Getting your Trinity Audio player ready... |
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“En düşündürücü olan,
Bizim hâlâ
düşünmüyor olmamızdır.”[1]
“Seçim”e şu kadar gün kaldı, telaşıyla ortalığı tozun dumanın kapladığı duruma tanık/ tarafız bir kez daha…
“Beterin daha az beteri”nin “seçenek” ilan edilmek istendiği hercümercin orta yerinde sürdürülemez kapitalizmin çıkmaz bir sokak olduğunu unut(tur)anlar, yine ve bir kez daha, “demokrasi” tevatürüne sarılmakta, onu “yüceltmek”te beis görmüyor…
Oysa yerküre, bölge, coğrafyamız kaosa sürükleniyor! Ekonomi resesyonda ve enflasyon çıldırmış durumda; bütçe açığı, borç(lar), iflas(lar), yoksulluk/ açlık tavan yapıp, işsizlik yükseldikçe yükselmişken, bunlara bir de deprem felaketini eklendi… Önümüzdeki seçimlere değgin ortalığı kaplayan öforinin ise hangi soruna nasıl bir çözüm getirileceği sorusuyla ilgilendiği yok!
Kral bu kadar çıplak; çözümün önündeki en büyük engel ise, bu körlüğün kavrayışsızlığı…
Bu ufukta seçime ilişkin olarak geçmiş yılları düşünmenin yararlı olduğu kanısındayız; amacımız nostalji yapmak veya birilerini hedef tahtasına koymak değil. Sadece dönüp dolaşıp aynı yanılgılara takılma alışkanlığına dikkat çekmek!
Seçim(ler)den seçime nafile umut(suzluk)ların nasıl da zirve yaptığını hatırlar mısınız?
Biraz gerilere, bizim kuşağın gençlik yıllarına dönelim: 1970’ler… 12 Mart karabasanına karşı yükseltilen ve dönemin devrimci gençlerine, dağa taşa “Umudumuz Ecevit” yazdıran “seçeneksizlik” dayatması. Aynı senaryonun AP’li-MHP’li-MSP’li “faşizme” karşı “Ulusal Demokratik Cephe” güzellemesiyle sosyalist-devrimci hareketin CHP’nin ardında hizalanmasını sağlayacak tarzda 1970’lerin sonlarında tekrarı… Her seferinde, destekçiliğe çağrılan solun, CHP tarafından “sırtımızdaki kene” muamelesiyle silkelenip atılması…
Bitmedi…12 Eylül faşizminden tek çıkış yolu olarak Halkçı Parti’yi desteklemeye çağıran manipülasyon.
“Bunlar çok gerilerde kaldı” mı diyorsunuz? O zaman daha yakın yıllara dönelim. Son derece şaibeli bir başkanlık seçimini, daha sonuçlar açıklanmadan “Adam kazandı!” diye seçmenlerini açıkta bırakan Muharrem İnce’ye bağlanan umutlar… Ya da “Erdoğan dönemi biterken,”[2] vurgusuyla, “Bu seçimi alacağız başka yol yok!”[3] veya “… ‘Ekolojik Demokrasi’den, ‘Radikal katılımcı bir demokrasi’den söz etmek istiyorum ki onların sistemi varsa bizim de alter-sistemimiz var,”[4] saptamalarını anımsa(t)mamak olmaz! Tabii sonrasında da “Buruk sevinç”,[5] “Gayrımeşru seçimin meşru galibi”[6] mazeretlerine çark edilmesini de…
Unutkanlık, kötü bir alışkanlık… Üstelik yalnızca bir kusur değil, bazen bir “savunma mekanizması” bilinçli olarak başvurulan bir huy. İnsanlar, kendilerini haklı görmek/göstermek için “unutmayı” seçebiliyor. Bu tür tutum(suzluk)lar bizde -ne yazıktır ki!- vaka-ı adiyedendir…
Ancak hep “yedeklenmek”; ittifak yerine iltihak! Bu büyük yanılgıda ısrar, tarihten ders almamak değil ise nedir ki? Tarih, ders alınmadığı için tekerrür edip duruyor…
Sahi, neden hep “uçaktaki yolcular” olunuyor?
Zygmunt Bauman’ın “Kocaman uçakta seyahat ediyor olduğumuzu tahmin edebiliyoruz. Bilmediğimiz şey pilot kabininde kimin oturduğudur,”[7] metaforundaki üzere, “pilot kabininde kimin oturduğu”nu hep “es” geçiyoruz!
Akıntıya karşı kürek çekme cüretini “marjinallik” olarak mahkûm ederken; neden Hannah Arendt’in, “Bazı erkek ve kadınların yaşamları ve eserleriyle, koşullar ve onlara yeryüzünde verilen zaman aralığı ne olursa olsun bir ateşin fitilini ateşleyebilecekleri”[8] deyişi üzerine düşünmüyoruz?!
Hep egemen fraksiyonlar arasında ehven-i şerden yana olmak mı? Galiba yine öyle oluyor!
Siz bakmayın “iki farklı gerçeklik”ten söz edilmesine, her ikisi de sürdürülemez kapitalizme mündemiç… Bu konuda söylenen yalan(lar)ın incir yaprağı “demokrasi” falan…
Elbette yalanlar da, bir gerçeklik algısına işaret ediyor: egemenlerin silahı bir omuzdan öbürüne nakletmesine. Ama silah yine onlarda…
Malûm, yalancılık zor durumların semptomu ve bir şeyleri koruma telaşı yanında, karşılıksız beklenti eşiğinin yükseltilmesine denk düşüyor.
Tabir caiz ise, “solculuğu” ahlâka-hakikâte bağlayan palamarlar çözülmüş durumda…
Şimdi Fyodor Dostoyevski’nin ifadesiyle, “Herkes birbirine ne düşündüğünü açıkça söylemeli, her ne olacaksa açık, aydınlık, özgürce olmalı.” Çünkü “Susmak, bugüne dek yaşamak zorunda kaldığımız şeyleri saklamak,”[9] anlamı taşıyacaktır, seçim sonrasında birçok tehlikeli olasılığı içeren bir süreç bizi beklemekteyken…
* * * * *
“Zırh içindeki bir ölü”yle yüzleşirken; ‘The Economist’in ‘Demokrasi Endeksi Yıllığı’ raporuna göre, 2000’lerin başında 87. Sırada olan Türkiye, 2022’de 103. sırada; yani 20 yılda 16 sıra gerilemiş.[10] Totaliterlik sadece siyasal İslâm’dan değil, onunla sarmaş dolaş olan serbest piyasacı neo-liberal ekonomi-politikadan besleniyor.
Yeri gelmişken, hatırlatmadan geçmeyelim: “Depremle birlikte karşımızda oluşan, yalnızca siyasal İslâm rejiminin iflasının değil, aynı zamanda büyük sermayenin, neo-liberal projenin peşinde, siyasal İslâm’ın kucağına atlamış olmasının sonucunun da resmidir.”[11] Seçimlerde onca umut bağlanan “Millet İttifakı”nın büyük sermayenin çıkarlarını kollamaktan, neo-liberal ekonomiden vaz geçeceğine dair en ufak bir vaadi var mı?
Kaldı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıkça dile getirdiği “milli irade” kavramı, aslında çoğunluğun mutlak egemenliği demektir ve kaynağını Westminister (İngiltere) tipi demokrasiden aldığı da “es” geçilmemelidir.
Erdoğan semptomu kapitalizmsiz kavranamaz; totaliterliği de!
Bu noktada yeni(lenen) “yetmez ama evet”çi bir tutumla sosyalist hareketin ardına dizildiği Kılıçdaroğlu versiyonu ile cumhuriyeti (hadi “demokrasi”(?) diyelim!) “fabrika ayarları”na dönmek fantezilerinin bir karşılığı yoktur…
Üretim ilişkileri bağlamında “atı alan Üsküdar’ı geçmiş” durumdadır. Bunların tümü tekelci rejimin gereksinimidir. Bundan sonra artık hep böyle…
Kapitalizmin restorasyon projesinde sürdürülemez bir ekonomi politiği rejenere etme girişimi nafiledir. Ulaşılan koordinatlarda kapitalizm ya aşılacak ya da ona teslim olunacak…
“Aptallığa oldukça benzeyen bir suskunluk içindeydik…”[12] saptamasını çağrıştıran hâlde William Shakespeare’in, “Ne olacaksa olur, bırak olsun; en kötü gün de sonucuna varır, bırak varsın,” duruşudur yolumuzu açacak olan…
* * * * *
Lucy Parsons’un, “Zenginlerin servetlerini oylamanıza izin vereceğine asla inanmayın,” uyarısına kulak vermelidir devrimciler; eğilen basamak, dik duran sığınak olur gerçeğinden hareketle, “Nasıl da severim ulaşılmaz olanı,”[13] diyebilme cüretine sahip olmalıdır.
Kimi nafile beklentilerin aksine seçimlerle rejim(ler) değişmez! Bu konuda tek bir örnek yoktur. Dolayısıyla kapitalizm, “demokratik koşullarda gerçekleştirilecek seçimler”(?!) de bile halka onu değiştirme seçeneğini sun(a)maz; sunabileceği tek şey, restorasyon imkânıdır…
İş bu nedenle “2023 Türkiye’sinin en temel hedefi bu çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun asli faili olan bugünkü iktidarın toplumdan tekrar rıza üretebilmesine geçit vermemektir. Brezilyalıların tabiriyle, belki bu seçim bize cennetin kapılarını açmayacak, ama cehennemin kapılarını kapatarak bütün topluma derin bir nefes aldıracaktır,”[14] türündeki formüller kapitalist cehenneme ilişkin nafile fikir jimnastiğinden başka bir şey değil…
Kaldı ki Eduardo Galeano’nun, “Neo-liberal zamanlarda kamusal haklar hayırseverliğe indirgendi ve onlardan sadece seçim arifelerinde bahsedilir oldu,” betimlemesindeki üzere devrimciler için reel-politikerlik bir seçenek olmamalıdır. Çünkü (reel) “Politika, kötülüğün yaşama geçirildiği yer olup; gerek bireysel gerekse ayrıcalık, ahlâksızlık, yolsuzluk gibi kolektif kötülük biçimlerinin yönetimini üstlenmiş bir alandır.”[15]
* * * * *
Ve HDP’de, “Makul adaylardan biri” değerlendirmesi yapılan[16] Kemal Kılıçdaroğlu…
“İYİ Partinin sayın Genel Başkanı… Meral Hanım merttir, büyük mücadeleler veriyor, bu bilinsin istiyorum. Ana kucağını da çok iyi bilir, yeri geldiğinde masaya yumruk vurmasını da çok iyi bilir. Ona müteşekkir olduğumun bilinmesini isterim…
Saadet Partisi’nin sayın Genel Başkanı… Temel Bey bilgedir, cesurdur. Yüreği cesaretle dolu olanın yolu aydınlık olur. O hepimizin iyi tanıması gereken önemli bir siyasal aktördür ve bir bilgedir…
Gelecek Partisi’nin sayın Genel Başkanı… Ahmet Bey’in güçlü bir entelektüel birikimi var. O bu süreci toparlayanların başında gelir…
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan… Bu genç lider ile Türkiye’nin perişanlığına son vereceğiz. Bu ülke için alın terini beraber dökeceğiz.
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Bey… Menderes ve Demirel’in gençliği vardır onun yüzünde de yüreğinde de. Yürekli, cesur ve genç bir liderdir,”[17] diyebilen devlet partisi başkanı Kılıçdaroğlu, “Neden” ve “Nasıl” makul(!) olabilir?
İçişleri Bakanlığı döneminde Alaattin Çakıcı’nın, yeri MİT tarafından tespit edildiğinde kendisine haber uçurarak yerini değiştirmesi için uyardığı telefon kayıtlarında ortaya çıkan, 2016’da kendisiyle yapılan bir röportajda bakanlığı sırasında işlenen faili meçhuller hakkında, “Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum” diyen Meral Akşener[18] ile mi makûl olunacak?
Yoksa Sivas’ta Madımak katliamı sırasında oteli kundaklayarak karşısında coşkuyla tekbir getiren katiller güruhunu “Cenab-ı Hak hepinizden razı olsun. Haydi artık dağılın,” diye “yatıştıran”[19] ve hâlâ, “Ölen ölmüştür. İnsanların canı yanıyor bir şey diyemem. Ama katliam kasıtlı yapılır, ben insanların ölmesi için böyle bir şey yapıldığı kanaatinde değilim,”[20] diyebilen, dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ile mi?
Yoksa Osmanlı lebensrauum’unu ihya etmeye yönelik “stratejik derinlik” teorisiyle ülkeyi BOP’a yedekleyen, “Emevi Camii’nde şükür namazı kılma” hevesiyle Türkiye’yi Suriye bataklığına sürükleyen, başbakanlığı döneminde IŞİD’e tırlarla silah gönderildiği açıklanan, Diyarbakır’ın Suriçi mahallesi yerle bir edilirken, “Hiç merak etmeyin, burayı Toledo yapacağız,” diyen Ahmet Davutoğlu ile mi?
Ya da AKP neo-liberalizminin mimarı ve uygulayıcısı, “özelleştirme şampiyonu”[21] (ve Millet İttifakı seçimleri kazanırsa ekonomi bakanlığı için düşünülen[22]) Ali Babacan ile mi?
Vs. vs. Bu ülkenin sosyalistleri bunlardan (ya da Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu vd.lerinden) hangi birini desteklemeyi içine sindirebilecek?
Hayır; “Umut siyaset çiçeğidir bu topraklarda… Özellikle 2017’den bu yana yaşanan süreç Kılıçdaroğlu’nu bu unvanın ortasına oturttu. CHP’nin sağına yönelik bu özelliğini, soluna yönelik de kullanacağı anlaşılıyor,”[23] denilse de bu mümkün değil!
Biz “Hayır, asla” diyenlerdeniz; çünkü hâlâ Albert Schweitzer’in, “Etik; yaşayan her şeye karşı hissettiğimiz sonsuz sorumluluktur,” saptamasına değer verenlerdeniz…
* * * * *
“Niçin” mi?
“Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine dönem dönem karar vermek: Yalnızca anayasal parlamenter krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur,”[24] diyenlerden ve sınıf çizgisi aslî olduğundan şüphesi olmayanlardanız…
Aslî ile tali ayrımını “es” geçmeden; hepsini bir bütünlük içinde ele almak “olmaz olmaz”ken; esas mesele yerine, yan konuları tartışmakta ısrar anlamına gelen “escamotage”dan da kaçınmak gerek.
Yani “Gerçek sınıf/ iktidar ilişkileri (ekonomik kaynak, “kültürel sermaye” dağılımı) matrisi üzerinde duruyorlar. Bu matrisin yapısını değiştirmeden bu kutuplaşmaları aşma iddiası, bu matrisin koruyan bir destekleyici fantezi olmaktan öteye gidemez,”[25] derken; sınıf çizgisinin belirleyiciliğini “aşama”lara kurban etmeyip; aslî ile taliyi iç içe geçiren kesintisiz/ sürekliliğin tarz-ı siyasetine yani devrimin güncelliği fikrine yabancılaşmamak gerek.
Konu böyle kavranmayınca “bir de solculuk molculuk adına çok kasmaya gerek yok. soru basit: erdoğan mı kek kk mi? yok şu yok bu laga luga. yürü git bi. kek kk gelince özgürce konuşursun. bunun kıymetli olduğunu düşün hiç değilse… Ya kardeşim bir ucube iktidarın gitme olasılığı ne kadar kötü olsa da nefes alacağın bir olasılık var sen de bir taş koy tersinden değil düzünden sonra şarla dur. Dur bir buna kavuş sonra kur idam sehpasını. Bir dur bir sus hiç bir şey yapmayacaksan en yükseksolcu olarak. Bana da lenin den alıntı yaptırma uygun olacaksa” (Y.A., 8 Mart 2023); ya da “Cumhurbaşkanlığında ortak adaya, vekil seçimlerinde @tipgenelmerkez adaylarına oy vereceğim. Hiçbir partili değilim olmak da istemem ama TİP’te tipini sevdiğim tipler var” (A.K., 6 Mart 2023) denilebiliyor ki, bunlara yanıt vermek bile gerekmiyor; aktarmak yetiyor!
Ayrıca bir de “Seçime tek adayla gidilsin ve bu rejimi, Erdoğan’ı gönderelim. Herkesin bu netlikte olması gerektiğini de düşünüyoruz,”[26] formülüyle yeni(lenen) “yetmez ama evet”çilik girdabına dalınmasın!
Çünkü… Mesele şunun, bunun adaylığının ötesinde bir programın desteklenmesidir ve Kılıçdaroğlu da tüm imzacılarıyla ortak karar alacağını deklare ettiği ‘Millet İttifakı’ “umut(suzluğ)u”nun adayı değil midir?
* * * * *
Bir liberalin, “Türkiye’nin bu karanlıktan çıkmak için bir ‘Demokrasi Cephesi’ inşası gerektiği konusundaki fikirlerim de sır değil,” vurgusuyla; “Görevimiz, birbirimizi anlamaya çalışmak, sevmek. Günün moda deyimiyle ‘empati yapmak’. Bizler, hasbelkader Türkiye’nin Demokrasi Cephesi olarak, kendi köşemizde oturma lüksüne sahip değiliz. Dar ideoloji ve sloganlara hapsolmayacağız. Solcuysak muhafazakârı, sağcıysak yanı başımızdaki solcuyu anlamaya çalışacağız. Yeni yol arkadaşlarımızı tanıyacağız. Elini ilk uzatan, hâl hatır soran, dert dinleyen biz olacağız. Lütfen sizlere rica ediyorum. Bu hafta buna birkaç dakika ayırın. Yolun karşı kaldırımına geçin. Örneğin KHK ile ihraç edilen Diyarbakırlı bir öğretmenle ya da AKP’den soğuyan başörtülü bir dükkân sahibiyle sohbet edin. Üniversitesinde dışlanan bir hocayı, kurulan düzenden son derece rahatsız olan Saadet Partili bir iş insanını bulun. Sorun, öğrenin. Mutsuz bir Kemalist, dertli bir bürokrat, demokrat bir milliyetçi derken, çok geniş bir cephe bu. Onlarca ses, onlarca renk, onlarca dert ancak tek bir hedef var. Zahmet edip birbimizi anlamaya, tanımaya çalışalım. Artık bir aradayız, demokrasi yolunda kardeşiz. Demokrasi arayan insanlar olarak birbirimizi sevmeyi öğreneceğiz. Ve son olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘restorasyon’ süreci için kafa yoralım. Er ya da geç, iş o noktaya gelecek. Camı çerçevesi kırılan demokrasi evimizin tamiri için seferber olmak gerekiyor,”[27] ifadesini “anlarız”(!) da, devrimcilerin buna hizalanmasını kavramamız mümkün ve muhtemel değildir!
Yaşamakta olduğumuz kapitalist kıyamet(ler) çağında “bu” işin Millet İttifakı ya da herhangi bir “burjuva demokratik” iktidar ile nasıl ve ne ölçüde başarılabileceği sorusu bir yana (öyle ya, Trump “faşizmi”ne karşı ABD’ye “demokrasi” getiren Biden, Rusya ile Ukrayna’yı savaşa sürükledi, Çin ile her an infilak edebilecek ve dünyayı mahşer yerine çevirecek bir gerilim stratejisi sürdürüyor…), sosyalistlerin işi, “Cumhuriyet’in (ya da demokrasinin) restorasyonu” değildir, olamaz… Ne geçmişte, ne de bugün… Çünkü “Burjuva demokrasisi özgürlük ve eşitliğe dair tumturaklı lafların, gösterişli sözcüklerin, göz kamaştırıcı vaatlerin ve tiz sloganların demokrasisidir. Ama gerçekte kadınların özgürlükten yoksunluğu ve eşitsizliğini, emekçilerin özgürlükten yoksunluğu ve eşitsizliğini perdeler.”[28]
“Marksistler demokrasinin sınıfsal baskıyı ortadan kaldırmadığını bilirler.” “Demokrasi sorununun Marksist çözümü, proletaryanın, burjuvazinin devrilmesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratik kurumları ve bütün özlemleri, kendi sınıf savaşımında seferber etmesidir.”[29]
Değil mi?
* * * * *
Tam da bu koordinatlarda haklı soru(n) ve uyar(ılar)ı aktarmadan geçmeyelim.
İlki “Bıçak kemikte” haykırışıyla müsemma Mehmet Özer’in, “Çok merak ediyorum hangi taşlar yerine oturacak? Bizim bilmediğimiz Kılıçdaroğlu’nun bildiği taşlar ne? Çıldırasıya merak ediyorum,” (@livaneliyim, 4 Mart 2023) sorusu!
İkincisi de soru(n) ile ilintili, “Syriza ve Podemos: Ayaklanma itfaiyecileri”[30] betimlemesiyle altı çizilen restorasyon ihtimaline dair!
Üçüncü de yine bir soru(n): “Seçim saflaşmasının aynasında işbirliği mi, sınıf mücadelesi mi?”[31]
Dördüncü de; “Marksist-Leninistler olarak, seçimlerin bir aldatmaca olduğunu söylemeye, ‘sandığa kimin oy attığı değil, kimin saydığı önemlidir,’ demeye, kurtuluşun seçimde değil devrimde olduğunu haykırmaya devam edeceğiz,”[32] diyen bir tutum!
Bunları, ‘Birikim’in “Topyekûn Devrimcilik” yaftasıyla mahkûm etmeye kalkışmadan önce, Gilles Deleuze’ün, “Kimin güzel olduğu değil, güzelin ne olduğu sorulmalıdır. Nerede ve ne zaman adalet olduğu değil, adil olanın ne olduğu sorulmalıdır,” uyarısına kafa yorun lütfen…
* * * * *
“İyi de ne yapmalı” mı?
Kimseye “akıl veriyor” değiliz; sadece tutumumuzun gerekçeleri ifade edebiliriz…
François-Noël Babeuf’ün, “Sömürü varsa başkaldırı meşrudur”; John Steinbeck’in, “Tembellikten, zayıflıktan ötürü kendini tanrıların kucağına atıp, ‘Elimden bir şey gelmezdi, yol önceden çizilmişti’ demek kolay. Oysa tercihin ihtişamını düşünsenize! İnsanı insan yapan şey,”[33] saptamalarından hareketle cesareti, mücadele azmini, umudu sonu belli (mesela “Millet İttifakı” gibi) yollarda yürümekte aramamalıyız…
Uzun bir yürüyüş bizimki ve asla kolay değil; ama yolun kendisi olmaktan başka çaremiz yok!
Çaremizin reçetesini Pablo Picasso, “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak,” diye yazarken; kapitalist “temsili demokrasi” oyununu teşhir edip, meşruiyetini sorgulayarak, kapitalist devletin pratikleri ve/veya kurumları hedef almalıdır.
Hayır; bu tutum, “demokrasi bozgunculuğu” olarak mahkûm edilemez! (“Sandık totaliter rejimleri engeller” diyen ölüm korkusuyla intihar önermek “makul” olabilir mi?)
* * * * *
“Bu seçimler ‘süreç olarak faşizmi’, durdurma hatta (belli koşullar gerçekleşebilirse), geriletme olasılığını gündeme getiriyor. Ancak, bu seçimler ‘süreç olarak faşizmi’ tamamlayacak potansiyellere de sahiptir,”[34] türünden “kehanetleri” bir kenara bırakırsak; seçeneksiz değiliz; seçenek bazen Ülkü Tamer’in, “Kar altında deniz düşü kuranlara selam olsun,” dizelerindeki duruştur.
Kaldı ki her zaman bir seçenek varken; önemli olan neyin seçildiğidir. Tam bunun için devrimci politikanın imkânı söyledikleriyle yaptıklarından, yani düşünce ve davranış bütünselliğinden gelir ki, buna da tutarlılık denir.
Söz konusu duruşta umut asla bizi terk etmez, ancak kimileri yüzünü sağa, parlamentoya dönerek onu terk eder.
“İyi de bu umutsuz” mu diyenlerdensiniz?
Bizim ikircimsiz yanıtımız çok net; böylesi bir “Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza, umutta yanılalım”![35]
Bu tür bir düşünce/ davranışın inkârı reel-politikerliktir ki, biz bu mevzudaki körlüklerin açarsızlığı konusunda sözü Mina Ungan’a bırakıyoruz:
“Sistemden beslenen insanlarla sistemi tartışamazsınız. Çünkü onların algıları sistem tarafından kiralanmıştır. Çıkarları gereği algılarını ipoteklemiş insanların beynine bir süre sonra haciz gelir. Yaptıkları yanlışa kendileri de inanır, kendi gerçekliklerini yaratırlar. Oysa gerçek gün gibi ortadadır ama onlar kör olmuştur O insanlara ne anlatsanız boşunadır.”[36]
* * * * *
“6’lı Masa’dan herhangi birine ya da ülkücü birine verecek oyum yok,”[37] deyip de sonrasında paylaşımını silen kimileri Füruğ Ferruhzad’ın, “Ve karanlıkta, ışığı bekliyoruz,” dizelerini terennüm edip; Marcus Aurelius’un, “Kendin için aydınlık ol!” uyarısını “es” geçerken, kuşkusuz yapamayacağını düşünenler de haklı; çünkü yapmaya niyetleri yok. Çünkü onlar özgürlüğün verilen değil, başkalarının senden alamadıkları olduğunu bilincinde değildirler…
Böylesi bir bilinci, özgürlük mücadelesinin seçimlere endeksli olmadığını unutup da “Sosyal medya hesabından, “Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olan sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na başarılar dileriz. Önümüzdeki süreçte bu kötülük iktidarına son verme mücadelesinde SOL Parti son derece nettir. Sorumluluğumuzu bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da net bir şekilde yerine getireceğiz,”[38] demek, en hafif deyişle hazindir.
Bir şey daha “TİP Marksist-Leninist bir parti olarak Kemalist devrimin ilerici mirasını sahipleniyor fakat sosyalist bir parti olduğu için kendini bu siyasi kazanım ile sınırlamayarak çalışan sınıfın iktidarını hedefliyor,” diyen (!) Erkan Baş’ın, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na tebrik mesajı yayımlayıp, “Tebrik ediyor, başarılar diliyorum,”[39] demesi de bu ülkede sosyalist hareketin Kemalizm’in Karadeniz’de katlettiği 15’lerin mirasçısı olduğunu unutarak ona saygı beyanında bulunanlar açısından, şaşırtıcı değildir.
Tabii bir de şu var, “Ben Marksist-Leninistim” demekle Marksist-Leninist olunmuyor. Marksizm-Leninizm politik pratikte, kapitalist üretim ilişkilerinin tasfiyesine, üretim araçlarının sosyalizasyonunu, işçi-emekçilerin iktidarına, kadınların tam eşitliği ve kurtuluşunu, kamusal hizmetlerin emekçilerin erişimine engelsiz olarak açılmasını, eğitim, sağlık, barınma, temiz su, yaşanabilir çevre, iletişim araçlarından yararlanma vb. olanakların temel insan hakkı kabul edilmesini, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını vb. vb. öngören bir programı savunmaktır. Açık ya da zımnî olarak Marksist-Leninist iddiada bulunan partilerin, “Millet İttifakı”nın “işçi sınıfı” ve haklarından söz etmeyen, özel sektörü destekleyeceğini her vesileyle beyan eden, kadınların tam eşitliği ve özgürlüğü bir yana, İstanbul Sözleşmesi’ne dönmeyi zikretmeyip aileyi güçlendirmekten söz eden, farklı cinsel yönelimden bireylere yönelik ayırımcılığı görmezden gelen, içinde “Kürt” sözcüğünün ilaç niyetine geçmediği bir mutabakatı “demokratikleşme” sanrısıyla (ya da çaresizlikten) desteklemelerinin izahı yoktur.
Bu ülkenin sosyalistleri “RTE’ye karşı pırasa aday olsa onu desteklerim” kertesinde “çaresiz” bir durumda iseler, bu denli minimalistleşmişlerse, o zaman oturup nerede hata yapıldığını düşünmek, köklü bir muhasebeye girişmek durumundayız.
Yeri geldi sadece “Millet İttifakı”nın adayına ilişkin açıklama aktaralım: “Faili meçhuller kraliçesi, madımak avukatı, sömürge ekonomisti, IMF elçisi ve Sur-Suruç katilinden oluşan bir kabineyle demokratik ilkelerde anlaşmak, Gassan Kanafani’nin dediği gibi ‘Bıçak ve boyun arasındaki anlaşmaya’ benzer. Rejim ile anlaşmayacağız, uzlaşmayacağız, savaşacağız”![40]
Bunlar böyleyken; olup bitmeyeni “HDP ve HDP ile stratejik ortaklığı sürdürenleri esas var eden ve siyasette tutunmalarını sağlayan stratejik bir hedefe sahip olmalarıdır. Bu temel stratejik hedefse güçlü bir demokrasinin kazanılması ve demokratik özgürlükçü ve sosyal bir Cumhuriyetin kurulmasıdır,”[41] ambalajında sunmaya kalkışanlara ne demeli?!
* * * * *
- İ. Lenin’in, “Sebat, ısrar, kararlılık… Ve ne pahasına olursa olsun hedefe ulaşma yeteneği… Zorluklardan korkan, bundan dolayı gözünün yılmasına izin veren, umutsuzluğa düşen ya da cesaretini yitiren sosyalist değildir,” ifadesini kılavuz edinenler için soru(n)lar, onları üreten düzen içi tutumlarla çözülemez.
Kaldı ki bu konuda yazdığımız oncası yanında; tutumumuzu 4 Mart 2023’de “Tavrımız mı? Katran kaynasa da şeker olmaz; alayına isyan: Her ikisi de bizim değil!” vurgusuyla; 6 Mart 2023’de de “Tavrımız demiştik: ‘Düşmanın en büyük hilesi, dostluğudur,’ diye uyarır Sadi Şirazi” tümceleriyle ifade etmiştik…
Emiliano Zapata’nın, “Yurda ve halkın özgürlüğüne düşman olanlar, her zaman halkın soylu davası uğruna kendilerini feda edenlere haydut gözüyle bakmışlardır,” betimlemesiyle malûl olanların “dostluk” gösterilerini, şirin gözükme ziyaretlerini ciddiye almadık, almayacağız da! Gün gelip de akıllarını, gövdelerini, kendilerini iktidara taşımak için seferber eden sosyalistleri “sırtımızdaki keneler” olarak tanımlayanları unutmadık çünkü…
* * * * *
Ve nihayet “Denilmedi denmesin”!
“Altılı masa bir demokrasi hareketine dönüşebilir… Büyük toplumsal uzlaşma bu hareketten sağlanabilir… Tutku, heyecan ve coşku üretebilir,”[42] öforisi karşılığı olmayan bir pazarlama yaygarasıdır. Bizi sürekli başka şeyler olmaya zorlayan yabancılaşmaya mahkûmiyet ile kendimiz olmayı unutturma kastıdır.
Kendimiz olmak, bakmak, davranmak ve düşünerek var olmak, sadece “olması gereken”le mümkün ve anlamlıyken; tersi bir yabancılaşma için bahane arayan, elbette her zaman bulur, bulacaktır da!
Ayrıca da bizi 6’lı masanın muhataplarına benzetme züldür; tıpkı Franz Kafka’nın, “Bir anlam arıyorsunuz, fakat olabilecek en anlamsız şeyi yapıyorsunuz,” uyarısındaki gibi…
O hâlde Adnan Yücel, “Aşksız ve paramparçaydı yaşam/ bir inancın yüceliğinde buldum seni/ bir kavganın güzelliğinde sevdim./ bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” dizelerini telaffuz etme kararlılığıyla; Mahatma Gandi’nin, “Umutsuzluğa kapıldığımda, tarihi düşünürüm. Gerçeğin ve sevginin daima galip geldiğini hatırlarım. Her zaman zalimler ve caniler olmuştur; bir süre için yenilmez görünebilirler. Ama sonunda hep yenilirler. Her zaman bunu düşün, her zaman”; Kazım Koyuncu’nun, “Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın. Bunun için sana kimse puan yazmaz tabii; ama anlarlar. Orada birisi farklı yürüyordur,” sözlerini anımsayın…
Bu uğurda “Onların ortak yanı direnmektir, ölüme, tutsaklığa, hoşgörülmeyene, utanca, şimdiki hâle direnmek…” [43]
Diyeceklerimiz bu kadar: Tabii, buraya kadarı seçimlerin “normal” koşullarda gerçekleşmesi olasılığından kalkınıyor. Ama başka olasılıklar her an için var: 20 küsur yıldır iktidarın olanaklarından nemalanan siyasal İslâm’ın konumunu tehlikede hissettiği an neler yapabileceği burada söz konusu edilmedi – bu, başka bir yazının konusu… Ancak sosyalistlerin seçimleri konuşurken, kimin kaç milletvekili çıkartacağından çok “bu” olasılığı hesaba katması gerektiği de, ortada!
Bu arada belirtmeden geçmeyelim: Bizim TBMM’de parlamenter olma talebimiz de, beklentimiz de yok, olmadı, olmayacak da…
13 Mart 2023 18:04:21, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Mart 2023…
[1] Martin Heidegger, Düşünmek Ne Demektir, çev: İlhan Turan, Dergah Yay., 2019, s.18.
[2] Erol Katırcıoğlu, “Erdoğan Dönemi Biterken”, Yeni Yaşam, 16 Haziran 2018, s.7.
[3] Yusuf Gürsucu, “Bu Seçimi Alacağız Başka Yol Yok!”, Yeni Yaşam, 16 Haziran 2018, s.12.
[4] Metin Yeğin, “Ekolojik Demokrasi Alternatifi”, Yeni Yaşam, 14 Haziran 2018, s.9.
[5] Ali Kenanoğlu, “Buruk Sevinç”, Evrensel, 29 Haziran 2018, s.4.
[6] Ragıp Zarakolu, “Gayrımeşru Seçimin Meşru Galibi”, Evrensel, 26 Haziran 2018, s.4.
[7] Zygmunt Bauman, Kuşatılmış Toplum, çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 2018, s.75.
[8] Zygmunt Bauman, Kuşatılmış Toplum, çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 2018, s.78.
[9] Louis Althusser, Tutsaklık Güncesi, çev: Esra Özdoğan, Can Yay., 1999.
[10] Nilgün Cerrahoğlu, “14 Mayıs’ta Rejim Oylanacak”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2023, s.7.
[11] Ergin Yıldızoğlu, “O Resim”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2023, s.11.
[12] Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, çev: Attila Tokatlı-Roza Hamken, Sel Yay., 2015.
[13] Henry Miller, Uykusuzluk, çev: Ahmet Karagöz, Ara Yay., 1989.
[14] Naci Sönmez, “2023 Seçimleri Sadece Bir Seçim Olmayacak!”, Yeni Yaşam, 20 Ocak 2023, s.7.
[15] Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği, çev: Oğuz Adanır, Doğu Batı Yay., 2005, s.160.
[16] Sefa Uyar, “Makul Adaylardan Biri”, Cumhuriyet, 8 Mart 2023, s.4.
[17] “Kılıçdaroğlu, Ülkücülerden ve Mollalardan Övgüyle Söz Etti”, 7 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/kilicdaroglu-ulkuculerden-ve-mollalardan-ovguyle-soz-etti/
[18] “Meral Akşener Kimdir?” Evrensel, 4 Mayıs 2018, https://www.evrensel.net/haber/351647/meral-aksener-kimdir
[19] “Temel Karamollaoğlu Kimdir? İşte Madımak Olayları sırasında yaptığı konuşma” Haberler.com, 2 Temmuz 2019, https://www.haberler.com/guncel/temel-karamollaoglu-kimdir-iste-madimak-olaylari-12202247-haberi/
[20] “Karamollaoğlu’dan Madımak yprumu: İnsanların ölmesi için yapıldığı kanaatinde değilim”, Evrensel, 2 Temmuz 2020, https://www.evrensel.net/haber/408514/karamollaogludan-madimak-yorumu-insanlarin-olmesi-icin-yapildigi-kanaatinde-degilim
[21] Bkz. Kansu Yıldırım, “Neoliberal Gargantualar: Ali Babacan’lar Neden Özelleştirmeleri Savunur?” Siyasal İktisat,26 Nisan 2022, https://www.siyasaliktisat.com/post/neoliberal-gargantualar-yildirim.
[22] “Reuters: Millet İttifakı Ekonominin başına Ali Babacan’ı Getirecek”, https://www.gazeteduvar.com.tr/reuters-millet-ittifaki-ekonominin-basina-ali-babacani-getirecek-haber-1607770
[23] Mustafa Balbay, “Kılıçdaroğlu’nun ağır yükü: Umut!”, Cumhuriyet, 9 Mart 2023, s.4.
[24] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[25] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Bir Fırsat”, Cumhuriyet, 6 Mart 2023, s.7.
[26] “SOL Parti: Seçime Tek Adayla Gidilsin, Erdoğan’ı Gönderelim”, 9 Mart 2023… https://odakdergisi2.com/sol-parti-secime-tek-adayla-gidilsin-erdogani-gonderelim/
[27] Aslı Aydıntaşbaş, “Kazanacağız”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2018, s.9.
[28] V. İ. Lenin, Sovyet İktidarı ve Dünya Devrimi (Devrim Yazıları 1), çev: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı, 2010.
[29] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s.22.
[30] Ziya Ulusoy, “Syriza ve Podemos: Ayaklanma İtfaiyecileri”, Marksist Teori, No:8, Kasım-Aralık 2022, s.43-52.
[31] Baran Tatu, “Seçim Saflaşmasının Aynasında İşbirliği mi, Sınıf Mücadelesi mi?”, Marksist Teori, No:8, Kasım-Aralık 2022, s.7-16.
[32] “Seçimler ve Tavrımız”, Devrimci Duruş, No:110, Ocak-Şubat 2023, s.6.
[33] John Steinbeck, Cennetin Doğusu, çev: Derin Çizer-Ömür Candaş, Remzi Kitabevi, 2012, s.335.
[34] Ergin Yıldızoğlu, “Seçim Sürecinin Pratiği Üzerine…”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2023, s.11.
[35] Amin Maalouf, Doğu’dan Uzakta, çev: Ali Berktay, YKY, 20126.
[36] Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları, YKY, 1998.
[37] “Nihal Yalçın Önce Paylaştı Sonra Sildi”, 5 Mart 2023… https://abcgazetesi.com/nihal-yalcin-once-paylasti-sonra-sildi-467757
[38] “SOL Parti’den, Kılıçdaroğlu’na Başarı Dileği”, 7 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/sol-partiden-kilicdarogluna-basari-dilegi
[39] “Erkan Baş’tan Kılıçdaroğlu’na Kutlama Mesajı”, 6 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/erkan-bastan-kilicdarogluna-kutlama-mesaji
[40] “ESP: Rejim ile Anlaşmayacağız, Uzlaşmayacağız, Savaşacağız”, 7 Mart 2023… https://www.avrupademokrat2.com/esp-rejim-ile-anlasmayacagiz-uzlasmayacagiz-savasacagiz/
[41] Naci Sönmez, “Stratejik Hedef ‘Güçlü Bir Demokrasidir’…”, Yeni Yaşam, 4 Şubat 2023, s.10.
[42] “Bekir Ağırdır: Demokrasi İçin Ortak Siyaset”, 13 Mart 2023… https://www.dokuz8haber.net/bekir-agirdir-turk-milliyetcileri-ile-kurtler-muhafazakarlar-ile-sekulerler-demokrasi-icin-ortak-siyaset-uretebilir
[43] Gilles Deleuze-Felix Guattari, Felsefe Nedir, çev: Turhan Ilgaz, YKY, 1995, s.111.