Getting your Trinity Audio player ready... |
GÜRCİSTAN göçmeni melez “Parayı yeren düdüğü çalar. Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyerek kendisini o koltuğa oturtan emperyalist/Siyonist düzenin icaplarına uyma mükellefiyetinin gereğini yerine getirmek için devlet ve ulus varlıklarını haraç mezat yağma ve talana açmışken, Kemal abisi de “sat sat bitmiyor” diyordu.
Sata sata çalınabilecek düdük kalmayınca sıra tarım arazilerinin, ormanlık arazilerin, turistik alanların yağmalanmasına geldi.
Sata sata çalınabilecek düdük kalmayınca sıra tarım arazilerinin, ormanlık arazilerin, turistik alanların yağmalanmasına geldi.
Ardından soygun, talan ve rüşvet düzenini beslemek için yaratılan Plansız, programsız harcamalar…
Saray müteahhitlerine yaptırılan hasta garantili hastahaneler, araç sayısı garantili yollar, köprüler, arazi rantı için imar yasalarına kulak asmadan yapılan kentlerin görüntüsünü kirleten gökdelenler,
“İtibardan tasarruf olmaz” diye yaratılan saray safahatı…
“İtibardan tasarruf olmaz” diye yaratılan saray safahatı…
Almanya’da 9 bin, Japonya’da 10 bin, Fransa’da 8 bin makam aracı olmasına karşılık Türkiye’de 268 tanesi günlük masrafı on milyon liranın üstünde olan sarayın emrinde olmak üzere 125 bin makam arabası var.
Almanya’da 12, Fransa’da 14, İtalya’da 11, Japonya’da 2 özel makam uçağı varken dünyayı “fellik, fellik” gezmek için sarayın emrindeki uçak sayısı 16…
“Yiye Yiye Yiye” ne üretim kaldı, ne istihdam ve ne de devlet hazinesinde para.
Maliye yönetiminde kaydı olan en büyük tutar faiz taksitlerinin ödenmesinin bile zorlaştığı giderek büyüyen dış borç stokları…
Sanayi bitti, tarım bitti, istihdam bitti.
Dünyada kendine yeterli üç-beş ülkeden birisi iken kuru samanı bile borç alınan dövizlerle almaya zorunlu kalan bir ülke…
***
OSMANLI İmparatorluğunun çöküşünü hızlandıran devlet adamı kıtlığı anlamındaki Kaht-ı rical yönetimi çeyrek asırdır ülkeyi yöneten AKP iktidarı tarafından ve damarlarında Tük kanının zerresini taşımayan melezin başkanlığında yeniden hortlatılmış durumda…
Sadece devleti, ulusu yoksullaştırmakla kalmayan iktidar ayrıca ülkeyi saran cehalet, gaflet, dalalet, ihanet ve aklın çöküşü mikroplarının da yaratıcısı oldu.
İrtica Üniversiteler dâhil bütün eğitim kurumlarına musallat olmuş halde.
Bütün dinler yol gösterici olarak toplum düzenini sağlamak ve bu düzeni yaratan Tanrı inancına saygı gösterilmesi için vardırlar.
Bugün ülkemizde İslam adına gerçek İslam’la ve üç semavi dinin hiçbiriyle yakınlığı olmayan, cehaletin, ihanetin, gaflet, dalalet ve ihanetin kaynağı olan, topluma bir yük ve bir muzırratan başka bir şey olmayan, aklın değerini yok eden sözde bir din anlayışı egemen kılınmış durumda…
Atatürk Türkiye’sinin temel ilkelerinden olan “Düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek” yerine Tayyibizm’in “dindar ve kindar genç yetiştirmek” zırvasıyla ülkemizin dağ tepe İmam Hatip okullarıyla doldurulmasıyla birlikte, yurt dışında alınan eğitimden kaynaklanan bireysel başarılar dışında Türk ulusunun dünyaya bilim, sanat, kültür adına hiçbir katkısı yok artık.
Özgür düşüncenin yasaklarla muhasara altına alınması yüzünden Türkiye dünyada en çok gazetecinin hapis yattığı ülke konumunda…
Ülkemiz bütün dinlerde sözü edilen ve yok edilip giden Ad kavmi gibi bir çöküş yoluna doğru sürükleniyor.
Ulusun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk’e yapılan nankörlükler, saygısızlıklar tavan yapmış durumda…
Ulus sevgisi, vatan sevgisi, Türklük duygusu köreldi.
Adının başında Prof. unvanı olan biri “Türk diye bir ırk yoktur Türklük bir sentezdir” diyordu. Bu zatın ya insanlık tarihinden haberi yok, ya da Türklükle ilgisi olmayan ve Osmanlının son maarif Nazırı Fahrettin adlı şahsın okul kitaplarında Türk sözcüğünün kullanılmasını yasakladığı gibi andımızın okunmasını yasaklayan patronuna şirin görünmek istiyor.
Ulus ve Türklük duygusu Osmanlının çöküş dönemi düzeyinde…
Tarih sayfalarında kaydı var;
1879-1881 yılları arasında Bursa valiliği yapan Türkçülük mücadelesinin önde gelen isimlerinden Ahmet Vefik Paşa bir gün rastladığı bazı kişilerle sohbete dalmışken kim olduklarını sorar.
Tarih sayfalarında kaydı var;
1879-1881 yılları arasında Bursa valiliği yapan Türkçülük mücadelesinin önde gelen isimlerinden Ahmet Vefik Paşa bir gün rastladığı bazı kişilerle sohbete dalmışken kim olduklarını sorar.
Kimisi Rum olduğunu, kimisi Musevi, kimisi ermeni olduğunu söyler. Sıra süklüm püklüm duran bir kişiye gelince adam boynunu eğip suskun kalır. Bunun üzerine Ahmet Vefik Paşa kendisini omuzlarından tutup sarsarak “söyle oğlum, korkma söyle, ben de Türküm” der.
Adam heyecanla paşanın boynuna sarılır.
Bugün neredeyse o günlere ramak kaldı.
Bugün neredeyse o günlere ramak kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti AKP iktidarı patronun kumandasında bir asır geriye düşmüş durumda
Hatırlardadır; Yine Prof. unvanlı biri “Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder” diyordu.
Hatırlardadır; Yine Prof. unvanlı biri “Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder” diyordu.
Bu zikir Washington’a güvence vererek Fethullah Gülen’in ABD’de yaşamasını sağlayan, kimilerine göre İzmirli bir Yahudi ailenin soyundan gelen, Türkiye’de Said-i Nursi sempozyumuna katılıp Türkiye’nin Kemalizm’den vazgeçip Ilımlı İslama sarılması gereğini savunan eski CIA istihbarat şefi Graham Fuller’in tezi ile birebir örtüşüyor.
Bu aynı zamanda Türkiye’yi BOP adı altında Ortadoğu’da Truva atı gibi kullanıp bölgede büyük İsrail ülküsünü gerçekleştirmek amaçlı emperyalist/Siyonist bir projedir.
Fuller’e göre Kemalizm’in kemikleşmiş değişmez yapısı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik kriterlerini yerine getirmesine engel oluyor. Buna çare çözüm olarak Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin değiştirilmesi ya da yumuşatılması gerekiyormuş!
İkinci Cumhuriyetçilerin söylemlerinden itibaren süre gelip giden kapitalist/emperyalist düzenin bir parçası olmak hayali bu…
Kemalizm’in değişmez kemikleşmiş yapısı ilerlemeye engel oluyormuş, öyle mi?
1923 yılında CHP Cumhuriyet Halk Fırkası adıyla kurulurken kendisine partinin doktrinin ne olacağını soran Yakup Kadri’ye Atatürk şu yanıtı verir;
“Bu partinin doktrini yok, doktrin istemem. Doktrin olursa donar kalırız biz yürüyüş halindeyiz”
O yürüyüş yolu emperyalizmin yolunu kesen yol olduğu için aynı çanaktan beslenen emperyalist sömürgenler ve yavşakları Kemalizm’e öcü gözü ile bakarlar
Emperyalist/kapitalist düzenin korkulu rüyası olan Kemalizm’in yürüdüğü yol toplumsal ilerlemeye engel olmayan ve ezilmiş uluslara umut olan, kılavuzluk eden yoldur.
“Bu partinin doktrini yok, doktrin istemem. Doktrin olursa donar kalırız biz yürüyüş halindeyiz”
O yürüyüş yolu emperyalizmin yolunu kesen yol olduğu için aynı çanaktan beslenen emperyalist sömürgenler ve yavşakları Kemalizm’e öcü gözü ile bakarlar
Emperyalist/kapitalist düzenin korkulu rüyası olan Kemalizm’in yürüdüğü yol toplumsal ilerlemeye engel olmayan ve ezilmiş uluslara umut olan, kılavuzluk eden yoldur.
Fransız siyaset sosyolojisi bilimcisi Prof. Maurice Duverger o yolu şöyle tanımlamıştı;
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kemalizm uluslararası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin’in güdümüne girmeyen üçüncü dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır.
“İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kemalizm uluslararası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin’in güdümüne girmeyen üçüncü dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır.
Kemalizm, gelişmekte olan ülkeler için komünizmin alternatifi olarak görünmeye başlamıştır. Aşırı derecede planlı ve merkezi ekonominin yol açacağı zararlar, aşırı derecede liberal ekonominin yaratacağı zarar ve hatalar kadar büyük olacaktır. Bu durumun farkına varan, gelişmekte olan ülkeler, Kemalizm’in karma ekonomi sistemine yönelmektedirler”
Gelişmekte olan bir ülke temsilcisi Perulu yazar José Carlos Mariátegui de Türk devriminin ve Atatürk’ün ezilen ülkeler için bir kurtuluş reçetesi olduğunu belirterek şunları yazmıştı:
“Türkiye şimdiye kadar görülmemiş, muazzam dönüşümlere sahne oluyor. Beş yıl gibi bir sürede ülke kurumlarını, izleyeceği yolları ve düşünce tarzını radikal bir biçimde değiştirdi. Türkiye beş yıl içinde çağdaş bir toplum haline gelerek ulusal birliğe kavuştu ve Batı uygarlığıyla bütünleşti. Üstelik bunun, yabancıların baskısıyla değil, kendiliğinden, içten gelen bir dürtüyle gerçekleştirdi.”
Gelişmekte olan bir ülke temsilcisi Perulu yazar José Carlos Mariátegui de Türk devriminin ve Atatürk’ün ezilen ülkeler için bir kurtuluş reçetesi olduğunu belirterek şunları yazmıştı:
“Türkiye şimdiye kadar görülmemiş, muazzam dönüşümlere sahne oluyor. Beş yıl gibi bir sürede ülke kurumlarını, izleyeceği yolları ve düşünce tarzını radikal bir biçimde değiştirdi. Türkiye beş yıl içinde çağdaş bir toplum haline gelerek ulusal birliğe kavuştu ve Batı uygarlığıyla bütünleşti. Üstelik bunun, yabancıların baskısıyla değil, kendiliğinden, içten gelen bir dürtüyle gerçekleştirdi.”
Keşke Kemalizm’in gerilemeye tekabül ettiğini söyleyen akademisyen önce Kemalizm aydınlığı yıllarından kalan sokaklardaki insan fotoğraflarına bir de günümüzdeki çağdışı kıyafetli insanlarımıza baksa ve AKP iktidarı ile bir asır geriye döndüğümüzü görebilse. .
***
BÜTÜN dünyanın hayran olup örnek aldığı Atatürk’ün Cumhuriyeti bugünlere nasıl gelebildi?
Bunun yanıtı kısa ve net.
BÜTÜN dünyanın hayran olup örnek aldığı Atatürk’ün Cumhuriyeti bugünlere nasıl gelebildi?
Bunun yanıtı kısa ve net.
Her gün yalan üstüne yalan söyleyen, etiklikten, zihinsel ve onursal niteliklerden nasiplenmemiş “YÖNETEN” ile “YÖNETİLEN”lerin önemli bir bölümünün kişilik zaaflarıyla uyumunun sonucu olarak…
Nasıl mı?
Adam 1954 doğumlu; Bu doğru…
CHP iktidarı 1950 yılında DP’ye bırakmış ve bir daha iktidar olamamış.
Bu da herkesin bildiği bir gerçek…
Ve o YÖNETEN CHP iktidarda iken 80 kişilik sınıflarda okumanın azabını yaşamış.
Bu artık yalandan öte zihinsel psikiyatrik vaka sendromu…
Bu artık yalandan öte zihinsel psikiyatrik vaka sendromu…
Ya YÖNETİLENlerin önemli bir bölümünün böyle birisi için hissettikleri, algıladıkları…
“Tanrının bütün vasıflarını taşıyan önder…”
“Onun için her gün üç rekât namaz kılmak lazım…”
“k… kılı olayım…”
Böyle diyorlarsa artık başka neden aramaya gerek var mı?
Bütün mesele işte burada…
***
YİNE de anlayamayanlara eşsiz önderimiz Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı zaferi sonrası 16 Ekim 1922 akşamı Bursa’da bir kutlama toplantısındaki konuşmasını hatırlatmakta yarar var.
“Hanımlar beyler;
Bu noktaya kolay gelmedik ama bilelim ki bugün ulaştığımız nokta gerçek kurtuluş noktası değildir. Kurtuluş, toplumdaki hastalığı ortaya çıkarmakla ve iyileştirmekle elde edilir. Bir toplumun hastalığı ne olabilir?
Ulusu ulus yapan, aydınlatıp ilerleten güçler vardır:
Düşünce güçleri ve toplumsal güçler…
“Tanrının bütün vasıflarını taşıyan önder…”
“Onun için her gün üç rekât namaz kılmak lazım…”
“k… kılı olayım…”
Böyle diyorlarsa artık başka neden aramaya gerek var mı?
Bütün mesele işte burada…
***
YİNE de anlayamayanlara eşsiz önderimiz Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı zaferi sonrası 16 Ekim 1922 akşamı Bursa’da bir kutlama toplantısındaki konuşmasını hatırlatmakta yarar var.
“Hanımlar beyler;
Bu noktaya kolay gelmedik ama bilelim ki bugün ulaştığımız nokta gerçek kurtuluş noktası değildir. Kurtuluş, toplumdaki hastalığı ortaya çıkarmakla ve iyileştirmekle elde edilir. Bir toplumun hastalığı ne olabilir?
Ulusu ulus yapan, aydınlatıp ilerleten güçler vardır:
Düşünce güçleri ve toplumsal güçler…
Düşünceler anlamsız, mantıksız, uydurmalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır. Bunun gibi toplumsal yaşam akıl ve mantıktan yoksun, yararsız ve zararlı bir takım inançlar ve geleneklerle dolu olursa, kötürüm olur.”