TBMM tartışma tutanaklarında Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı ya da 33 Kurşun Hadisesi

z1
Getting your Trinity Audio player ready...

1940’lı ve 1950’li yıllarda Türkiye merkez siyasetinin gündemine oturan “General Mustafa Muğlalı Olayı”nı, TBMM tartışma tutanaklarına dayanarak yazacağız.

Nedir bu işin aslı astarı?

Gazeteci-yazar Murat Meriç bugüne kadar şöhretinden bir şey kaybetmeyen şair Ahmed Arif‘in “Otuzüç Kurşun” isimli şiirini de vesile ederek 29 Temmuz 2018 tarihli makalesinde bu trajik hadiseyi hikayeleştirip Gazete Duvar‘da yayımladı.

Birlikte bakalım:

1943 yılının Temmuz ayında Van’ın Özalp ilçesinde yaşanan hadise, en büyük utançlarımızdan. O gün, 33 kişi, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle kurşuna dizildi. Cumhuriyet tarihinde yapılan yargısız infazların en büyüklerinden biridir bu.

Hadise çok geç ortaya çıktı ve gündemi işgal ettiği dönemde bir şiire konu oldu: Ahmed Arif’in ‘Otuzüç Kurşun’ başlıklı uzun şiiri, o yıllarda elden ele dolaştı, dilden dile yayıldı.

Zaman içinde pek çok bölümü farklı bestelerle yorumlanan ‘Otuzüç Kurşun’, ilk baskısı 1968 yılının Kasım ayında Ankara’daki Bilgi Yayınevi tarafından yapılan tek Ahmed Arif kitabı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’i kapatan şiir…

Ahmed Arif’in Otuzüç Kurşun şiirinin yer aldığı kitabının arka kapağı

 

Başlangıcı, İran sınırından Türkiye’ye girerek hayvan çalanlar olduğuna dair bir habere dayanıyor. Hadise başta ‘sivil’ yollardan halledilmeye çalışılıyor ancak çözülemiyor.

Van-Özalp kaymakamı Hilmi Tuncel’in himayesinde ‘görev’e başlayan kimi çetelerin olaya el koyması gerginliği artırıyor, zira bu çeteler sınırı geçerek iki bin koyunluk bir sürüyü Türkiye topraklarına getiriyor.

Tuncel’in bu sürüyü iade etmemesi üzerine İran tarafındaki aşiret reislerinden Mehmedi Misto, Özalp’a geliyor ve 500 koyunla dönüyor. Genelkurmay, bu noktada devreye giriyor:

3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın katliam emrini vermesi, son nokta.

Kaymakam Tuncel’in orduyu çağırırken bahanesi enteresan:

‘Rus askerleri sınıra dayandı.’

Kendi başarısızlığını bir yalanla örtmeye çalışıyor. Sonradan yaşanan gelişmeler biraz da bunun ışığında gerçekleşiyor. Aralarında bir kadınla 11 yaşında bir çocuğun bulunduğu 33 kişi, biraz da sınırın öte tarafında beklediği söylenen ‘düşman’a gözdağı vermek üzere gözaltına alınıyor.

İçişleri Bakanlığı tarafından olayı kontrol etmek üzere gönderilen (sonrasında Ankara Valiliğine atanan) müfettiş Mehmet Avni Doğan, konuştuğu tutukluların suçsuz olduğuna hükmederek Muğlalı’nın emrine itiraz ediyor ancak engelleyemiyor. Müfettişi tehditlerle susturan Muğlalı, köylülerin casusluk yaptığını söyleyerek katliam emrini uygulamaya koyuyor.

33 kişi, 28 Temmuz günü (kaynakların bazılarında 30 Temmuz olarak geçer) Yukarı Koçkıran köyü sınırındaki Sefo Deresi (Kürtçesi Geliyê Sefo-F.B.) mevkiinde iki müfreze tarafından kurşuna diziliyor…

Yaşananlar bir yana, hadiseye dair en büyük utançlardan biri, sonrasındaki örtbas etme çalışmaları. Hadise, askerî raporlara ‘çatışma’ olarak yansıtılıyor: Kurşuna dizilenlerin askerlere saldırdığı söyleniyor ve yaşanan çatışma sonucu öldürüldüklerine dair bilgiler, tanıklıklarla rapora yerleştiriliyor.

Sefo Deresi’ndeki katliamın fotoğrafı eşliğinde Nurcan Baysal’ın Temmuz 2014 tarihli yazı başlığı

 

Dahası da var: İzleri örtmek için Sefo Deresi ablukaya alınıyor; o günden sonra kimsenin bölgeye yaklaşmasına izin verilmiyor. Üstelik durum hâlâ böyle: Yakın zamanda, katliamla alakalı bir film çekmek için bölgeye giden ekibe jandarma tarafından izin verilmedi.

Enteresandır, hadiseyi ortaya çıkartan ve Muğlalı’nın yargılanmasını sağlayan, yeni iktidara gelmiş Demokrat Parti. Yapılan etkin muhalefet kapsamında meclise bir soru önergesi veriliyor ve yapılan tahkikat sonucu yargı yolu açılıyor. Hadiseyi meclise getiren, Ahmed Arif’in ‘süt dayımız’ diye andığı Diyarbakır milletvekili Mustafa Ekinci. Şairin mevzuya alakası biraz da buradan…

…Mustafa Muğlalı’nın 1947 yılında emekli olduğu bilgisini vereyim. Hadisenin gündeme gelmesinden sonra yapılan yargılama sonucunda idam cezası alan Muğlalı, yaşı göz önünde bulundurularak hapishaneye gönderildi. Askerî Yargıtay’ın kararı bozması üzerine ikinci yargılamanın yolu açıldı ancak Muğlalı bunu göremedi: 11 Aralık 1951’de geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

‘Otuzüç Kurşun’, en yaygın Ahmed Arif şiirlerinden. Şair, şiiri, Zahir Güvemli’nin Hürriyet’te yayımlanan bir haberinden sonra yazmaya karar verdiğini söylüyor:

‘(…) Okudum, başım döndü. Ondan sonra da basın yasağı geldi. 20-30 yıl da sürdü bu yasak.’ 

Her ne kadar hadiseyi gündeme getiren isim akraba olsa da (Ahmed Arif’in) mevzu hakkında bilgisi kıt. Bir yandan öğrenmeye çalışıyor, diğer yandan bunu nasıl şiire aktaracağını düşünüyor, bulamıyor:

‘Nasıl yazılır? Bunun tiyatrosu olur, hikâyesi olur, romanı olur.’

Bunları düşünüyor ama yılmıyor. Alıyor eline kâğıdı kalemi, yazıyor da yazıyor. Kolay olmuyor elbette, ‘destan’ın tam anlamıyla ortaya çıkışı yıllarını alıyor…

‘Bu dağ Mengene dağıdır’ dizesiyle başlayan ilk bölümü Onur Akın besteledi. Şarkı, 33 Kurşun adıyla Grup Baran’ın ilk albümü Yediveren’de yer aldı. Rahmi Saltuk ve Cem Karaca, şiiri aynı isimle söyleyenler. 

Sanatçı Rahmi Saltuk da ‘Otuzüç Kurşun’ şiirini aynı isimle seslendirdi

 

Cem Karaca yorumu önemli, zira 1988 yılında yayımlanan Töre adlı kasetin ikinci yüzünü açan bir şarkı bu. Oldukça uzun. Şiirin 5 numaralı bölümüyle başlıyor, 3 numaralı bölüme bağlanıyor.

Aradaki geçişte Selahattin Çelikses tarafından okunan bir ezan var ama bu sonrasında ‘sakıncalı’ bulunmuş olacak ki plak şirketi kaseti CD ve plağa aktarırken bu bölümü çıkarttı, sonraki kaset baskıları ‘ezansız’ yapıldı. Oğuz Abadan tarafından yapılan bu beste, ilerleyen yıllarda Hasret Gültekin tarafından da yorumlandı.

’33 Kurşun’ şiirinin 3. bölümünü seslendiren Esin Afşar

 

Şiirin en bilinen bölümü, 3 numaralı bölüm. Bilinme sebebi, ’70’li yılların hemen başında yapılan, çok popüler olan, sonrasında Esin Afşar ve Can Bonomo tarafından da seslendirilen Fikret Kızılok bestesi:

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…

Can Bonomo da şiirin 3. bölümün seslendirmişti

 

Hemen ardından gelen dizeler, 1979 yılında yayımlanan Zülfü Livaneli albümü Atlının Türküsü’ne ‘Kirvem’ adıyla girdi:

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

Zülfü Livaneli’nin ‘Atlının Türküsü’ klibinde ‘Kirvem’ şiiri de yer aldı

 

‘Otuzüç Kurşun’, sadece Türkçe değil, yaratıldığı coğrafyanın dilinde de söylendi: Ciwan Haco, şiiri ‘Sî û Sê Gûle’ albümünde Nedim Hekari tarafından çevrilmiş Kürtçe sözlerle seslendirdi. Şiirin en etkileyici yorumlarından biri bu…

Yazar Meriç’in anlattıkları buraya kadar. Şimdi de tarihi trajediye yol açan resmi uygulamanın hangi siyasi saiklerin sonucu olduğuna bakabiliriz.

Ek olarak gazeteci-yazar Günay Aslan, alan çalışması yapmak suretiyle olayı “Yas Tutan Tarih” adıyla kitaplaştırmasından ötürü 1993’te tutuklandı.

İki yıl sonra sonra salıverilince yurtdışına çıkıp mülteci oldu. Günay, ayrıca bu konuda belgesel yapıp yayımladı.

Hadisenin arka planı ve belgeler

Bu husustaki temel kaynağımız, Barış Ertem’in 2012 tarihli doktora tezi: Türkiye’de “Kürtçülük” 1950-1984 (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı Cumhuriyet Tarihi Bilim Dalı, İstanbul).

Yorumlarından bilhassa “Kürtçü akımlara” karşı mücadeleden yana olduğu izlenimi veren ve kimi noktalarda maddi hatalar yaptığı gözlenen Ertem, ayrıntılı çalışması sırasında başta TBMM Celse Zabıtları (Oturum Tutanakları) olmak üzere o tarihte kayda geçen veya sonradan haber, kitap ve makale konusu olarak ele alınan çeşitli kaynaklardan yararlanmıştır.

Tarih sırasına göre başlayalım:

Umumî Müfettişlik uygulaması 1928 tarihinde başlatılmış bir uygulamadır. Birinci Umumi Müfettişlik, Diyarbakır merkez olmak üzere Bitlis, Ağrı, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Urfa ve Van illerini kapsayan bölgeden sorumlu olarak, 1 Ocak 1928 tarihinde kurulmuştur. Birinci Umumi Müfettişlik görevine ise Diyarbakır Milletvekili İbrahim Tali (Öngören) getirilmiştir.

Umumî Müfettişliklerden üçünün görev ve yetki bölgesi doğrudan Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler olduğundan, faaliyette oldukları dönemde bu kurumların Kürtlerin yaşamları üzerinde önemli etkileri olmuştur. Genel olarak ifade etmek gerekirse, 1930’lu yıllar boyunca Umumî Müfettişliklerin gündeminde en üst sıraları siyasî Kürtçülük, kaçakçılık ve güvenlik konuları işgal etmiştir…

Dönemin İktisat Vekili Celal Bayar, 11 Eylül 1936’da başlayan, Kars, Ağrı, Erzurum, Elazığ, Van, Muş, Siirt, Diyarbakır, Malatya illerini kapsayan ve 21 Ekim 1936 günü biten seyahatinden sonra kaleme aldığı ‘Şark Raporu’nda şu noktalara dikkat çekmiştir:

  1. Doğu illeri, Cumhuriyet dönemine kadar hâkimiyet altına alınamamıştır. Bu zamana kadar hâkimiyet altına alınıp düzenin sağlanamadığı bölgenin disiplin altına alınmak istenmesi sorunlara neden olmuştur. Devlet, bölgeye yerleşememiştir. 
  2. Bölgedeki isyancılar cezalandırılmalıdır. Ancak suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan, bölge halkı topyekûn cezalandırılmamalıdır. 
  3. Kürt oldukları için bir kısım vatandaşlar okutturulmamakta ve devlet işlerine karışmaları engellenmektedir. Bu vatandaşları anavatana bağlamak için nasıl bir yol izleneceği de bilinmemektedir. Bunu sağlayacak idarî yapılanma sağlanmalı ve bu vatandaşlar anavatana bağlanmalıdır. 
  4. Cumhuriyet, Şarkta yeterince anlaşılamamıştır. Devlet memurları bu konuda atalet içerisindedir. 
  5. Bölgedeki vatandaşların toprak sahibi yapılmaları, üretim imkânlarını geliştirmek için kredi kolaylıkları sağlanması ve ürünleri satabilecekleri mekanizmaların kurulması onları anavatana bağlayacaktır. 
  6. Devletin bölgede dayanacağı en önemli kuvvet ordu ve jandarmadır. Bu iki kuvvet disiplinli ve modern zihniyette olmalıdır. 
  7. Bölgedeki hükümet binalarının durumu kötüdür. Yenilenmeleri gerekmektedir. Şeyh Said ve Ağrı İsyanlarından sonra Türklük ve Kürtlük ihtirasları bölgede karşılıklı olarak tırmanışa geçmiştir. 9. Bölgeye iyi yetişmiş idareciler gönderilmelidir…
Celal Bayar’ın ‘Şark Raporu’ kitabı

 

Doğu ve Güneydoğu’da yumuşama ve siyasi faaliyet:

Öte yandan:

…Celal Bayar, Demokrat Parti’nin kurulması aşamasında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Çankaya’da birkaç kez bir araya gelerek yeni parti meselesini görüşmüştür. Bu görüşmelerden birinde, partilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da teşkilâtlanması konusu da açılmıştır.

İsmet İnönü, yeni partinin bu bölgelerde teşkilatlanmasına karşı olduğunu söylemiş ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgedeki teşkilâtlarını lâğvetmesi karşılığında Demokrat Parti’nin bölgede teşkilât kurmamasını istemiştir. İnönü, bölge halkının ‘vuruşkan ve ateşli’ kimseler olduklarından particiliğin bölgedeki millî birliği bozmasından endişe duyduğunu ifade etmiştir…

Adnan Menderes, 1946 Genel Seçimleri için 17 Temmuz günü gittiği Aydın’da, İsmet İnönü’nün Bayar’a ilettiği bu talebi halka açıklamış; Doğu ve hudut vilâyetlerinde teşkilât kurmamaları ve köylere asla uzanmamaları şeklinde telkinler aldıklarını söylemiştir.
Aslında Demokrat Parti’nin kurulması ve İsmet İnönü’nün hızla genel seçimlerin yapılması kararını almasıyla gerçekleşen 21 Temmuz 1946 Genel Seçimleri sırasında iki partinin de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da etkili teşkilâtları yoktur…

İsmet İnönü ve Celal Bayar, Doğu ve Güneydeoğu’da parti teşkilatı açmayı tartışmışlardı

 

Doğu ve Güneydoğu’daki “…CHP teşkilâtlarını denetleyen İnönü, bölgedeki teşkilâtların yeniden kurulması ya da iyileştirilmeleri gerektiği” yönündeki değerlendirmesini, CHP’nin 1947 yılında düzenlenen 7. Kurultayı’nda ifade etmiştir:

Yalnız Cumhuriyet devrinde, bazı Doğu bölgelerimizde her biri bir sefer sayılabilecek on kadar harekât olmuştur. Eskiden gelen ve türlü anlaşmazlıklar yüzünden yeniden çıkan bu olayların her birinde; hesapsız insan, mal ve para kaybettik…

Yerinde tetkikler yapıp kendimce ehemmiyetli saydığım tehlikeleri önlemek çarelerini aramak istedim. En az on vilâyetin karşılıklı siyasi teşekkülleri ve şahsiyetleriyle temas ettim. Şimdi siyasî partilerin Doğu bölgelerinde çalışmalarına karşı çok daha sakin ve huzurlu durumdayım.

Celal Bayar ve Adnan Menderes, bazı Kürt şahsiyetleri partiye alıp devletle barıştırdılar / Fotoğraf: TRT

 

1947 yılında, devletin diğer kurumlarının bölgeye ve Kürtlere bakışında da benzer bir değişim dikkat çekmektedir.

Maliye Müfettişi Burhan Ulutan’ın bölge hakkında hazırladığı ve aynı yıl içerisinde Maliye Bakanlığı’na sunduğu “Cenup Şark Anadolu Hakkında Bazı Notlar” başlıklı rapor, bu değişimin önemli bir örneğidir:

…Devlet olarak, yarın acı bir ihtimalle karşılaşmak istemiyorsak, birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcudiyeti ile buraya hâkim olunamayacağını, yerli halkla anlaşmak ve onları bağrımıza basmak ve aramıza karıştırmak mecburiyetinde bulunduğumuzu hatırlarımızdan çıkartmamalıyız.

…Hakikatleri açıkça görmek ve ifade etmek yöneticilerin en önemli görevidir. Kendi vatanımızda, kendi kardeşlerimiz arasında adeta bir müstemleke devleti gibi yaşamamızın, silâh kuvvetiyle halka hâkim olmaya çalışmamızın sebepleri üzerinde ısrarla durmak, bunları bertaraf etmeye çalışarak vazifeye başlamak hedefimiz olmalıdır…

 

DP, teşkilâtı olmadığı için 1946 Seçimlerine katılamadığı Kars, Mardin, Muş, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Malatya, Siirt ve Van’da teşkilâtlarını kurarak bu illerde seçime katılmıştır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki seçim sonuçları, son zamanlarda yaptığı reformlarla bölgedeki üstünlüğünü koruyabileceğini düşünen Cumhuriyet Halk Partisi açısından beklediği gibi olmamıştır. 

DP, bölgeden 43 milletvekili çıkartırken CHP ise 37 milletvekilliği kazanmıştır. Bir bağımsız aday da Mardin’den Meclis’e gönderilmiştir.

1946 Seçimlerinde bölgeden hiç vekil çıkartamayan DP’nin 43 vekil çıkartması, son seçimlerde 74 vekil çıkartan CHP’nin ise 37 vekilliğe düşmesi, bölge oylarının Demokrat Parti’ye doğru kaymaya başladığının göstergesidir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu açısından, 1950 Seçimlerini tek partili dönemde yapılan seçimlerden ayıran önemli bir nokta, seçilen vekillerin bölgede doğmuş kişiler ya da mecburi iskânla Batı’ya nakledilmiş bazı ailelerin mensupları olmalarıdır. 

Partiler, bölge halkının oylarını çekebilmek için geçmiş dönemlerden farklı olarak bölgeden gelen Kürt kökenli isimleri aday göstermişlerdir.

1950 Seçimlerinde bölgeden Meclis’e gönderilen 81 vekilden yalnızca 13’ü bölge dışındandır. 

Böylece Kürtler, 1950 Seçimlerinden sonra Meclis’te daha fazla temsil imkânı bulmuşlar, taleplerini, fikirlerini ve siyasî düşüncelerini zaman zaman etnisite üzerinden de Meclis’e taşıyabilmişlerdir…

Meclis’te Kürtlerle ilgili tartışmalardan bir örnek:

…Seçim sonuçlarıyla ilgili öne çıkan ilk tartışmalardan birisi Kars’ta yaşanmıştır. Kars’taki 10 milletvekilliğinin hepsini Cumhuriyet Halk Partisi kazanmıştır. CHP’nin bu ilde aldığı oy oranı yüzde 58,5’tir.

Seçimlerden hemen sonra, 20 Mayıs 1950 tarihinde, Demokrat Parti’nin Kars İl Teşkilâtı’nın Başkanı İsmail Hakkı Alaca, Yüksek Seçim Kurulu’na bir dilekçe göndererek Kars’taki seçim sonuçlarına itiraz etmiş; CHP’nin Kars’ta seçimlerden önce ‘İnönü’nün kendisi Kürt olduğundan daha önce sürülmüş olan Kürtleri yerlerine geri getirdiğini; ‘Celal Bayar’ın ise Türk olduğu için seçimleri kazanırsa Kürtleri keseceği ve süreceği’ şeklinde propaganda yaptığını iddia etmiştir.

…TBMM’de Kürtlerle ilgili yaşanacak tartışmaların ilk örneklerinden biri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1951 yılı bütçesiyle ilgili görüşmelerde yaşanmıştır.

Mesela Demokrat Parti (DP) Gümüşhane Milletvekili Kemal Yörükoğlu şöyle konuşmuştur:

Muhterem arkadaşlarım, yıllarca sabık Halk Partisi (eski CHP) iktidarının zulüm ve itisafına uğramış bulunan, vatandaşları bir müstemleke muamelesinden başka bir şey tatbik edilmemiş ve reva görülmemiş bir bölgenin çocuğu olmasa idim, yalnız teşekkürle iktifa edip kürsüyü terk ederim.

CHP’li Tunceli Milletvekili N. S. Sılan, partisine sunduğu istifa metnini DP yanlısı Zafer gazetesinde yayınlamıştır. Buna göre:

Tunceli bölgesinden milletvekili olan Sılan’ın kuraklık sorununa çare için müracaat ettiği CHP’li bakan, kendisine, ‘Senin Kürtler mi, ölsünler!’ cevabını vermiştir.

Muğlalı Olayı ve 33 Kurşun:

Orgeneral Mustafa Muğlalı olayının ayrıntılarını da Barış Ertem’in çalışmasındaki ilgili bölümlerden alıntılayarak ele alacağız:

Gerçekleştiği dönemden (Temmuz 1943’ten) beri Kürt siyasetinin en önemli tartışma konularından birisi olan ve güncelliğini koruyan bu olay, Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci’nin 1956 yılındaki deyimiyle:

‘Şarklıların büyük derdi ve ıstırabıdır.’

1943 yılında Sovyet-İngiliz ortak işgali altında bulunan İran’da, Türkiye sınırına yakın bir bölgede, Sovyet destekli bir Kürt otonom (özerk) yönetimi kurma girişimleri devam etmektedir. Mahabad Bölgesinde genişlemekte olan bir Kürt ayaklanması vardır.

Van-Özalp, bu gelişmelerin yaşandığı bölgenin sınırında bulunmaktadır. Dolayısıyla sıcak bir bölgedir ve bölgede sık sık sınır ihlâlleri, istihbarat-karşı istihbarat amaçlı faaliyetler ve kaçakçılık olayları meydana gelmektedir. 

O tarihte bu bölge, Türkiye’nin güvenliği açısından çok hassas bir noktadadır… Bunların yanında sınırdaki kaçakçılık hareketlerine kaçakçılıkla misilleme yapan bazı ‘çeteler’ de bulunmaktadır. İddiaya göre, bu çetelerden biri, dönemin İçişleri Bakanı Recep Peker’in de onayı alınarak kurulmuş ve silâhları jandarma tarafından verilmiştir. 

Bu çeteyi kurma fikri ise, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter’e aittir. Hilmi Tuncel’e bu çetenin dağıtılması emri verilmiştir. Ancak çıkarı olan Hilmi Tuncel, aldığı emri yerine getirmemiştir…

1950 Seçimleriyle Meclis’e giren Kürt kökenli milletvekilleri, yargı süreci devam etmekte olan Orgeneral Mustafa Muğlalı Davası’nı tekrar Meclis’e taşımışlardır…

Muğlalı davası ile ilgili bir haber

 

Davaya konu olan hadisenin seyri şöyledir: İran’daki bir Kürt aşiretinin ileri geleni olan Mehmedi Misto’nun, (çeteler tarafından İran’dan Van tarafına kaçırılan 2000 kadar koyununa misilleme olarak-F.B.) sınırdaki karakolları aşarak Özalp’e 1,5 kilometre mesafedeki hayvanları İran’a kaçırması, sınır güvenliğinden sorumlu görevlileri telâşlandırmıştır. 

Bu durumu üstlerine açıklayamayacaklarını bilen Kaymakam Hilmi Tuncel, olayı saptırarak Van Valiliği’ne ‘Rus birliklerinin sınırı ihlâl ederek Özalp yakınlarına kadar geldiklerini’ rapor etmiştir. Binbaşı Şükrü Tüter de, olayı komutanlarına aynı şekilde yazılı bildirmiştir.

Üstlerinin Hilmi Tuncel ve Şükrü Tüter’in bu raporlarına inandıkları, hatta olayın daha da saptırılarak rapor edildiği, emekli General Kenan Esengin’in yıllar sonra yazdığı kitabında ‘Bir Rus topçu yüzbaşısıyla askerinin Türk sınırını geçmek isterken çatışmada vuruldukları’ şeklinde kayda geçmiştir.

General Kenan Esengin, bu kitabında Muğlalı olayından bahsediyor

 

Kaymakam Hilmi Tuncel ve Binbaşı Şükrü Tüter, olayı bu şekilde rapor ettikten sonra hem Mehmedi Misto’nun sınırı geçerken Türkiye’deki akrabalarından yardım aldığını düşünmüşler, hem de olayı daha da saptırarak kendi suçlarını örtebilmek için Mehmedi Misto’nun Özalp’teki birkaç akrabasını gözaltına almaya karar vermişlerdir. 

O sırada olayı öğrenen ve durumdan yararlanmak isteyen Arzuhalci Rıfat adındaki bir şahıs, bazı arazi ihtilâfları ve kişisel sorunlar yaşadığı Mehmedi Misto’nun uzak-yakın 40 akrabasını ihbar etmiştir. 

Kaymakam Hilmi Tuncel, bu 40 kişilik listeyi Van Valisi Hamit Onat’a bildirerek tutuklanmaları için izin istemiştir. Valinin izin vermesi üzerine bu 40 kişiden 38’i gözaltına alınmış ve Özalp Sulh Mahkemesi’ne sevk edilmiştir… 

Aynı günlerde Genelkurmay Başkanlığı, Hilmi Tuncel ve Şükrü Tüter tarafından verilen raporları dikkate alarak Van’ın Özalp kazasında sınır güvenliğinin kalmadığı sonucuna varmış ve Erzurum’da bulunan 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’yı durumu incelemesi için görevlendirmiştir. 

İnceleme emrini alan Mustafa Muğlalı, 24 Temmuz 1943 günü Özalp’e gitmiştir. Muğlalı, olayla ilgili olarak 33 kişinin tutuklandığını bu kişilerin yakınlarının kendisinden yardım istemesi sonucu öğrenmiştir. 

O dönemde Van’da görev yapmakta olan ve Muğlalı’yı Özalp’te karşılayanların arasında yer alan Doktor Binbaşı Reşit Ersezer, sonraki gelişmeleri şöyle anlatmıştır: 

‘(…) İki gün sonra Mustafa Muğlalı geldi. Muğlalı otomobilden iner inmez etrafını köylü kadınlar alarak dilekçeler verdiler. Bunlar, toplatılanların kadınları ve kızlarıydılar. Muğlalı, ilk defa bu sırada toplatılma olayını öğrenmiş oluyordu. 

Askerî gazinoya girince bu olayın ne olduğunu sordu. Vali, kendisine izahat verdi ve ‘bunlar çapulculara yataklık yapan ve sürülerimizin kaçırılmasına yardım eden kimselerdir. Kendilerini toplattık, sorgularını yapacak ve suçlu olanlarını ağır cezaya vereceğiz’ dedi.

Muğlalı, bunun üzerine ‘Sorgu ve mahkeme de ne oluyormuş, hepsini öldürtün, diğerlerine ders olur’ dedi. Kaymakam ve vali göz göze bakıştılar ve ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Bunlar, olayın bu suretle sonuçlanacağını daha evvel tahmin etmemişlerdi.

Orgeneral Mustafa Muğlalı / Fotoğraf: Mesut Uyar

 

Bu sırada gözaltına alınan 38 kişi mahkemeye çıkartılmış, mahkemenin 5 kişi dışında diğerlerini suçsuz bulması üzerine 33 kişi serbest bırakılmıştır.

Van Valisi Hamit Onat da, Muğlalı’nın sözlerinden paniğe kapılarak Diyarbakır’da bulunan Umumi Müfettiş Avni Doğan’ı aramış ve Van’a gelmesini rica etmiştir.

Avni Doğan, müdahale etmek istemişse de Mustafa Muğlalı, “Sen bu işe karışma, ben bu emri yüksek yerden aldım, icap ederse seni bile yok ederim” diyerek bu kişilerin tekrar gözaltına alınmalarını istemiştir.

Muğlalı, ayrıca Tümen Komutanı Tümgeneral Rasim Saltuk’a, gözaltına alınacak tutukluların tabur tarafından emniyetten teslim alınarak sınıra götürülmelerini emretmiştir.

Bunun üzerine, serbest bırakılmış olan 33 kişi tekrar gözaltına alınmıştır.

Gözaltına alınanlardan yalnızca biri, Mehmedi Misto’nun kızı Zühre serbest bırakılmış, diğer 32 kişi güvenlik kuvvetlerinin nezaretinde İran sınırına götürülmüşlerdir.

…Mustafa Muğlalı da olayı Genelkurmay Başkanlığı’na aynı şekilde rapor etmiştir. Bu raporlara göre; sınıra götürülen 32 kişinin burada kaçakçılık için kullanılan gizli yolları gösterirken sınırın diğer tarafından ateş açılması, Türk birliklerinin ateşe karşılık vermesi ve bu sırada askerlerin hayvanlarıyla İran’a kaçmaya çalışması sonucunda, bu 32 kişi iki ateş altında kalarak ölmüştür.

32 kişinin katledilmesi sırasında yaralı olarak İran’a geçmeyi başaran İbrahim Özay, 20 Aralık 1943 tarihinde Meclis’e gönderdiği dilekçede, “Raporun gerçeği yansıtmadığını ve sınıra götürülen kişilerin yolsuz emir üzerine kurşuna dizilmek suretiyle öldürüldüklerini” ifade etmiştir.

Devam edecek…

https://www.solmedya.com/2023/01/19/tbmm-tartisma-tutanaklarinda-orgeneral-mustafa-muglali-olayi-ya-da-33-kursun-hadisesi-2/

© The Independentturkish

Exit mobile version