Getting your Trinity Audio player ready... |
16. YÜZYILDA dünyanın tek süper gücü olan bir Osmanlı İmparatorluğu vardı.
İmparatorluk XVII. Yüzyıla kadar süren bu niteliğini 1299-1579 tarihleri arasında devlet yönetiminde sosyal, siyasî, iktisadî alanlardaki istikrarı, toplumu devlete, cemaatlere, öteki baskıcı güçlere karşı korumasına, üretim-tüketim ilişkilerini kurumsallaşmış gelenek, hukuk ve adalet anlayışıyla yönetmesine borçluydu.
Ne var ki Avrupa teknolojide, ilimde, sosyal yaşamda devrimci hamleler yaparken, coğrafi keşifler sayesinde ekonomik, siyasal ve militer güç haline gelirken Osmanlı’nın bunlara yabancı kalması…
Yönetim geleneğinde yer alan babadan oğula geçen “Beşik uleması” düzeninde devlet adamı yetkinliğine sahip olmayan kişilerin yükselen etkileri…
2.Abdülhamit döneminde yaşayan Nusret Paşa’nın deyişiyle “Kaht-ı rical” -devlet adamı kıtlığı- nedeniyle giderek hızlanan bir gerileme başladı.
1566 yılında Kanun Sultan Süleyman’ın Malta bozgunu ile ilk yarayı alan imparatorluk ilk kez toprak kaybının yaşandığı 1699 Karllofça Antlaşması’na kadar geçen sürede duraklama dönemi diye anılan bir süreç yaşadı.
Önce Venediklilere, ardından 1535’de Fransa’ya verilen mali ve ticari imtiyazların yani kapitülasyonların devamında başka Avrupa ülkelerine de tanınması, 1792 yılında “Yaş Anlaşması” ile başlayan dağılma döneminde İngilizlerle yapılan “Balta Limanı Antlaşması” ve Ruslarla yapılan “Hünkâr İskelesi Antlaşması” Osmanlı’nın tükenişiydi aslında…
İmparatorluğun o günlerde ne hallere düştüğünün gerisini sıralamaya gerek yok.
Her şey eşsiz Önderimiz Atatürk’ün Gençliğe hitabesindeki sözlerinin yansıttığı gibi…
“… Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.”
Ekonomik çöküş nedeniyle dış borçlar ödenemez hale geldiği için Galata bankerlerinin boyunduruğu altında iken alınan borçlar topluma hizmet için değil padişahlara saraylar yapmak gibi muzırrat işlere harcanıyor…
Az sayıda da olsa üretim ve hizmet kurumu var ama onlar da yabancıların elinde…
Düyun-u Umumiye devlet içinde devlet olmuş vergilere el koyuyor.
Rüşvet almadan iş görülemiyor.
Saraya, emperyalist saldırganlara uşaklık edenler, kurtuluş savaşı veren Kuvayı Milliye’ye karşı kurulan Kuvayı İnzibatiye ve saray beslemesi hainler…
Cehalet almış başını gidiyor. Kadınların insan olarak hayvanlar kadar bile değeri yok.
Türklük “etrak-ı bi idrak” diye aşağılanıyor
Ülke ölümün eşiğinde, koma halinde…
***
EŞSİZ önderimiz Atatürk işte böyle bir enkaz yığınından çağdaş uygarlığın da üstüne çıkmak hedefiyle Batının yüzlerce yılda yapabildiği Rönesans, dinde reform, Fransız devrimi ve sanayileşme devrimlerini 15 yılda gerçekleştirerek eğitimde, hukukta, kültürde, sanatta bütün dünyanın hayranlığını kazanan bir destanın kahramanı oldu
Aynı zamanda tarımın da gelişmesini sağlayan tarım ürünleri dışsatımı karşılığında beş kuruş harcamadan sanayileşmenin temeli olan akıllı fabrikalar kuruldu.
Tamamen yerli emekle 400 dolayında uçak üretip dış satım bile yapan tayyare fabrikaları kuruldu
Ya bugün…
Yeniden saray hanedanlığının hükmü altında çağdaş uygarlığa, akılcılığa yabancılaştırılmış, üretmeyen, tüketen, yoksullaştırılmış, bir ülke…
2. Abdülhamit’in Galata bankeri Yorgo zarifi’ye kişisel serveti ile yatırım yaptığı, Zarifi’nin de bu parayı yüksek faizle Osmanlı hazinesine borç olarak verdiği ve kazancı kırıştıkları söylenir, yazılır.
Ülkeyi yöneten kişi aynı zamanda yüksek faizle borç verip devletini soyan kişi…
Bunun bugün devleti yönetenlerin yaptıkları yolsuzluklardan ne farkı var?
Türkiye cumhuriyetinin komadaki Osmanlı toplumundan farkı ne ?
Ülkemiz bugün aklı başında olan her yurtseverin net olarak göreceği gibi yarı koma durumunda…
Saraylı hatun Atatürk dönemini de kastederek “80 yıllık pisliği temizledik” diyordu.
Yaptıkları temizlik(!) işte bu;
Laik Türkiye cumhuriyetini Osmanlının çakılıp kaldığı bataklığa geri döndürmek…
***
ÜLKEYİ yeniden Atatürk Türkiye’sine döndürmek için yapılacak tek şey var o da O’nun gösterdiği yolda yürümek…
Değerli dostlarım Atatürk ilkelerine bağlı bir yurtsever, sıradan bir yurttaş olarak âcizane önerilerimi ve beklentilerimi sizlere sunmak istiyorum.
İlk yapılacak şey eğitim sistemini baştan aşağı değiştirmek ve kamusal görev olarak sistemi yurdun en ücra köşesine kadar herkese ulaştırmak, herkese fırsat eşitliği sağlamak için paralı eğitime son vermek…
Gençlerin zihinlerini gelecekteki yaşamlarında çoğu hiçbir şeye yaramayacak, unutulup gidecek bilgilerle doldurmak yerine merak etmeye, araştırmaya, deneyler yapmaya özendirmek ve gelişim süreçlerinde yaşayacakları zihinsel, ruhsal evrim dönüşümlerini hesaba katarak eğitimde pedagojik ve psikolojik yöntemleri uygulamak…
Zihinsel açıdan sağlıklı gençler yetiştirmek hedefi uyarınca okul öncesi dönem dâhil ailelere yol göstermek için aile rehberlerine ve okullarda öğretmenlere de benzer destekler verilmesi için eğitim kadrolarında mutlaka okul rehberliği istihdamına önem vermek…
Bilim ve eğitim alanına siyasetin bulaşmaması için üniversitelerin özgürlüğünü güvence altına almak…
Yıllardır insanlarımızın bilinçleri dindar ve kindar genç yetiştirme safsatası ile kirletiliyor.
Bu da her tarafı dolduran imam Hatip Okullarının kapatılıp yerine ülkenin ihtiyacına yetecek sayıda aydın din adamı yetiştirecek okullar açılmasını gerektiriyor.
***
ATATÜRK döneminde ekonomik başarılara Beş Yıllık Kalkınma Planları ile ulaşılmıştı.
Yeniden kalkınma planlı ekonomi hayata geçirilirken ekonomiyi canlandırmak için daha önce çeşitli tarihlerde beş defa yapılan ve bütün ekonomik kesimlerin katıldığı yeni bir İktisat Kongresi bir kere daha yinelenmelidir.
Ekonominin ayağa kalkması sağlıklı toplum düzeninin, ulus mutluluğunun güvencesidir, bütün öteki sorunların aşılması için önemli bir avantajdır.
**
DEVLETİMİZ ulusumuz yıllardır siyaseti topluma hizmet ideali ile değil, kesesini doldurmak için yapanlar tarafından yolsuzluklarla, yağma ve talanlarla soyuluyor.
Kimileri çaldıklarını saklayacak yer bulamazken büyük kitleler yoksulluktan, açlıktan kırılarak yaşam savaşı vermeye çalışıyorlar.
Artık bir daha böyle bir dram yaşanmaması ve gelecek kuşaklara da örnek olması için ulusun hakkını yiyen, nafakasını çalanlardan çaldıklarını geri almak için, imza sahtekârlarına sahtekârlıklarının bedelini ödetmek için erken Cumhuriyet dönemindeki “İstiklal mahkemeleri” benzeri “Hak ve Hukuk” mahkemeleri kurulmalıdır.
Parlamenter Demokrasinin, yasama, yürütme işlevlerinin, Anayasal kurumların belirli kesimlerin çıkarları için değil bütün ulusa hizmet etmeleri için özgürlüklerin güvence altında olmasını sağlamak için yara bere içindeki hukuk düzeni yeniden evrensel hukuk normlarına kavuşturulmalıdır.
Kuduran irticai faaliyetlerin akıl dışı, etik dışı eylem ve söylemlerin kaynağı olan dini vakıflar, cemaatler mutlaka ya disiplin altına alınmalı ya da kapatılmalıdır.
***
2500 yıllık geleneği olan Türk ordusu cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmamış bir siyasi saldırıyla yapısal deformasyona uğratıldı.
Yeniden ulusun güvencesi, Mustafa Kemalin askerleri olması için Türk Silahlı kuvvetlerine elinden alınan bütün, kışlaları, okulları, sosyal kurum ve nizamnameleri aynen iade edilmelidir.
Ülkemizi yeniden Atatürk aydınlığına geri döndürmek için yapılması gereken çok şey var aslında…
Saray beslemesi müteahhit çetesine hasta sayısı garantili şehir hastahanesi yaptırıp, Hıfzıssıhha enstitüsünü kapatarak halkın sağlık sorunlarına risk faktörü katanlardan bunun hesabını sormak gibi…
İngiltere, Almanya Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık” diyecek kadar devlet kurumuna, devlet adamlığı adabına saygısı olmayan cahil bir siyaset heveslisinin dış dünyada düşürdüğü ülke itibarını yeniden sağlamak gibi…
Atatürk gençliğe hitabesinde “istiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” demişti.
Cebren işgal edilen yerlerden birisi eşsiz önderimiz Atatürk’ün modern çiftlik örneği olarak kendi gelirlerinden yaptığı tasarruflarla kurup ulusa emanet ettiği Atatürk Orman çiftliği…
Tasallut altındaki çiftlik arazisinde sefahat ve savurganlık yuvası kaçak sarayın üniversite haline döndürülmesi ve çiftlikte Atatürk zamanından kalıp da yağmalanan ne varsa hepsini koruma altına alarak atamızın emanetine yapılan ihanetin utancını silmeyi de unutmayalım.
Umutlarımızın “bu ahval ve şeraitte” Kaf Dağının arkasında kalmaması için ne diyordu büyük önderimiz?
“Ey Türk istikbalinin evladı. İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”