Getting your Trinity Audio player ready... |
YAVAŞ yavaş seçim ortamına giriyoruz. Türkiye cumhuriyeti devleti ve ulus olarak yeni bir yol ağzındayız.
Yol ayrımının devamında eğer yine aynı yönde yürümeye devam edersek yolun ucundaki artık iyice mikrop yuvasına dönüşen bataklığa saplanıp boğulacağız, ya da yol sapağının öteki kolunda yürümeye başlarsak ulaştığımız alandaki Atatürk Türkiye’sinin berrak atmosferinde huzura kavuşacağız.
Sapağın öteki kolunda yürümeye başlamak demek İkinci Kurtuluş Savaşının startını vermek demek.
Birinci kurtuluş Savaşını ulus olarak eşsiz önderimiz Atatürk’ün üstün zekâsı, ulusu vatan sevgisi ve özgürlük aşkıyla yoğurup tek yürek haline getiren dehası sayesinde emperyalizmin kat kat üstün güçlerini boğuşa boğuşa alt ederek mucizevi bir zaferle kazanmıştık.
İkinci Kurtuluş Savaşına başlarken yolumuzu, yöntemimizi doğru belirlemek için ülkemizin, ulusumuzun son çeyrek yüzyıldır nasıl bir bataklığa saplanıp kaldığına bir göz atalım.
*
DEVLET adamlarının temel görevi ulusun mutluluğuna hizmet etmektir.
Oysa “Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı” tarafından düzenlenen “Küresel Mutluluk” raporuna göre 2021 yılında 146 ülke arasında bir yılda beş kademe gerileyerek 108 sıraya inen ülkemiz 2022 yılında da 112. sıraya düştü
Bugünler itibariyle gerilemenin hız kesmeden alt sıralara doğru devam ettiğini düşünmek abes olmaz.
Zira bugün Atatürk’ün tanımıyla iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde şahsî menfaatlerini, hukuk, adalet düşmanlarının, soyguncuların amaçları ile tevhit ettikleri için millet fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş durumda.
Yine Atatürk “Aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” diyordu.
Bu olasılık gerçekleşti ve ülkemiz başta yıllar boyu Türklük düşmanlığı yapan Araplar olmak üzere iktidar yandaşları tarafından yağmalandı, yağmalattırıldı.
Üretim ve hizmet kurumları, tarım ve orman alanları, sahil boyları yağma ve talan edildi.
Bu soygunlar nedeniyle büyük kitleler açlık sınırı altında yaşarken kaçak saray hanedanlığının 2020 yılı hesaplarıyla ulusa günlük maliyeti on milyon lirayı aştı.
Adalet sistemi, eğitim sistemi çöktü.
Atatürkçü yurtseverler, bilim insanları, TSK’nin değerli komutanları kurulan kumpaslar sonucu zindanlara atıldılar.
Atılan iftirayı onuruna yediremeyip intihar eden, ölümcül hastalıkla mücadele ederken sahte raporlarla sağlam gösterilip zindanda yaşamını kaybeden değerli komutanlar var.
Bütün kurumları dağıtılıp asırlık geleneklerinden koparılarak kirli siyasete alet edilen Türk ordusunda askerlik disiplini bozuldu.
İnsanlarımızın can mal, ırz güvenliği, insan özgürlüğü kalmadı.
Bilim, sanat, kültür yaşamı çağın gerisine düştü.
Bütün dünyada Atatürk ilkelerinin yarattığı “Modern Türkiye” imajı silinip kayboldu.
Din din olmaktan çıkıp tarikatlar, cemaatler irtica, soygun, küçük çocuklara tecavüze fetva veren ırz düşmanlığı yuvalarına döndü.
1924 yılında ülkenin ihtiyacı kadar aydın din adamı yetiştirilmesi amacıyla 29 tane İmam Hatip Okulu açılmıştı
Bugün “dindar ve kindar genç” yetiştirilecek diye dağ tepe İmam Hatip Okulları ile dolu.
Anadolu da çok sayıda okulu olmayan köy varken pek çok İmam Hatip Okulunun karşısında sanki kadınlar da imam olabilirmiş gibi Kız İmam Hatip Okulları açıldı.
“Din” ve “kin” anlam ve mahiyet olarak birbirine zıt iki kavram.
Dinlerin varlık nedeni “iyi insan”, “iyi vatandaş”, “iyi ebeveyn” olmanın yollarını göstermek ve öğretmek…
Kindarlık ise düşmanlık demektir.
Yüreğinde düşmanlık duyguları besleyen kişi dindar olsa neye yarar?
Kindarlık tedrisatının hedefi çağdaşlığa, laik düzene tepki mekanizması oluşturmaktan, ulusun bireylerini birbirlerine düşman etmekten, din istismarcısı diktatoryal sistemin ihtiyaç duyduğu milis gücünü yetiştirmekten başka ne olabilir ki?
*
İKİNCİ Kurtuluş Savaşı’na hazırlanırken, önce cephenin karşı tarafındaki aşmak zorunda olduğumuz kara güçleri doğru saptayıp tanımak gerekir.
Önce yaşadığımız zaman ve dünya haritasında hiçbir ülkede akla hayale gelmeyecek katastrofik aynı zamanda psikiyatrik, klinik bir vaka…
Yalan üstüne yalan, sahtekârlık üstüne sahtekârlık…
Diploması sahte…
Haddini aşarak devletin en yüce makamını işgal etmesini sağlayan seçmen oyları sahte…
Atatürk’ün kendi gelirlerinden harcayarak kurup Türk ulusuna armağan ettiği çiftlik arazisi üstünde İmar Yasası çiğnenerek kurulan kaçak saray sahtekârlığın bir başka türü…
“Demokrasi tramvaya benzer gideceği yere kadar gider, yola devam edersin” diyerek ve tramvaydan indikten sonra devam edeceği yolun adresini “Türkiye cumhuriyeti Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunlarla dinsiz bir devlet olmuştur. Türkiye’yi en kısa zamanda din ve şeriat devleti yapacağıma yemin kasem ederim” diye açıklayan…
O yolda ilerlerken önündeki en büyük engel olarak gördüğü Atatürk’ün manevi varlığından duyduğu rahatsızlığını Atatürk’ü kastederek “Yolumuzun üstünde ölü bir inek var ilerleyemiyoruz” diye şikâyet eden…
“Bütün servetim parmağımdaki yüzük, eğer zengin olursam yolsuzluk yapmışımdır” açıklamasını yaptıktan sonra dünyanın en zenginlerinden biri olarak yolsuzluk yapacağını henüz yapmadan önce bizzat ihbar eden insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir tuhaf fenomen yaratık…
*
İLK kurtuluş savaşımızda düşman safları arasında Kurtuluş Savaşına karşı çıkan Türklük düşmanları, vatan, ulus haini sözde din adamları, emperyalist işgalciler ile kol kola olan saray jurnalcileri vardı.
Bugün yine benzer şekilde dış güçlerin yerli piyonları, saray yakınları var. Dindarlık maskesi altında faaliyet gösteren Irz, namus düşmanı soysuz, onursuz yaratıklar var.
Etnik kökeni farklı olan ve Türklük düşmanı, emperyalist/siyonist sistemin özel hizmetkârı “yıkıcı-yok edici”yi “Tanrının bütün özeliklerini taşıyan önder” diyerek ilahlaştıran düşünceleri, algıları, mantıkları, istençleri felç olmuş fikri, vicdanı köleleşmiş, irfanı olmayan kitleler var.
“Söz meclisten dışarı” denir ama konu bu olunca şair Eşref’in şu ironisi akla gelmez mi?
“Bir soğan soyuluyor yaşarıyor gözler. Bir devlet soyuluyor aldırmıyor öküzler”
Eşsiz Önderimiz Atatürk “Milletin şahıslara, kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar tutkun olması, iyi netice vermez. Bunun tarihte misalleri çoktur” demişti
O misallerden birine ve sonucuna çeyrek asırdır bire bir yaşayarak tanık oluyoruz..
Einstein’ın “Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir” tanımına uyan korkak, tembel aydınlar var.
*
YAPILMASI gereken tek şey şu;
“Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez” diyen Atatürk Kurtuluş Savaşında savaş bezgini kitleleri vatan sevgisi, ulus sevgisi, özgürlük aşkıyla yoğurarak insanlık onurlarını uyandırıp nasıl birer yiğit olarak ayağa kaydırmışa yine o aynı yöntemi uygulamak…
Bugün yüz yaşına basan laik Cumhuriyetimizin kazanmak zorunda olduğu savaştaki düşman güçler farklı olsa da yine aynı mücadele ruhuyla aydını ile cahili ile genci ile yaşlısı ile kadını, erkeği ile Atatürk’ün bütün ezilen insanlık âlemine öğrettiği, gösterdiği ışıklı yolda ilerlersek ulusumuzu yeni bir zafer bekliyor demektir bu…
Zafer kazanılması için öncelikle insanlıkları amorflaşmış kitleleri derin uykularından uyandırarak fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür onurlu vatandaşlar haline dönüştürülmesi ikinci kurtuluş savaşının zafer müjdecisi olacaktır…
Zafer zafere inananlarındır.