka izine rastlanır.
Her iz yeni bir soru, yeni bir merak ve Atatürk’ü daha iyi tanımak öğrenmek için daha başka kaynaklar arama gereksinmesini doğurur.
Bulgar yazar Paraşkev Paruşev “Demokrat Diktatör Atatürk” adlı kitabının giriş yazısında şunları söylüyor:
“Atatürk bitmeyen bir konudur. Atatürk hakkında bunca kitap yazılmıştır başkasına ne lüzum var’ diyenler yanlış olurlar…
Atatürk’ün hayat ve davasına daldıkça, derinleştikçe bu büyük adamın yeni yeni yanları keşfedilmiş oluyor.
Zannımca Atatürk bütün yönleriyle tam araştırılmış değerlendirilmiş değildir”
Sosyal medyada geçtiğimiz günlerde bir gazetecinin “Atatürk’ü aşmak” tarzındaki sözleri haklı olarak “Atatürk’ü aşmak için önce onun seviyesine ulaşmak gerekir” tepkisine neden oldu.
Aslında aynı şeyi Atatürkçü olarak tanınan bazı düşünür ve bilim adamları da söylemiş, yazmıştı, onlar unutuldu.
Atatürk ilah değildir içimizden biridir, herkes gibi bir insandır ama “insanüstü” bir insan…
Atatürk insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük devrimcisidir.
Batı uygarlığını yaratan Rönesans, dinde reform, Fransız devrimi, sanayi devrimi yüzlerce yıllarda gerçekleşebilirken Atatürk’ün bütün bunları savaştan yeni çıkmış, yoksulluk, yoksunluk temeli üzerine yeni kurulmuş bir ülkede 15 yıla sığdırması…
Bu Atatürk’ün eşsizliğinin örneklerinden yalnız biri…
Kemalizm dışında bütün İZM’ler bağlı oldukları dogmatik düşünce kalıplarının dışına çıkamadıklarından ötürü zamanın akışında oluşan yeni oluşumlara ayak uyduramaz tıkanıp kalırlar.
Atatürk “Dogma istemem, donar kalırız. Durup kalmak gerilemektir” diyordu.
Kemalist devrim ilkelerinden hiç ödün vermeden, dogmalar yerine gerektiğinde pratik sonuçlar ve düşünce üretmek anlamında pragmatik yöntemlerle, gerektiğinde hedefe deneyimler ve duyumlar yolu ile ulaşma anlamında ampirik uygulamalarla sürekli olarak kendini geliştiren bir ideolojidir.
Kemalizm dışındaki İZM’ler barajlara benzer.
Barajların ömrü sınırlıdır, günü gelir suların taşıdığı çamurlarla, alüvyonlarla dolar kullanımları son bulur.
Kemalizm ise coşkun bir nehir gibidir sürekli akar, akar…
Çünkü onu besleyen kaynak ölümsüzdür.
Özünde düşünce özgürlüğü, ulus ve insan sevgisi olan Kemalist devrimin temel ilkeleri olan cumhuriyetçilik, ulusalcılık, halkçılık, laiklik, devletçilik, devrimcilik adeta aritmetiksel bir hesaplamayla oluşmuş hepsi birbirleriyle bağlantılı bir “Tüm”ün kısımlarıdır.
Biri olmadan ötekiler olamaz. Sözgelişi laiklik olmadan düşünce özgürlüğü, düşünce özgürlüğü olamadan laiklik, cumhuriyetçilik, devrimcilik olmayacağı gibi…
Toplumuzda devletimizin Atatürk ilkelerini esas alan kurucu ideolojisi olan “Kemalizm” kavramı ve “Atatürkçülük” kavramı birbirinden farklıymış gibi bir anlayış var,
Bunun nedeni Nadir Nadi’ye “Ben Atatürkçü değilim” kitabını yazdıran ve kimilerin Atatürk devrimlerinin bütününün ruhunu anlayamamaları ya da herhangi bir devrimi amaçlarına göre özüyle oynayıp çıkarlarına alet olarak kullanmalarıdır.
***
ATATÜRK’ÜN her sözünün özünde “ulusa birlik” çağrısı hissedilir.
Özellikle son yıllarda Tayyibist diktatoryal otokrasi yönetimi altında bu rejimden çıkar sağlayanlar ve cahil bırakılmış kesimler dışında ulusun yüzü gülmez oldu.
Bugün 6 siyasi partinin sanki Atatürk’ün birlik çağrılarını içlerinde duymuşlarcasına bütün farklılıklarını aşarak bir araya gelmesi yıllar sonra umutsuz, bezgin insanların neşelerini umutlarını yeşertti.
Gülmeyen yüzler artık gülüyor.
****
JAPON asıllı Amerikalı siyaset bilimcisi Francis Fukuyama diyalektik düşünce sisteminin babası Herakleitos ve Hegel gibi ardıllarının “tez-antitez-sentez” teoreminden esinlenerek yazdığı “Tarihin Sonu” adlı kitabında insanlığın evrimi ilerledikçe İZM’ler arasındaki tez-antitez’den doğacak sentez’in sonucu olarak kapitalizmin bütün dünyaya egemen olacağını, bunun da tarihin sonu olacağını öne sürer.
Fukuyama’ya göre tarihin sonu geldiğinde insanlar eşit olacak ama kapitalizmin özelliği gereği kimi gruplar daha çok eşit, kimi gruplar daha az eşit olacaklar, daha az eşit olanlar daha çok eşit olanlara hizmet edecekler.
İnsanlık onuru, aklı, bilinci böyle bir dünyaya sessiz kalabilir mi?
Eğer tarihin sonu gelecekse bu bütün dünyada barışı, özgürlükte, refahta eşitliğin, bütün insanların farklı uluslardan olsa da kardeşçe bir ortam içinde yaşamasının öğretisi olan Kemalizm kalıcı bir sentez olduğunda tarihin sonu gelecektir.
Kapitalizmin, faşizmin ahlaki kusurlarını ve bilinç dâhil her şeyin temelinin maddi etkileşimler olduğu dogması üzerine kurulu sosyalizmin donup kalmasını silip atacak tek İZM Kemalizm’dir
Bunun nasıl gerçekleşeceğini bazı ünlü bilim insanlarının ağzından inleyelim:
Fransız siyaset bilimcisi Maurice Duverger bakın ne diyor:
“Mustafa Kemal’in eseri İkinci Dünya Savaşı’na kadar Türkiye çapında değerlendirildi. Eski bir ülkenin modern bir ulus biçimine dönüştürülmesini tüm dünya takdirle karşılamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Kemalizm uluslararası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin’in güdümüne girmeyen üçüncü dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır. Kemalizm, gelişmekte olan ülkeler için komünizmin alternatifi olarak görünmeye başlamıştır. Aşırı derecede planlı ve merkezi ekonominin yol açacağı zararlar, aşırı derecede liberal ekonominin yaratacağı zarar ve hatalar kadar büyük olacaktır. Bu durumun farkına varan, gelişmekte olan ülkeler, Kemalizm’in karma ekonomi sistemine yönelmektedirler”
Rusya Bilimler Akademisinden Prof. Dr. Vitali Şeremet de şunları söyler;
“Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” düşüncesi ölümsüzdür. Atatürk’ün son zaferini, savaşta kazanılan zafer olarak değil, bütün dünya uygarlığı için önem taşıyan sosyal kültüre sahip bir insanın zaferi olarak adlandırıyorum. ”
Bir de Alman tarihçi Prof. Herbert Melzig’i dinleyelim;
“Atatürk’ün reformları ve sözleri göklerde bayrak gibi dalgalanıyor. Bu bayrak dünyaya barışı getirecektir ve bizler, bu büyük insanın düşüncelerini bile takip edebilecek güçte değiliz. Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk’ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar…”
İşte bunun için Atatürk eşsizidir, başlı başına kendine özgü bir evrendir.