Getting your Trinity Audio player ready... |
Ülkelerin bugününün ne olduğu ve geleceğinin nasıl olacağı, çağı ne kadar yakaladığı sorusunun yanıtı ile bulunabilir. İçinde bulunduğu çağı yakalayamamış bir ülkenin, bir toplumun refah içinde olma ihtimali yok denecek kadar azdır.
Bana göre, toplumların içinde bulunduğu çağı yakalaması, geçmesi veya çağın gerisinde kalmasında liderlerin payı büyüktür. Örneğin Humeyni’nin liderliği sonrası İran çağın gerisinde kalmaya başlamıştır. Üstelik, tarihte önemli uygarlıkların yaşandığı bir coğrafyaya ve çağa yön veren bir geçmişe sahip olmasına rağmen bu süreci yaşamıştır. Keza, Deng Xiaoping’in liderlik ettiği Çin, 1970’lerin sonundan itibaren çağı yakalamaya başlamıştır. Bugün Çin’in sahip olduğu refahta Deng Xiaoping’in dönüştürücü liderliğinin anlamlı payı vardır. Yine sadece çağı yakalamak değil, çağın ötesine geçmek için gösterebileceğimiz en iyi örnek Mustafa Kemal’in liderliğidir. Her ne kadar askeri zaferleri öne çıksa da bana göre Mustafa Kemal’in kavgasının büyük kısmı liderlik ettiği topluma çağı yakalatmak ve daha ilerisine taşımak üzerineydi. O’nu ebedi liderimiz yapan da en temelinde bu kavgasıydı.
İçinde bulunduğumuz çağın bilgi çağı olarak tarif edilmesinden yola çıkarak, bilginin, düşüncenin, eleştiri hakkının, çağı yakalamanın en önemli göstergelerinden biri olduğunu kabul edebiliriz. Bugün refaha erişmiş toplumların önemli bir kısmında düşünce özgür, siyasileri eleştiri ise sorgulanmaya kapalı bir temel haktır. İktidarların lehine veya aleyhine olacak her bilginin kamuoyu ile paylaşımı yasal güvence altındadır. Aksine, refahın olmadığı, gerici ve otoriter yönetimlere baktığınızda ise durum tam tersidir.
Türkiye 2002 yılından bu yana sürekli bir otoriterleşme süreci içerisinde. Demokratik kazanımların önemli bir kısmı erozyona uğramış durumda. Bu erozyon hali artık sosyal medyanın sınırlandırılmasına kadar gelmiş durumda. Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz günlerde iktidar ve küçük ortağı “yalan bilginin yayılmasını engellemek” adı altında açık bir sansür yasası geçirdi. Bu hafta bu konuyu toplumun gözünden anlamaya çalıştık. İlk olarak toplum bunu “yalan bilginin yayılmasını engelleme” çabası olarak mı “sansür yasası” olarak mı gördü onu inceledik. Bunun için öncelikle deneklere 29. Maddeyi okuttuk. Madde şöyle:
«MADDE 29- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na 217’nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma
MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
Kanun maddesini okuttuktan sonra “Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Basın Kanunu’nun yukarıdaki 29’uncu maddesinde sizce ne amaçlanmaktadır?” sorusunu sorduk. Yanıtlarını birlikte inceleyelim.
Görüldüğü üzere toplumun yüzde 55,8’i iktidarın amacının sosyal medyaya sansür getirmek olduğunu düşünürken yüzde 44,2’si yalan bilginin yayılmasını engellemek olduğunu düşünmektedir. Yaşamın her alanında özgürlükleri kısıtlayan bir iktidarın böylesine bir yasanın toplumun iyiliğine olduğuna yüzde 44,2’lik bir seçmeni ikna etmiş olmasının önemli bir başarı olduğunu kabul etmek gerekir. Her ne kadar AKP ve MHP kendi tabanlarının yaklaşık 1/3’ünü buna ikna edememiş olsa da, yasayı yalan bilginin yayınlamasını engellemek olarak düşünenlerin oranının, yine de büyük başarı olduğuna inanıyorum.
Tabi bunu yaratan, arka planda başka bir toplumsal gerçekliğin varlığı. O da toplumun anlamlı bir kısmının sosyal medyada bir denetimi talep ediyor olması. Bu sonuca sorduğumuz başka bir sorudan eriştik. “Sosyal medyada denetim olmalı mı?” sorusuna ne cevap verilmiş birlikte bakalım.
Toplumun yüzde 52’si denetimin olmasını istiyor. Bu talebin CHP, İyi Parti ve HDP tabanlarında da anlamlı oranda olduğunu görüyoruz. Şüphesiz ki bu durumun oluşmasında her siyasi tabanda az ya da çok bulunan “klavye meczuplarının”, sosyal medyada özgürce hakaret edebileceğine inanmış cüreti artırılmış cahillerin ve iktidarın ücretli trollerinin payı yüksek.
Gelelim iktidarın özgürlükçülük iddialarının toplum gözünde ne kadar altı boş bir iddia olduğunun somut kanıtına. “Bir vatandaş sosyal medyada iktidarı eleştiren bir paylaşım yapsa aşağıdakilerden hangisinin olma ihtimali daha yüksektir?” diye sorduk. Yanıtlar ülke adına son derece kaygı verici. Birlikte inceleyelim.
Toplumun yüzde 54,5’i yani büyük çoğunluğu, bir vatandaşın iktidarı sosyal medyada eleştirmesi halinde mahkemede yargılanıp ceza alacağını düşünüyor. Keza yüzde 11,5’i mahkemede yargılanıp serbest bırakılacağını, yüzde 13,1’i gözaltına alınıp serbest bırakılacağını ve yüzde 8,1 ise polisin ifadeye çağırıp serbest bırakacağını düşünmekte. Bir vatandaşın iktidarı sosyal medyada eleştirdi diye herhangi bir cezaya veya işleme maruz kalmayacağını düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 12,8. Yani, toplamda yüzde 87,2’lik bir oranla, iktidarı sosyal medya üzerinden eleştirmenin mutlaka karşılığı olacağını düşünen bir kesim var. İfade, gözaltı, yargılanıp serbest bırakılma ya da ceza alma…
İçinde bulunduğumuz bu yakıcı yoksullaşma hali bize başka bir konuya konsantre olma imkanı tanımıyor. Dar bir grup dışında yurttaşların ezici çoğunluğu hayata tutunma çabası veriyor. Elbette ki siyasiler öncelik olarak ekonomik kriz ve çözümünü ele alıyor. Bu son derece doğal fakat bir kez daha görüyoruz ki, ekonomi kadar önemli bir konu da özgürlükler meselesi. Öyle, sadece gelişmiş ülkelerde görebildiğimiz bir özgürlük de değil, sosyal medyadan itiraz etme özgürlüğü. Evet, ülkemizde bu bile yok.
İktidar değişikliğinde bize düşen; çağın ilerisinde bir özgürlüğü topluma kazandırmak için var gücümüzle çaba harcamak. Ancak bu sayede varlığından utandığımız iktidarın alternatifini üretmiş olacağız. Ancak bu sayede kurucu liderimizin siyasal mirasının bize yüklediği sorumluluğu yerine getirmiş olacağız. İnanıyorum… Bunu başaracağız.