Getting your Trinity Audio player ready... |
SELAM OLSUN BU TOPRAĞIN YİĞİT EVLATLARINA…
Talip Apaydın amcamı toprağa kendi ellerimle emanet edeli, sekiz yıl geçmiş…
Onun adını nereden aldığını, bir destan coşkusu ve bir kuyumcu işçiliğiyle yazdığı Kurtuluş Savaşı üçlemesinden (Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler –Literatür Yayınları-) öğrenmiştik… Babasıyla birlikte Kurtuluş Savaşı cephelerinde savaşmış ve babasını düşman süngüsünden kurtarırken yaşama veda etmiş Galip Teğmen’in gözlerini yummadan önce Molla Mahmut’a son vasiyeti, “Bir oğlun olursa benim adımı koy,” olmuş…
Kendisiyle diğer romanları üzerine de uzun uzun sohbet etmiştik. Mahmut Makal ve Talip Apaydın’la, Köy Enstitülü yazarların Rönesansçı yazın tarzı üzerine konuşma olanağı bulmuştum. Talip Apaydın amcamın Yoz Davar ve Tütün Yorgunu’ndaki karnavalcı öğeler üzerine yaptığım konuşma sırasında nasıl şaşırıp heyecanlandığını, gözlerinin nasıl parladığını bugün gibi anımsarım (Türk Romanında Karnaval).
Yoksul bir köylü çocuğuyken bozkırda kendi elleriyle kurdukları Çifteler Köy Enstitüsü’nde okuyup öğretmen olmuş Talip Apaydın, Köylüler romanının girişinde kendisini şöyle tanıtır: “On altı yıl askerlik yapan, Birinci Dünya Savaşı’nın, Kurtuluş Savaşı’nın tüm cephelerinde tetik çeken ve yaralı olarak köye dönünce topraksız, işsiz, ekmeksiz kalan bir köylünün oğluyum. Çocukluğum onu dinleyerek geçti. 1938’de Köy Öğretmen Okulu (sonradan Köy Enstitüsü) öğrencisi olduğum gün, ‘bu devlet seni okutuyor ya, tüm çektiklerim, tüm akıttığım kan ve ter helal olsun’ dediğini unutmam.”
“Romanlarımızda Kurtuluş Savaşı ve Kadınlarımız” çalışmasına onun edebiyat ve kültür dünyamızda yenilmiş haklarını savunmak için girmiş gibiyim… Kurtuluş Savaşı’nı, o savaşta en çok kan dökmüş, en çok eziyet ve açlık görmüş, o günün koşullarında ülkenin nüfus çoğunluğunu oluşturan köylüler cephesinden anlatan tek roman, onun yazdığı o üçlemedir…
Uşak’ın Tacim köyünden (özgün adı Hacim köyü – romanın yazılış hikâyesini de dinlemiştim kendisinden-) Kurtuluş Savaşı’na katılmak için gönüllü olarak yola çıkan yalnızca sekiz kişiden ancak ikisi sağ olarak köylerine dönebilir… Savaşa girerken kendi paralarıyla borç haç aldıkları atlarını ve silahlarını da terhis olabilmek için birliklerine teslim etmişler ve kurtardıkları İzmir’den köye, aç, çıplak, yoksul birer köylü olarak geri dönmüşlerdir. Ülke işgal altındayken Yunanlı subaylara koyun kesmiş, rakı içirmiş, köyün yoksul kadınlarından birini karşısında oynatmış (onun parasını da vermemiş) Hacı Nuri, yine Hacı Nuri’dir… Yine yoksul köylülerin sulak tarlalarına el koyma derdindedir. Daha sonra da ilçe kaymakamı ile ilçe sokaklarında kol kola gezecek, kaymakamın el koymak istediği, savaş sonrasında kaçıp gitmiş varlıklı bir Rum’un tarlalarına el koyabilmesi için ona yardımcı olacaktır… Savaş gazisi Haceli’ye meydan dayağı attıracak; Haceli açtığı dava sonunda da adliyeden kovulacaktır. Köyde parti temsilcisi yapılmış Molla Mahmut, partinin ilçe başkanlığına verdiği, memurların halka kötü davrandıklarına ilişkin bir dilekçenin sonucunu sorunca da, “Bir daha öyle şeyler yazma, başın belaya girer” denilecektir…
Molla Mahmut, Haceli ve Galip Teğmen birliklerine silah almak için gittikleri Eskişehir’de Bekir Usta adlı bir silah ustasıyla karşılaşmışlardır (Attilâ İlhan romanlarının “proleter” Beşir Ustası). Galip Teğmen, büyük hayranlık duyduğu Mustafa Kemal Paşa’ya çok güvenmektedir (Çanakkale’de savaşmış Molla Mahmut da aynı duygular içindedir). Galip Teğmen’in, savaştan sonra ülkede her şeyin değişeceğini, köylülerin memleketin efendisi olacağına ilişkin sözleri üzerine Bekir Usta, “Teğmenim hele acele etme, eğer savaştan sonra da mecliste ağalar, beyler çoğunlukta olacaksa, ben çok bir şeyin değişeceğini sanmıyorum” diyecektir…
Hikâyenin sonu bugünlere kadar uzanır… Molla Mahmut’un oğlu köye eğitmen olarak döner… O romanları, babasından ve cephe arkadaşlarından dinledikleriyle, köy köy gezerek, savaşın geçtiği yerlerde kalarak yazdığını söylemişti Talip amcam…
Talip Apaydın, Çifteler Köy Enstitüsü’nden sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü ve Gazi Eğitim Müzik Bölümü’nü de bitirmişti. Babam Dursun Akçam, TÖS yoldaşı (Türkiye Öğretmenler Sendikası) Fakir Baykurt, Adnan Binyazar (babamın Gazi’den sıra arkadaşı) ve daha birçok enstitülü sonradan Gâzi’yi de bitirmişlerdi…
Talip amcamın eşi Halise Apaydın da Cılavuz Köy Enstitüsü uygulama ilkokulu son sınıfında annem Perihan Akçam’ın öğretmeni olmuştu (Halise abla, Cılavuz Köy Enstitüsü bitirme aşamasında olduğundan uygulama okuluna öğretmen olarak gider).
Ülkemizi o gün Yunan ordusunu destekleyerek, kendileri de yer yer girerek, potinleriyle, toplarıyla, tüfekleriyle, teyyareleriyle işgal eden emperyalizm, bugün de aramızdan çıkmış Hacı Nurileri, benzer işbirlikçileri kullanarak, maden arama şirketleriyle, yerli-yabancı Finans Kapital oligarşisinin talanına uğratmaktadır. Ekmek kapılarımızı kapattıran, ormanlarımızı kestirip nehirlerimizi ve denizlerimizi kirlettiren bir politikanın tutsağı etmeye çalışıyorlar bizi. Yalan ve demagoji ile, halkımızın dinî inançlarını istismar ederek sürdürmek istiyorlar saltanatlarını. Molla Mahmutlar’ı, Haceliler’i, Galip Teğmenler’i yattıkları toprak incitmesin. Bu kez halkın örgütlü gücü, birliği de olmalı, yeniden Kuvayı Milliye’ye katılacakların arkasında…
Galip Teğmen’den Talip Apaydın’a, bu toprağın yiğit evlatlarına selam olsun…
Gününüz de aydın olsun…
27 Eylül 2022, Alper Akçam