Getting your Trinity Audio player ready... |
Antik çağlardan Fransız devrimine kadar hastayı her şeyden sorumlu tutan hekimlik anlayışı bu devrimin ertesinde uzmanlık alanlarına yönelmiş, hal böyle olunca hastalar bu kez de adeta “denek” haline getirilmişti.
“Hasta kaderci olmalıdır, doktorunu bir ‘baba’ gibi görüp ona teslim olmalıdır” yaklaşımı uzun yıllar devam etmiştir.
- Dünya Savaşından sonra ise modernizmin yansımaları ‘hasta hekim’ ilişkisine yansımış, teknoloji daha ön plana çıkmış olsa da bu kez de bakım ve hekim ihmali sorunları yaşanmaya başlamıştı.
Bu tür davaların artması ile teknolojinin tıp bilimindeki cazibesi kaybolmaya yüz tutmuştu.
Günümüzde ise bu ‘babaerkil ilişki’ modeli, hastanın uzaklaştırılmasının aksine daha merkeze doğru geldiği bir nevi ‘karşılıklı işbirliği’ modeline doğru dönüşmesine rağmen bu da sosyokültürel ve ekonomik özelliklerine bağlı olarak toplumdan topluma, ülkeden ülkeye farklı özellikler göstermektedir.
Hasta hekim ilişkisi, hasta haklarına yer verecek şekilde esnetilerek 1981 yılında Dünya Hekimler Birliği’nin Lizbon Bildirgesi yayınlandı.
Bu bildirgenin eksikleri ise 1994 Amsterdam ve 1995 Bali Bildirgeleri ile giderildi.
Son olarak 2005 yılında Santiago’da Dünya Hekimler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi geliştirilerek özerklik ilkesi ile ilgili haklar oluşturmuş ve Sağlık Eğitimi Hakkı yeni bir hak olarak tanımlanmıştır.
Hasta hakları şu başlıklarda toplanmıştır:
- Nitelikli Sağlık Hizmeti Alma Hakkı
- Seçim Yapma Hakkı
- Kendi Kaderini Belirleme Hakkı
- Bilinci Kapalı Hastaya Yaklaşım
- Yasal Yeterliliği Bulunmayan Hastaya Yaklaşım
- Hastanın İsteğine Karşın Yapılan Girişimler
- Bilgilenme Hakkı
- Gizlilik Hakkı
- Sağlık Eğitimi Hakkı
- Onurunu Koruma Hakkı
- Dini Destek Hakkı
Kaynak Linki : https://hukukbook.com/dunya-hekimler-birligi-hasta-haklari-bildirgesi/
Böylece -kâğıt üzerinde de olsa- dünya hekimleri hasta haklarını kabul etmiş oldu.
Ulusal düzeydeki yasal düzenleme Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi, Hasta Hakları Yönetmeliği, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi gibi mevzuatlarda yer almaktadır.
Ülkemizde 1998 yılı itibariyle 26 Ekim “Hasta Hakları Günü” olarak kabul edilmiştir.
Hasta hakları maddelerine rağmen ülkemizde hasta hakları hala korunamıyor ve hastalar kendilerini güvende hissedemiyor.
Devlet hastanelerinden randevu almak ise –neredeyse- imkânsız bir hale geldiği gibi her geçen gün hasta ve hastalık sayısı artarken, doktor sayısı gitgide azalmaktadır.
Merkezi Hekim Randevu Sistemi’ni (MHRS) hedef alan pek çok şikâyette, branş ya da şehir fark etmeksizin, ülke çapında benzer sorunların yaşandığı görülmektedir.
Oysa Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 23 Ağustos’ta gerçekleştirilen kabine toplantısı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlarken, devlet hastanelerinde yaşanan randevu problemi hakkında, “sağlık çalışanlarının mutluluğu arttıkça” bu sorunun da çözüleceğini söylememiş miydi?
Bu doğrultuda “ek ödeme yönetmeliği” gibi çeşitli adımlar attıklarını belirten Koca, kamuda çalışmanın cazip bir hale geleceğini belirterek, “1-2 ay gibi kısa bir süre içerisinde” randevu sorunu da dahil olmak üzere, birçok sorunun çözüleceğini belirtmiş ve “Kamuya geçişlerin daha fazla olduğunu hep birlikte göreceğiz” demişti de nerede bütün bunlar?
Türk Tabipleri Birliği verilerine göre, son 10 yılda Türkiye’den ayrılan hekim sayısı katlanarak arttı.
2022 yılının ilk 8 ayında bin 683 hekim yurtdışına yerleşti.
Oysa 2012 yılında ise bu sayı sadece 59’du.
Bu iki rakam arasındaki farkın nedenini sormaya gerek var mı?
Kaldı ki bu rakama bir de emekliye ayrılan, istifa eden ya da özel hastanelere geçiş yapan doktor sayısı eklendiğinde; kamuda çalışan doktor sayısındaki azalma net bir biçimde gözleniyor.
Ayrıca pandemi sürecinde yürürlüğe konan istifa yasağının kaldırılmasından sonra emekliye ayrılan ve istifa eden doktor sayısının 10 bini bulduğu da bilinmektedir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, ek ödeme yönetmeliği gibi yakın zamanda hayata geçirilen uygulamalar sayesinde 6 binden fazla hekimin kamuya dönmek üzere başvuru yaptığını, bunlardan 5 binini uzman hekimlerin oluşturduğunu söyledi.
Bu durumda 6 binden fazla hekim kamuya dönmek için başvuru yaptıysa, hangi branştan ne kadar başvuru olduğunu da bir zahmet açıklayabilir mi?
Dünyada, toplam nüfusundan fazla sayıda acil servise başvuran tek ülkenin Türkiye olduğunu ve geçen yıl bu sayının 130 milyon civarında olduğunu biliyor muydunuz?
Dünya Sağlık Örgütü standartlarına göre bir hastaya ortalama 20 dakika ayırmak gerekirken Türkiye’de hasta bakma süresi 5-10 dakika oluyor ve bu da randevulu-randevusuz hastalarla birlikte, bir hekimin günlük hasta sayısının 100-120’yi bulmasına neden olurken, hekimlerde tükenmişlik sendromu, hastalarda ise memnuniyetsizliğe yol açıyor.
Kısacası kimse memnun kalmıyor.
Bu memnuniyetsizlik de hastaların gereken ilgiyi görmemesi nedeniyle şiddetin her geçen gün artmasına ve hekimlerin mesleğini yapamayacak duruma gelmesine yol açıyor.
Ülkedeki sağlık sistemindeki organizasyon bozuklukları ile altyapı ve eleman yetersizlikleri, hasta haklarının yıllardır yasallaşamamasıyla birleştiğinde toplumda sağlık hizmetlerine karşı genel bir korku ve güvensizlik hissi oluşturmaktadır.
Kısacası, özel ya da kamu sağlık kurumlarından hizmet alan hastalar ve hasta yakınları sağlık sistemindeki eksiklikler yüzünden kendini güvende hissedememektedir.
Ücretsiz, eşit ve çağdaş bir sağlık sisteminin olmadığı, kişilerin kendini güvende hissetmediği toplumlarda ekonomik, kültürel ve sosyal kalkınmadan söz edilmesi mümkün müdür?
Koruyucu önlemlerin alınmadığı, yeterince önemsenmediği durumlarda sağlık harcamalarının daha da artması bir yana hizmetler de talebe karşılık verememektedir.
Bu da geriye kalan tüm hasta haklarının ihlal edilmesine yol açmaktadır.
Ne üzücüdür ki ülkemizde, sağlıkla ilgili detaylı bir haritalandırma, araştırma ve istatistiki bilgi bulunmamaktadır.
Hastaların sağlık geçmişi de düzenli bir veri tabanı ile arşivlenememektedir.
Oysa sağlık diğer tüm devlet politikaları belirlenirken birinci unsur olmalıdır. Ekonomi politikalarından, gıda güvenliğine, çevre düzenlemesi ve inşaat izinlerinden, ticari konulara kadar tüm konularda sağlık faktörü göz önünde bulundurulmalı ve atılacak her adımda yapılacak her yasa ve düzenlemede birincil sırada dikkate alınmalıdır.
2022 yılında sağlık harcamalarına yaklaşık 304,6 milyar lira kaynak ayrılmıştır.
85 milyon nüfusu olan Türkiye’de kişi başına düşen sağlık bütçesi 3.583 liraya tekabül etmektedir.
Kısacası, hastalanmayacaksınız!
Hasta hakları yasası şarttır!
Kaliteli ve eşit sağlık hizmetinin geliştirilmesi gerekirken, en temel hakların bile ihlal edildiği bir dönemden geçiyoruz.
Hasta hakları yasası ile birlikte, sağlık sisteminin iyileştirilmesi için gerekli tüm yasal düzenlemelerin de bir an önce tamamlanması gerekmektedir.
Hasta hakları yasası sadece bireysel mağduriyetlerin tazmin edilmesi demek değildir.
Hasta haklarının korunması ile sağlık hizmeti sunanların özlük hakları zarar görmeyecektir.
Aksine hasta haklarının yasallaşarak uygulanması sonucunda, devletin anayasanın yüklediği birincil sorumluluğunu, yani toplumun sağlıklı yaşam hakkını sağlama görevini yerine getirmesi, sağlıkta toplam kaliteyi yükseltecek, hastaların eşit ve çağdaş şartlarda tedavi olması, sağlık çalışanlarının ise ideal şartlarda hizmet sunabilme hakkını sağlayacaktır.
Türkiye’deki hastaların durumunu özetleyen bir fıkra ile yazımı noktalıyorum değerli okurlar:
“Doktor bey, beni morga mı götürüyorsunuz?
– Evet
– Ama ben daha ölmedim ki…
– Olsun, biz de daha gelmedik zaten…”
Aşkım Tan
askimtan@yahoo.com