Getting your Trinity Audio player ready... |
Prof. Dr. Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
Töremize göre ölünün ardından konuşulmaz. Hatta övgü ile söz edilir. Bu nedenle, “kör ölür badem gözlü, kel ölür sırma saçlı olur” derler!…
Sıradan insanlar için buna, güzel bir gelenek diyebiliriz. En azından yakınlarının acısı hafifletilmiş olur. Ancak kamuya mal olmuş, özellikle devletin ve ulusun kaderinde rol oynamış kişiler için, böyle olmamalı. Herkesin günahı ve sevabı kamuoyunca bilinmeli, kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır. Tersi durumda, körün badem gözlü olması gibi, demokrasi katili demokrasi havarisi veya hazine soyguncusu iyilik meleği ilan edilir ve benzer görevleri sürdürenler sakınca duymaksızın günah işlerler!..
***
1980’lerin başlarında, bir Ankara sonbaharında, eşimle birlikte Sıhhiye Pazarı’na gitmiştik. Bir arabanın arkasında uygun bir yer bulmuş, oraya park etmeye çalışıyordum ki pazar alışverişi yapmış bir kadın geldi. “Gözüm ısırıyor” diyebileceğim kadın, arkasına park etmeye çalıştığım arabanın bagajını açtı ve getirdiklerini bıraktıktan sonra, bagajı kapatıp tekrar pazara doğru gitti. Belli ki alışverişe devam edecekti. Ancak arabadan indiğimde, bu arabanın sürücü koltuğunda gazete okuyan bir adam gördüm.
Arabada oturmuş gazetesini okuyan bir adam, pazar alışverişi yapan bir kadın, kadının aldıklarını getirip bu arabaya koyarak tekrar pazara gitmesi, bu arada adamın kadına yardım etmeksizin istifin hiç bozmadan gazete okumayı sürdürmesi!..
Durum tuhafıma gitti. Yanından geçerken baktığımda, adamın Deniz Baykal olduğunu gördüm. Görünmemeye çalışmak için olsa gerek, gazeteyi ön camı kapatacak şekilde ortadan açmış, iki eliyle tutarak okuyordu.
Beyefendi, halkın arasına karışarak pazar alışveriş yapmaya tenezzül etmediği gibi, alışverişten gelen eşinin, elindekileri arabaya koymasına bile yardım etmemişti.
Bu olay Deniz Baykal’ın, kendisini halktan uzak tutan bir seçkinci (elitist), rahatına düşkün ve egosunu önde tutan kişilik yapısında olduğunun göstergesiydi.
***
Bir tarihte, Tayyip Erdoğan’ın her gün birden fazla il dolaşıp halk ile buluştuğu günlerde, Deniz Baykal 10 gün kadar ortada görülmemiş, bu durum gazetelerde haber olmuştu. Magazin haberlerinin yazdığına göre, meğer o günlerde yüzünde bir sivilce çıkmış. Yakışıklılığı bozulan beyefendi, bu süre içinde kimseye görünmek istememiş!
Bu olay, rahatına düşkünlüğün yanında, özsever (narsisist) bir kişiliğin de göstergesidir. Nitekim, Kurultay salonuna konfetiler atılarak, pop starlar girmesi de bunu desteklemektedir!..
Daha sonra bir tv kanalında gazetecilerin karşısına çıktı. Bir gazeteci kendisine bunu sordu: “Tayyip Erdoğan geçen hafta, günde 2-3 il gezerken siz ortalarda bile görünmediniz. Neden?”
Politika anlayışını göstermesi bakımından Baykal’ın bu soruya yanıtı ilginçti: “onun sıkıntısı var, dolaşıyor. Bizim öyle bir sıkıntımız yok!..”
***
Politikacıların iktidara gelmek (ya da iktidarını sürdürmek) için il, ilçe, kasaba ve hatta köyleri dolaşıp halka partilerini/ kendilerini tanıtmaları ve anlatmaları gerekir. Baykal’ın bu yanıtı, onun iktidara gelmek gibi bir meselesinin olmadığının göstergesiydi!..
İktidar olmak, devleti yönetmek, özellikle yığınla sorunu olan bizim gibi ülkelerde, zor iştir. İnsanlar böyle zor bir işin altına, geri kalmış ülkelerde daha çok, yolsuzluk yaparak kişisel servet sahibi olmak amacıyla girerler.
Sayın Baykal’ın dürüstlüğünden kimsenin kuşkusu yoktur. Bakanlık yaptığı dönemlerde de bunun kanıtlamıştır. Bu nedenle böyle bir amaçla politikaya girmiş olamaz…
İdealist insanlar ise sahip olduğu dünya görüşünü/ ideolojini gerçekleştirmek; bu yoldan halkına hizmet etmek, devletini kalkındırmak ve ulusunu saygınlaştırmak gibi yüce amaçlar için iktidar olmak isterler. Böyle insanlar, devleti yönetmenin zorluğundan kaçınmayı bırakın, idealleri için ölümü bile göze alır, iktidara gelmek için ve geldikten sonra yorulmak nedir bilmeksizin çalışırlar…
Atatürk’ün partisinin genel başkanı olan/ Atatürk’ün koltuğunda oturan Sayın Baykal’ın ideolojisi, doğal olarak Kemalizm olmalıydı. Oysa o, Atatürk ilkelerinin ve CHP’nin simgesi Altı Ok’u, “duvara asılan büyük dedesinin fesli fotoğrafı”na benzetmişti…
O halde Deniz Baykal politikaya niçin girmişti?
***
Yeni bir hareketin liderliğini yapan insanlar, amaçlarına eriştikten sonra, genellikle birlikte mücadele ettiği arkadaşlarıyla yollarına devam etmezler. Bunun nedenleri arasında, başta “görüş farklılıkları” gelmekle birlikte, “minnet borcundan kurtulmak” isteği de olabilir. CHP’de “Ortanın Solu” hareketinin lideri olan Bülent Ecevit de İsmet Paşa’yı devirip genel başkan olduktan sonra aynı davranışı gösterdi.
Mücadeleye süresince yanında yer alanları, örneğin büyük birikimi ve hitabet yeteneği ile tartışmalarda, “Ortanın Solu” karşıtı Turan Feyzioğlu’nu hep susturan Muammer Aksoy’u yanından uzaklaştırdı. Ecevit istifa ettikten sonra Genel Sekreter olan birçok kişi, İsmet Paşa’ya karşı koyamayıp istifa ederken, Paşa’nın tüm baskılarına direnerek Kurultay’ı toplayıp Ecevit’in Genel Başkan olmasını sağlayan Kamil Kırıkoğlu’nu bile kenara attı vs…
Doğa boşlu kabul etmez. Ecevit’in boşalan çevresini de “Mülkiye Cuntası” doldurdu! Cunta’nın liderinin Turan Güneş olduğu görülüyordu…
***
Aynı yıllarda Paris’te lisansüstü eğitim gören Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Turan Güneş hakkında yazmış olduğu şiir ünlüdür. “Jön Türkler”den beri, Avrupa’daki gençler hep vatanı kurtarmaya (!) çalışır ve genellikle solcu olurlar. O yıllarda Türkiye’de olduğu gibi, Paris’teki öğrenciler de Mahmut Makal’ın yazmış olduğu “Bizim Köy” kitabını konuşmaktadır. Bir kişi hariç: Turan Güneş. O böyle şeylerle ilgilenmemekte, Paris’in keyfini çıkarmaya çalışmaktadır. Bunun üzerine Bedri Rahmi şunları yazar:
“Herifçioğlu oturmuş Sen Mişel’de,/ koyvermiş sakalı.
Neylesin bizim köyü,/ nitsin Mahmut Makal’ı.”
İşte Turan Güneş, kendisi gibi keyfine düşkün olan Deniz Baykal’ı da Mülkiye Cuntası’na alarak Ecevit’in kurmayları arasına soktu!..
Kısa bir süre sonra yapılan 1973 seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıktı ve Milli Selamet Partisi ile koalisyon kurup iktidar oldu. 35 yaşındaki Deniz Baykal yeni hükümette Maliye Bakanlığı gibi önemli bir koltuğa oturtuldu…
Sağlıklı ve yakışıklı bir genç olan yeni Maliye Bakanı, hitabeti ile de dikkati çekince karizmatik bir lider adayı olarak öne çıktı. Gelişmeler egosunu daha da şişirince Baykal “neden olmasın” dedi ve liderlik yarışına başladı…
Önce Ecevit, sonra Erdal İnönü ile giriştiği uzun erimli liderlik mücadelesinde, yenile yenile yenmesini öğrendi ve sonunda amacına erişip CHP’nin başına geçti.
İktidar olmayı aklından geçirmediğinden, seçim harcamaları için partiye hazineden verilen parayla, hem de Atatürk Orman Çiftliği yağmasına ortak olarak, keyif süreceği mini saray gibi, konforlu bir genel merkez binası yaptırdı…
Özseverliği gereği formunu koruması gerektiğinden, her gün Oran ormanlarında sabah koşusunu yapıyor, kahvaltısını yapıp dinlendikten sonra makam aracı ile mini sarayına geliyor; arabasının kapısını açmak için birbirleriyle yarışan yalakalar tarafından karşılanıp hep birlikte lüks döşenmiş makama geçiliyor ve geyik muhabbeti yapılıyordu!..
Tek işi, şakşakçılarının önünde haftada bir gün grup konuşması yapmaktı ve doğrusu bunu da güzel yapıyordu…
Bu saltanat bırakılıp iktidar olunarak ülkenin sorunları ile uğraşılır mı?
***
Deniz Baykal, Türkiye ekonomisini yeni sömürgecilik yöntemine göre düzenlemek ve AKP iktidarının yolunu açmak üzere, ABD tarafından gönderilmiş olan Kemal Derviş’i partiye aldı ve milletvekili yaptı. Tayyip Erdoğan’ın önündeki engelleri kaldırarak Başbakan olmasını sağladı. Bununla birlikte, belki CHP’nin köreltilmiş damarlarında azıcık da olsa kalmış Kuvayı Milliyecilik ruhunun dürtmesiyle, “1 Mart Teskeresi”nin kabul edilmemesini sağlayarak Güneydoğu’nun Amerikan askerleri tarafından işgalini önledi. Bu hizmetini Türk ulusu unutmayacaktır!..
İkinci olarak, CIA’nın TSK’yı çökertmek/ ulusalcıları ezmek amacıyla düzenlediği ve Fetö’nün tetikçi, AKP’nin kolaylaştırıcı olarak rol aldığı Ergenekon davasına karşı çıktı. Her ne kadar mahkemeye (Silivri) hiç gitmese de “ben bu davanın avukatıyım” dedi!..
ABD bunları bağışlamadı ve kaset komplosuyla ipini çekip saltanatına son verdi!..
***
Kendisine yaptığı kıyaklara karşı olsa gerek, Tayyip Erdoğan da son demde ona bir kıyak yaptı: hakkı olmadığı halde Devlet Mezarlığı’na gömülmesine izin verdi. Egosuna çok uyan bu kıyak, öte dünyada onu çok mutlu etmiştir!…