Getting your Trinity Audio player ready... |
ATATÜRK devrimlerini eleştirenlere bakıyorum:
Kimileri Bolşevik ihtilali ile karıştırarak emek gücüne dayanmadığı için, kimileri Fransız devrimine atıfta bulunarak Jakobenist devrim oluğunu, kimileri burjuva devrimi olduğunu öne sürüyor.
Önce şunu hatırlayalım:
1800’lü yıllarda Osmanlı imparatorluğunun miadı dolmak üzereydi.
Bir yandan yine bugünlerde olduğu gibi koyu bir saray saltanatı baskısı…
Bir yandan çağdışı kalmış bir sosyo/kültürel düzen…
Dış borçların faizini ödemek için bile borç alan, iflas halinde olan bir ekonomi ve emperyalizmin yarı sömürge haline getirdiği, cehaletin tavan yaptığı bir ülke…
*
İDEOLOJİLERİNİN temeli sadece “Osmanlıcılık” ve “İslamcılık” olan Osmanlı aydınları çözümün formülünü, ötesini berisini düşünmeden, kurcalamadan Batı taklitçiliğinde arıyorlardı.
Başta Ziya Gökalp olmak Osmanlı aydınları Osmanlıcılık, İslamcılık eğilimlerini “Çağdaşlaşmak” “Türkçülük” ideolojisi ile revize ettiler.
Devletimizin, Türk devriminin yaratıcısı Atatürk işte böyle bir ortamda dünyaya gözlerini açmıştı.
Genç Mustafa kemal çocukluk yıllarından itibaren eline geçen parayla alıp okuduğu kitaplarla bilgisini, düşünce ufkunu geliştirmeye başladı.
İstibdat yönetimine karşı özgürlük, çağdaşlaşma ve zihninde tasarladığı devrimlerinin ana öğesi “insan” olan düşüncelerini Ziya Gökalp, Namık Kemal, Abdullah Cevdet, Celal Nuri gibi yurtsever aydınlardan esinlenerek geliştirmeye başladı.
Harbiye öğrenciliğinden itibaren istibdat yönetimine, cehalete, çağdışılığa karşı yapılması gereken Sosyo/kültürel dönüşümün alt yapısının nasıl kurulacağını, ilkelerinin neler olacağını zihninde gergef, gergef işleyerek kurguluyordu.
Devrimin gerçekleşmesi için önce ülkenin emperyalist işgal ve sömürüden kurtulması, hanedanlık saltanatının yıkılarak halk egemenliğinin tesisi, ümmet toplumundan ulus toplumuna ve özgür birey olmanın bilincine ulaşılması, cehaletten kurtulmak için, insanların bilgisizliklerinin aşılmasının, çağdaşlaşmanın aracı olan bir eğitim ve demokrasi düzeninin kurulması Genç Mustafa Kemal’in devrim planının ana kategorileriydi
Temel amaç Türk ulusunun çağdaş uygarlığın bütün nimetlerinden yararlanmasının sağlanması, bunun için de bizatihi Batının kendisinin bir parçası olarak Batılılaşmak değil, Batı uygarlığının paylaşanı olarak Batılılaşmaktı.
Bunların zemini özünde ırkçılık eğilimi olmayan ve sadece ulusal duyarlılıkla sınırlı değil aynı mesafeden bakılan, bütün mazlum ulusların da aynı kazanımları yakalamaları ve bütün insanlığın kardeşçe, özgürce, barış içinde yaşaması idealiydi.
*
ŞİMDİ gelelim Kemalizm eleştirilerine:
Atatürk devrimi emek kesiminin katkısı olmayan bir devrim imiş…
Gerçi Osmanlıda modern sendikacılıkla ilgisi olmayan Amele-i Osmani Cemiyeti vardı ama ne gelişmiş bir sanayi vardı, ne de olgun ve yaygın şekilde örgütlenmiş bir emek gücü…
Kemalizm’in emeğe dayanmamasını eleştirenler Atatürk devrimini Bolşevik ihtilali olan Ekim devrimi ile karıştırıyorlar.
On yedinci yüzyılda Çar Deli Petro’nun Batılılaşma hamleleriyle çarlık Rusya’sı sanayileşmiş ve böylece güçlü bir emek örgütlemesi proletarya sınıfı oluşmuştu.
Bir de Osmanlı imparatorluğundan genç Türkiye Cumhuriyetine miras kalan emek gücüne, istihdam kaynaklarına bakalım:
Sadece dört önemli sanayi tesisi;
Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikaları…
Aslında asıl işlevleri kendilerine Osmanlı imparatorluğunun bir armağanı olan kapitülasyonlar aracılığı ile ülkeyi sömürmek olan yabancılara ait üretim ve hizmet kurumları…
Ne kadar fabrika o kadar istihdam kapısı, o kadar emekçi varlığı…
Bunların dışında çoğunun patronu da işçisi de ustası da aynı kişi olan Çırçır, un, iplik, pamuklu, deri ve kösele yünlü ve ipekli dokuma, çorap fabrikaları, makarna, buz, zeytin makineleri ve aletleri, madeni eşya, ispirto üreten fabrikalar, demir dökümhaneleri, çimento, kireç gibi manifaktürel üretim işletmeleri.
Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede kendi toprağını kendi işleyeneler ve rençperlerden oluşan dünya işlerinden uzak eğitimsiz cahil köylüler.
Salgın hastalıkların önü kesilemiyor.
Üç milyon insan trahom, sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo gibi hastalıklarla boğuşuyor
Gazeteci Ahmet Ağaoğlu’nun deyişi ile “Amele sınıfı yani gündelikle ve yevm-i cedid rızk-ı cedid -bir lokma bir hırka- kaidesine tabi olarak yaşayan insanların adedi Türkiye ahalisinin yüzde üçünü dahi teşkil etmemektedir.”
Bir de bunlara Kurtuluş savaşında kaybettiğimiz şehitlerimizi, gazilerimizi eli alet tutacakken kaybettiğimiz insanlarımızı ekleyin…
Atatürk’ün emek katkısı olmayan devrim tartışmalarına bir yanıtı var:
“Türkiye Cumhuriyeti halkı ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil fakat ferdi ve içtimai hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayılmış bir camia telakki etmek esas prensiplerimizdendir.”
*
YA dikte yolu ile halk iradesine dayanmadan topluma dayatılan “jakoben devrim” suçlaması…
Konuyu uzatmadan bunun yanıtını yine Atatürk’ün şu sözlerinden çıkaralım:
“Ülkem ulusum için bir şey yapmaya karar verdiğimde önce güçlükleri hesaplarım. Gerisi kolaydır. Önce milletime giderim. Milletimin devrimin gerekliliğine inandıktan sonra uygulamak için kendimi görevlendiririm”
Bu mu jakobenizm?
Devrimlerin gerektiğine inandırılamayanlar vardı doğal olarak…
Çağdışı kafalılar, din istismarcıları, eski düzenden kalan ve çıkarları bozulanlar…
Böyle jakobenliğin yeri başımızın üstü…
*
ATATÜRK devrimleri burjuva devrimi imiş…
Harf devriminden önce okuryazar oranı yüzde 10’un da altındaydı.
Eğitimsiz cahil kitlelerle burjuvazi kurulabilir mi?
Burjuvazi ancak ekonominin, bilimin, teknolojinin sanatın, kültürün geliştiği toplumlarda oluşur.
Burjuva sınıfı vardı denilirse ancak büyük kentlerdeki Levantenler akla gelir.
*
ATATÜRK döneminde eğer bir burjuva sınıfı yaratılmışsa devletin yol göstericiliği ile ekonomik kalkınmaya, sanayileşmeye, çağdaşlaşmaya katkı sağlamak için günümüzde de ekonomik gelişmenin motoru olan Koç ailesi, Eczacıbaşı ailesi, Sabancı ailesinin köküdür o günlerde kurulan burjuvazi…
Bugün Atatürk devrimlerine kara çalanlar ya kara cahiller, ya “Atatürk devrimleri toplumda travma yarattı” diyen politika tacirleri…
Ya kafalarının içi sarıklı çağdışı yaratıklar, ya diplomalı cahiller ya çıkarları için kalıptan kalıba giren onursuz, insan görünümünde ama insanlık değerlerinden hiç nasiplerini alamamış yaratıklar…
**
EŞSİZ önderimiz Atatürk’ün dehasından fışkıran Kemalizm hiçbir “İZM” benzemez
İnsanları sömürme dizgesi olan “ahlakı olmaz” diye tanımlanan kapitalizm insanlığın akıl ve etik değerleriyle hiç bağdaşmadığı için insanlığın evrim halkası yükseldiğinde silinip gidecektir.
Hatırası, adı yüreğimizden, aklımızdan hiç silinmeyecek olan Uğur Mumcu insan özgürlüğünün, eşitliğinin, savunulması paralelinde buluştukları “Kemalizm ve sosyalizm için “Aynı denize dökülen iki nehir” benzetmesi yapar.
Elbette öyle…
Ne var ki sosyalizm zamanın getirdiği değişimlere ayak uydurmak için ve doktrininden sapmalar gösterdiği için, farklı farklı sosyalizm tanımları yapılıyor.
Oysa Atatürk’ün “doktrin olursa donup kalırız” dediği Kemalizm onun çizdiği rotada donup kalmadan, ilkelerinden hiç ödün vermeden, değişime gerek kalmadan, Atatürk öğretisi kültürden dersler çıkararak zamanının değişen koşullarına, toplumun değişen gereksinmelerine adapte olarak bütün insanlığa yönelik şekilde kendi kendini yenilemeye açık bir aydınlanma aracıdır
Tek bir Kemalizm vardır ve hep öyle kalacaktır,
Belki de zaman gelecek ve bütün dünya Kemalist olacaktır. Dünyanın en önemli düşünürlerinin sözlerinden bunun işaretini almak mümkün.
Prof. H. Melzig‘in şu sözlerini bir kere daha anımsayalım:
“Atatürk’ün reformları ve sözleri göklerde bayrak gibi dalgalanıyor. Bu bayrak dünyaya barışı getirecektir ve bizler, bu büyük insanın düşüncelerini bile takip edebilecek güçte değiliz…
Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk’ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar.”
Kalıcı bağlantı: https://www.solmedya.com/2023/03/05/ataturku-ve-devrimlerini-anlamak/