Getting your Trinity Audio player ready... |
Anadolu’dan, Tokat’ın Artova’sından ekmek ve hayat kavgasının yollarını Ankara’ya uğrattığı halk çocuğu iki kardeş, emperyalizme karşı şanlı bir direnişe sembol olmuş, o kutsal kavganın var ettiği bu şehirde çok önemli bir yer tuttular… Onlarca yıl boyunca, “Sol” denince onların yayınları, onların kitapçıları hemen akla geldi… Benim hayatımın tıbbiyeli genç devrimcilik yıllarında da, Anadolu’da yirmi yıllık hummalı bir hekimlik hayatının ardından Ankara’ya dönüşümden sonra da yaşamımda çok önemli bir yerleri oldu…
Sıhhiye’deki Zafer Pasajı’nda onların kitapçı dükkânının raflarını seyretmek, kitapların o büyülü dünyasında girip sayfalarını karıştırmak, gençliğin kaynattığı kanımızı dinginleştirir, düşünce sarmallarında bambaşka âlemlere geçirirdi bizleri…
1968 kuşağı gençlik, onların yayınladığı kitaplarda Marks, Engels adlarıyla tanıştı… Onlar, hem yayınladıklarıyla, hem yaşamlarıyla hayatın bütün kötülüklerine karşı bilinçli bir kavganın hep ön saflarında yer aldılar…
Muzaffer Erdost, ağabeydi… O 12 Mart faşist darbesinden sonra tutuklanınca İlhan aldı yayınevinin sorumluluğunu.
12 Eylül’de ikisi birlikte gözaltına alındılar… 7 Kasım 1980 günü, bir askeri cemsenin içinde acımasızca dövüldüler, tekmelendiler. İlhan Erdost, o gün, ABD emperyalizminin “Our Boys” dediği satılık generallerin kışkırtmaları, beyinsiz emirkullarının o insanlık dışı saldırılarıyla genç yaşında, küçücük çocuklarına doyamadan yaşamdan koparıldı…
Sonrasında Muzaffer ağabeyim (benim de hep abim oldu, babamın da çok iyi dostuydu) kardeşi İlhan’ın adını da aldı üstüne… Muzaffer İlhan Erdost oldu. Her 7 Kasım’da, Ankara’da Karşıyaka’da İlhan’ın mezarı başında gözyaşı döktü. 7 Kasımlar onun dostlarıyla buluştuğu bir ritüel olmuştu… Ben de Ankara’da olduğum tüm zaman dilimleri içinde onların yanında olmaya çaba gösterdim…
2020 Şubat 25’te de Muzaffer İlhan Erdost’u da uğurladık sonsuzluğa…
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucusu ve yöneticisiydi Muzaffer ağabey. Benim de yanında çalışmam için, vakfı sürdürmem için çok ısrar etti ama ne zamanım yeterdi o işe ne de enerjim… İlhan İlhan Kitabevi’ne her uğradığımda gelmiyorsun diyerek serzenişte bulunur, daha sık gitmemi isterdi. Uzun uzun sohbet ederdik. Fotoğrafımı çekip vermeyi de ihmal etmezdi.
Askeri darbelerin ve özellikle 12 Eylül1980’in yıkıma uğrattığı bir düşünür olarak 20. Yüzyıl sonuna yakın başlatılan kültür ihanetlerine, 21. Yüzyıl başlarında yaşanan kumpas davalarına karşı da aydın kesimi ilk uyaranlardan oldu… Emperyalistlerin ordu içindeki yurtsever güçlere karşı giriştiği oyunlara karşı sesini yükseltmeye çalıştı. FETÖ kumpaslarına ve CİA ile ortak girişimlerine ilk dikkati çekenlerden biri de odur. Anadolu Rönesansı’nı yazarken onun Onur Yayınları tarafından yayımlanmış iki kitabı, benim için de yol gösterici oldu.
Kimi han hamam sahibi olup gitmeyi hüner sayar bu dünyadan, kimi bir makama oturup böbürlenince adam olduğunu sanır…
Erdostlar insanlık dostlarıydı… Güzel insanlardı. Onlar göçüp geçti bu dünyadan; bize insanlık adına verilmesi gereken bir mücadelenin emanetleri kaldı…
Bu emanet hem çok ağır, hem çok onur vericidir. Muzaffer abimin Onur Yayınları gibi…
Selam olsun Erdostlara, insanlık dostlarına; selam olsun onlardan emanet kalan dünyaya…
09 Eylül 2022, Alper Akçam