Getting your Trinity Audio player ready... |
Mayıs, havanın iyiden iyiye ısındığı, çiçek kokularının ortalığı kapladığı, ağaçların yeşillendiği, baharın en güzel ayıdır. Ağaçların yeşilin tonlarına büründüğü, toprağın yeşerdiği, kuş cıvıltılarının, çiçek kokularının bahar rüzgârına karıştığı uyanışın ayıdır.
Nisan ayının, biraz soğuk biraz sıcak havası yerine artık baharın geldiğini hissettiren mayıs, çiçekler, meyveler, kuşlar, kelebekler, böceklerle tabiatı doldurur ve ruhumuzu yeniden canlandırır. Yaydığı enerjiyle insanın ruhuna bir canlılık katar.
İnci, uyandı. Penceresine doğru yürüdü. Penceresini açtı. Güneşin sıcaklığını hissetti. Aylardır beklediği güneş, sonunda yüzünü göstermişti. Tüm tabiata canlılık ve neşe gelmişti.
Bilimselliği kanıtlanmış, güneş ışığının, insanın ruhsal ve fiziksel enerjisini artırdığının, farkında olmayan var mıdır? Bahar mevsimi uyanıştır, diriliştir. Yeniden can bulmaktır. Baharda umutlar yeşerir, insan yerinde duramaz, yüreği kıpır kıpırdır.
Mayıs demek; üşümemek için giydiği kat kat giysilerden kurtulup hafiflemek, yüklerden kurtulmaktır. Yeniden doğuşa, güneşin göz alıcı ışıkları, hizmet etmektedir. Bir gün tüm insanlar, yok olsa bile güneş var oldukça, tabiat, her yıl bu döngüsünü devam ettirir.
İnsanoğlu ne doymak bilmez varlıktır. Ulaştığı her hedef, yeni bir arzunun doğumudur. Bu nedenle ölümü aklına getirmez. Onun isteklerinin sonu yoktur. Tüm doyumsuzluklarımız, sadece toprak altında bitiyor.
Hayatta en büyük servet sağlıktır da kaybedilinceye kadar değeri bilmiyoruz. İkincisi, gençlik ve özgürlüğün de kaybedinceye kadar değeri bilmiyoruz.
İnci, açık camın önünde bir süre kuş seslerini dinledi. Birden yüzünü okşayan serin bir rüzgârla gelen hanımelinin güzel kokusunu derin derin nefes alarak içine çekti. Birden arkadaşı Barış geldi aklına. Koku alma soğanı, fiziksel olarak amigdala ve hipokampus hafıza merkezleriyle çok yakından ilişkili olduğu için, kokular bazen insanı yıllar öncesine götürdüğü bilinen bilimsel bir gerçektir. İnci’de bu olmuştu.
Yüzünde buruk ifadeyle o günlere döndü.
Barış tanıştığı gün de penceresini açtığı gün de balkonu saran keskin hanımeli konusuyla karşılaşmıştı.
İnci, “ zaman o kadar hızlı geçiyor. 30 yaşından sonra anlamak mümkün değil gibi. Sanki otuz yaş, hayat ırmağının en şiddetli akan kısmını doğru bizi sürüklüyor. İçinde bulunduğunuz yaşa henüz tam anlamıyla alışamamışken veya yaşımızı söylemeye hazır bile değilken, bakıyorsunuz, kendinizi yeni yaşınıza girerken buluyorsunuz.
Nerede kalmıştı o gençlik yılları. Yaşama dair, geleceğe dair kurduğu hayallerimiz, o kadar safça ki, temelinde sevmek, sevilmek ve mutluluk barındırıyordu. Nedense para ve gelecek kaygısı, hiç aklımıza gelmezdi.
Aslında hepimiz saygılı, çekingen ve utangaçlıklarımız vardı. Kendimize göre; mahrem onlarca düşünceyi, duyguyu, safça yaşardık. Arkadaşlarımıza ve seveceğimiz kişiyi karşı sadece beğeniye dayalı ilişki vardı. Mevki makam, maddiyat hiç aklımıza gelmeyendi.
Gençlik, hani deler ya “ başımızda kavak yelleri esen “ yıllar. 1970lerin Ankara’sında yaşayanların belleklerinde saklı; bu güzel anılar, artık geçmiş zamanın hüzünlü ve mutlu sayfalarını oluşturuyor.
Cem Karaca, Tanju Okan, İlhan İren, Nilüfer, The Beatles, Tom Jones ,Elvis Presley dinlendiği, dostlukların, arkadaşlıkların, yüzeysel yaşamadığı yıllardı.
Baharla birlikte bahçelerdeki leylaklar ve hanımelilerin güzelim kokuları ile gözlerimize şölen, kokularıyla da ruhumuz okşardı. Her şey o kadar güzeldi ki; “ilk gençlik hülyası mı, deliliği mi dersiniz, bilemiyorum. Bulvarda sağlı sollu, akasya ağaçları ve güzel kokulu çiçekleri oradan oraya uçan kuş sesleri, biraz aşağısında düğünlerde ev sahipliği yapmış “Ordu Evi, daha aşağısında birçok değerler yetiştirmiş TRT binası ve tüm meşhur sanatçıların yer aldığı, Gençlik Parkın içinde, lunapark aile gazinosu vardı.
1970li yılların gençlerinin gittiği yerler, Bulvar üstünde, Milk Pastahanesi, Cinnah üstünde alt katı da disko olan Elegant, Sergen, Papazın bağı, Gölbaşı idi. Mantı yemek için gittiğimiz Hatça Ana’yı da unutmamız gerekiyor.
Tabii eğlencelerin süresi uzadığında, restoran ve gazino sonrası gece kulübü devri başlıyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar Feyman, İntim, gibi kulüplerde orkestraların sunduğu canlı müzik eşliğinde eğleniyorlar ve işkembecide geceyi noktalıyorlardı.
İnci, genelde arkadaşlarıyla Milka pastanesinde buluşurdu. Yine bir gün iş arkadaşlarımızla Milka’da buluştuğumuz gündü. İnci, ilk kez Barış’la orada tanıştı. Esmer, uzun boylu, kendine has tavırlarıyla yakışıklı biriydi.
Sohbet ve konuşmalarıyla ilgi topluyordu. Meğer o da İnci’nin çalıştığı yerde görev yapıyormuş. Barış’la öğlen yemeklerinde veya hafta sonu toplandıklar zamanlarda iki samimi arkadaş olmuşlardı.
İki yıl geçmişti. Barış evlendi ve farklı bir şehre taşındı. Aradan üç yıl geçmişti. İnci, Barış’ın Ankara’ya döndüğünü sınıf arkadaşından öğrendi. Boşanmıştı. İnci ile Barış, tesadüfen öğlen yemeğinde karşılaştılar.
Barış, sanki aynı Barış değildi. Neşesini ve neredeyse tüm yaşam heyecanını kaybetmişti. Sakin, çok az konuşan biri olmuştu. Sorulara kısa cevap vererek geçiştiriyordu. Muğla’dan geldiğin, boşandığını, kendime yeni bir hayat kurduğu anlatırken “Evden apar topar ayrıldım. Babamın halısı orada kaldı” diye buruk ifadeyle konuştu.
İnci “Alt tarafı bir halı, neden dert ediyorsun” dedi. Barış, “Halı babamdan kalan tek hatıra idi. Ona ait elimde hiçbir şey yok” dedi.
1960 YILLARI
27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi. Demokrat Parti (DP), iktidara geldiği ilk dönemlerden itibaren Toprak Reformu’na karşı çıktığı için büyük toprak sahipleri, muhafazakâr kesim, dindarlar ve tarikatlar tarafından desteklenen bir parti oldu.
Atatürk döneminde açılan Halk Evleri ve İsmet İnönü döneminde açılan Köy Enstitüleri de patronların ve tutucuların tepkisine yol açıyordu. DP hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte buralarda kapandı.
DP, ikinci evrede baskıyı artırdı. Kendini destekleyen basını verdiği her türlü destekle mutlu ederken, kendine muhalif gazetecilere, hapis yolunu gösterdi. 1241 gazeteci hapisle tanıştı.
Aylar süren davaları hızla karara bağlamak için özel mahkemeler kurulup muhalefet eden yazarlar, susturulma yoluna gidildi.
Tüm radyo kanalarını kendi parti yayın organı gibi kullanarak, muhalefeti susturmaya çalışıyordu.
Demokrat Parti’nin “Tahkikat Komisyonu” kurması, kendi sonunu getirdi. Tahkikat Komisyonu’na karşı çıkan sadece muhalefet değildi. Üniversiteli öğrenciler de, bu yasaya karşı çıkıyordu. Tepkilerini Ankara ve İstanbul’da büyük gösterilerle gösteriyorlardı.
Takvimler 21 Mayıs’ı gösterdiğinde, Harp Okulu öğrencileri de Ankara’da bir yürüyüş yaparak iktidarın karşısında olduklarını gösterdi.
İktidarı İsmet İnönü’nün mecliste yaptığı konuşmada; “Bir idare insan haklarını tanımaz ve baskı rejimi kurarsa o memlekette ihtilal kaçınılmaz olur. Bu yolda devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam” uyarısına rağmen, iktidar, zorbalığını inatla sürdürdü. 27 Mayıs ihtilalı oluyor.
Barış’ın babası bu süreçte yargılanır. Yargılanma sürecinde kalp krizi geçirir ve maalesef hayatını kaybeder. Küçük yaşta babasını kaybeden Barış, babasından kendisine kalan halı ile manevi bağ kurar.