Ve İsrail’in Planları…

Getting your Trinity Audio player ready...

Dünya tarihinde Kudüs şehrinin önemi çok büyüktür.

Üç dini kutsal merkezi yani Peygamberler şehri vardır.

Dünyada şuana kadar gelmiş geçmiş devletlerden, dünyaya hükmedenler, Kudüs’ü de almışlardır.

Osmanlı dünyayı yönetirken zirve döneminde Kudüs’ü aldı.

Şuan dünyayı kim yönetiyor?

Osmanlının bile başkenti değildi, sadece eyaletiydi, vilayetiydi, ama şu an hangi devletin başkenti sizce?

Tarihi Süleyman Mabedi’nin bulunduğu şehir Kudüs…

Masonların temelini oluşturan simge”Süleyman Mabedi” ve İsrail’in başkenti. Masonların dünyadaki tek amaçları, TEK DÜNYA Krallığıdır ve bu amaçları uğruna Kutsal kitaplarla bile oynama yapmışlardır.

İnsanların dini inançlarını kullanıp belli bir Misyona yönlendirmişlerdir.

Örneğin; Tevrat’ta geçen Arz-ı Mevut ve İsrail bayrağındaki Dicle ve Fırat nehirleri sizce de çok ilginç değil mi?

İncil de geçen Babil hesaplaşması İran’la olacak ve öç alınacak.

Bu korkunç planları için hiç düşünmeden tüm insanlığı feda edebiliyorlar.

Unutmayın 2. Dünya Savaşı 14. Milyon Yahudi katledildi.

Kalan Yahudilerde sürgüne, kaçmaya zorlandılar?

Nerede toplandılar? Orta Doğuda.

Nerede? Kudüs çevresinde kurulan bir devlette.

Kendi insanlarını bile rahatlıkla feda edebiliyorlar rahatlıkla.

Nedenine gelirsek?

Kendileri için büyük önemi olan topraklarda Devletlerini kuruyorlar ve dünyaya meydan okuyorlar.

Orta Doğunun fethi sona yaklaşıyor.

Orta Doğuda bu amaç için kendilerine düşman yarattılar, cinayetler işlediler ve bahaneler gösterip işgal ettiler.

Devlet Başkanları seçtirdiler, Devletler yıktırdılar ve suikastler yaptılar.

Orta Doğu ve Dünya için en önemli noktada olan bir yer kaldı.

Türkiye…

1.Dünya Savaşında çok derin planlar yapıldı. Daha önceleri 1.Dünya Savaşında yapılan planların boşa çıkması ve güçlü bir ülkenin kurulmasından sonra, Ordu olarak yenilmeyeceği anlaşılan Türkleri bölme planlarını devreye soktular.

1.Dünya ve 2.Dünya Savaşlarından sonra dünyada hızla yayılan Kominizim İdeolojisi, Türkiye’ye yayıldı.

O dönemlerde Milliyetçilerle, Koministler birbirine düşürüldü ve Türkiye’nin geleceğini oluşturacak, zeki ve ideal sahibi toplam 10.000 genç öldürüldü.

Ama nedense bu yapılanlar bir gecede kapatıldı.

Daha sonra ASALA’yla başarı sağlanamayınca Türkiye’yi bölme planının ikinci bölümüne geçildi.

Türk- Kürt ayırımı…

Yıllardır sadece Türk kimliği adı altında, kardeşçe yaşamış milletler birbirine düşürüldü.

Ayrıca eğitilen, ayrılıkçı Kürt teröristler, Orta Doğuda ABD ve İsrail’inde işlerine yaradı.

Daha sonrada tıpkı diğer Müslüman Ülkelerde olduğu gibi bir Alevi-Sünni (onlarda Şii-Sünni)ayrımı sokuldu araya…

Öte yandan Türkiye için çok önemli olan Türk Kültürü bozulmaya ve yıpratılmaya başlandı ve genel olarak bunu başardılar da.

Atladığımız bir konuda ekonomiydi.

Atatürk’ünde dediği gibi tam bir bağımsızlık için ilk şartımız ekonomimizdir.

Fakat ABD Ekonomimize de el koydu.

Türkiye, Truman ve Marshall yardımları adı altında borçlandırıldı ve bu borçlarla tavizler koparılmaya başlandı.

Artık sıra Askeri Operasyonlara geldi.

Bu kadar önemli Topraklarda yaşayıp kayıtsız kalmak, bizi işgal etmek isteyenlerle işbirliği yapmak aynı şeydir bence…

Topraklarımız neden satılıyor?

Ordu neden %30 küçülüyor?

Artık bırakalım sahte gündemleri, Türkiye’nin nasıl satıldığını öğrenelim şimdi?

Yabancılara toprak satışları!

Temelinde Türkiye’ ye ait ne varsa satmak ve İktidarın buna göz yumması.

Yabancılara Toprak satışı Emperyalizmin çevre ülkelere yönelttiği altı silahtan biridir.

Bu silah Osmanlıya karşıda kullanılmıştır.

O zamanın büyük Devletleri serbest Ticaret anlaşmalarının, dış borçlandırılmalarının ardından, maliyesi bozuk Osmanlıdan borç verme karşılığında ve tehditlerle birçok ödünler almıştır…

Bunlardan biride yabancıya Toprak satışının, 1867’de serbest bırakılmasıdır.

Bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiştir.

Ne yazık ki şuandaki İktidarla birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır.

İktidar döneminde 8. 3 milyon metrekare Toprağımız yabancıları eline geçmiştir.

Acaba Türkiye’nin Toprakları hangi yolla yabancıların eline geçiyor?

Doğrudan satışlar

Dolaylı satışlar

Tarım arazileriyle ilgili olanlar

Diğerleri

Türkiye topraklarımızın yabancıların tapulu mülkü olmasını, yabancı devletlerin milli servetlerine katılımını sağlayan birinci yol, doğrudan satışlar.

1- Doğrudan satışların yolu İktidarın 19 Temmuz 2003’te çıkardığı yasa ile açılmıştır.

Kısacası, topraklarımızın yabancılara-dünyada görülmemiş bir şekilde sınırsızca satılması bu yasa ile başlamıştır.

Ancak şikayetler üzerine bu uygulama Yargı tarafından engellenince, İktidar 7 Ocak 2006’da ikinci bir yasa çıkararak satışlara bazı kısıtlamalar getirmek zorunda kalmıştır.

Ne yazık ki topraklarımızın satışı hala son hızla devam etmektedir.

Yabancılar 19 Temmuz 2003 tarihine kadar taşınmazları, yerli aracı kullanarak alabiliyorlardı.

Bu tarihten sonra doğrudan satın almaya başladılar.

Yasa ile ülkemizin en verimli, en değerli toprakları yıllardır parsel parsel yabancıların mülkü oluyor.

Satışlar tek tek, ufak ufak, geniş bir mekanda gerçekleştiği, medya tarafından da gizlendiği için farkına varamıyoruz.

Oysa “ taşı delen suyun şiddeti değil, damlaların devamlılığıdır”.

Topraklarımızın satışları bazen çok büyük miktarlarda da yapılmaktadır.

Rusya’nın en zenginleri arasında Roman Abramoviç’in İzmir Çeşmede, Çiftlik köyde satın aldığı Kum Beach ciddi bir örnektir.

Yaklaşık 160.000 metrekarelik olan bu alan yalnız bir yabancı özel kişinin tapulu malı olmakla kalmamış aynı zamanda yabancı bir ülkenin( Rusya’nın) milli servetine katılmıştır.

Yabancıya doğrudan taşınmaz satışının birde Ticari şekli vardır.

Bizzat yabancılar emlakçılığa soyunmuş oluyor.

Yabancılar; İngiliz, Fransız, Alman… Türk topraklarını satın alıp yine yabancılara pazarlıyor. İsrail’e.

Örneğin; İngilizler kalkanda satın aldıkları lüks villalarda pansiyon hizmeti bile veriyorlar. Ticari gayrimenkul için dünyanın her yerinden yatırımcılar geliyor Türkiye’ ye…

İngilizler, İrlandalı ve Hollandalılar yazlık konut alanına ilgi gösteriyor.

Özellikle İngiltere ve İrlanda’dan bazı fonlar bir apartman ya da sitenin tümünü satın alıyor, sonra satıyorlar.

İngiliz bankaları Türkiye’den toprak almaları için müşterilerini teşvik ediyor ve onlara kredi kolaylıkları sağlıyor.

İsrail ve ABD benzer bir planı Irak’ın Kuzeyinde de yürütmeye devam ediyor.

Irak’ta faaliyet gösteren Kürdistan Kredi Bankası Irak’ın Kuzeyindeki Türklerin ev ve topraklarını satın almaları için Kürtlere beş yıl vadeyle faizsiz Kredi veriyor…

Türkmen Eli Teşkilatının Kafkasya temsilcisi Metin Arslanlı’ya göre Türklerin taşınmazlarını satın almak için Kredi açan bu Banka, İsrail’de faaliyette bulunan dört şirket tarafından desteklenmektedir.

Musul, Kerkük, Erbil, Dohuk, Bakuba, Felluce, Selahttin ve Süleymaniye’de ki toprakları, Kürtler aracılığıyla, ABD’liler ve Yahudiler satın almaktadır.

2- Dolaylı satışlar

Açık kimlikle yapılan alımları kapsar.

Buna karşılık, dolaylı satışlarda gerçek kimlik gizlidir.

Dolaylı (gizli) satışların büyük bir kısmı, Türk şirketlerinin veya Türk vatandaşlarının (paravan şirket ve kişilerin) adları kullanılarak yapılır.

Dolayısıyla topraklarımızın yabancıların eline geçtiği, gerçek sahiplerin onlar olduğu tapu kayıtlarında görülmemektedir ve istatistiklere de yansıtılmamaktadır.

Dolaylı satışlar; yabancıların, sınırlı hak tesisi, ölüme bağlı tasarruflar, güvenilir Türkiye yurttaşları, paravan şirketler aracılığıyla gayrimenkul edinilmesi şeklinde tanımlanabilir…

Bazı aynı haklar şunlardır; intifa (yararlanma) hakkı, oturma hakkı, üst hakkı, kaynak hakkı, irtifak hakları.

Görünürde bir Türk yurttaş adına tapuya kayıtlı bir taşınmazı yabancı bir şirket, intifa hakkı yoluyla 100 yıla kadar kullanabilir. Kaynak hakkı bir gayrimenkulün içinden çıkan sudan yararlanma hakkıdır.

Bun da ve diğerlerinde de aynı durum yaratılabilir.

Kamuoyunu uyandırmamak, tepki çekmemek isteyen yabancı şahıs ve şirketler bu yollara başvuruyorlar.

Ülkemizin değişik yerlerinde rastlıyoruz bu uygulamalara:

Örneğin; Güney Doğu Anadolu da paravan kişi ve şirketler üzerinden yabancılar gayrimenkul sahibi olabiliyor.

Bu açıdan İsrail’in faaliyetleri de görülmeye değer.

İsrail tarım teknolojisinde büyük atılımlar yapan bir ülke.

Bu üstünlüğü onu GAP’a çekiyor. Gözler hep oraya dikili.

Sürekli olarak, çok önemli miktarlarda toprak kapatıyorlar Güney Doğumuzda.

Ancak İsrail başka bölgelerde de ciddi miktarda topraklar satın alıyor.

Nasıl? Doğrudan değil, bir takım aracıları kullanarak!

3- Tarım arazileriyle ilgili olanlar:

Evet, kullanılan yöntemler sırasıyla şunlar;

Çiftçiyi yoksullaştırma, hukuk hileleri, banka hacizleri.

Birinci olarak çiftçi yoksullaştırılıyor.

Yoksullaşan çiftçi, son aşamada toprağını satışa çıkarıyor.

Orta Ana Doluda, batı bölgelerimizde yol kenarlarında görüyoruz ki tabelalarda “satılık arazi-satılık tarla” yazan tabelalar.

Yabancıya toprak satışı tarım sektörümüzde ki küçülmeyle gerçekleşiyor.

İktidar Hükümeti IMF ve Dünya Bankasının talimatları ile yönetti ekonomimizi.

Ey Türkiye tarım senin sırtında yüktür, tarımı desteklemeyi bırak.

Ben sana para vereceğim, köylüne dağıtırsın, ama dekar başına ürüne göre değil deyip alay geçiyorlar…

Şimdi bakın Emperyalizmin bu taşeronlarının dediği yapılınca neler oluyor.

Köylü gelir elde ediyor, ancak üretim yapmadan!

Havadan elde edilen bir gelirle.

Ancak madalyonun birde öbür yüzü var:

Korkunç İkizler Hükümete Neoliberal politikalar dayattı.

Çiftçi, bir geçiş aşaması bile tanınmadan serbest piyasanın vahşetine terk edildi. Taban fiyatları sürekli düşük tutuldu.

Sübvansiyonlar azaltıldı, kaldırıldı.

Tohum ve gübre desteği yok, destekleme fiyatları çok düşük.

Buna karşılık tarımsal fiyatlar yükseltildi.

Sonuç:

Üretim maliyetleri arttı. Ürün bedeli zamanında ödenmedi.

Köylü mahkemelere, icralara düşürüldü.

Hayvanlarını, traktörlerini satmak zorunda kaldı, yeni yatırımlar yapılması engellendi, iflasa zorlandı.

Çiftçi, üretimden soğumaya başladı, toprakla olan bağı zayıfladı, küçük üreticiler tavsiye edildi.

Türkiye boş tarlalar ülkesine döndü.

Çiftçi toprağını satmaya başladı böylelikle…

Peki kimlere satılıyor?

Tabi parası olanlara, bavulla dolar, çuvalla avro ve geniş ceplerinde sterlin getirenlere…

Sonra nemi olacak?

Yabancılar toprak sahibi oldukça şirketler kuracak, büyük tarım işletmeleri kurmaya başlayacak, bir zamanlar kendi toprağının sahibi olan köylümüz, yabancı şirketlerde ücretli işçi konumuna düşecek.

Bir taraftan da AB’de işsizlik gittikçe artıyor, çözüm?

Topraklarımız tabiî ki…

Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı İbrahim Yetkine göre çok planlı ve programlı bir senaryo bu…

Türk çiftçisi üretmeyecek, Türkiye tarım ürünlerini dışarıdan alacak, kendi kaynaklarını kullanmayacak, kapılarını yabancı sermayeye açacak, Türkiye tam bir açık Pazar haline gelecek.

Çiftçi yoksullaştıkça toprağı elinden alınmış olarak kentlere sürülecek proleterleşecek…

Bir zamanlar Almanya da Osmanlı toprakları için aynı tasarıları yapmıştı.

Şimdi sıra Hukuk hilelerin de…

Yabancılar tarım alanlarımızı köylüye yüksek paralar ödeyip satın alıyor.

Tapulu ve tapusuz alanların zilyetliklerini alıyor, muhtar senedi, el senedi gibi yerel araçlar kullanıyorlar.

Zilyetlik yöntemi taşınmazın sahibi olmadan, kullanım hakkı sağlıyor.

Kars’ı örnek verelim( Digor)

Bölgenin sınır köylerine gelen Amerikalı ya da İsrailli oldukları söylenen yabancılar; tarla sahibi köylülere sadece bir imza karşılığında bol para dağıtıp gidiyorlar.

Böyle havadan verilen para miktarı 5 yıl önceki verilere göre 3-7 milyar dolar…

Bir yandan da köylüleri uyarıyorlar.

Tarlanızı mutlaka her yıl ekip biçeceksiniz.

Ekemeyenlere para veremeyiz.

Siz bunları yapın paranızı bizden isteyin.

Bu şekilde para alan köylülerin sayısı 10 yıl kadar önce 3 bin civarındaydı, bu gün kaça yükselmiştir siz tahmin edin artık.

Sorarım size?

Acaba adı geçen yabancılar maddi karşılık istemeden, neden bu denli yüklü ödeme yaptılar köylümüze?

Açıklama dehşet: altına imza atılan sözleşmede yazılı hususlar, ilerde toprağın köylüden alınmasına sebep olacak nitelikte.

Çünkü, söz konusu köylerde bazı evlerin ve arazilerin ne tapuları nede ruhsatları var.

Şimdi sıkı durun: yabancıların imzalattığı sözleşmede, toprakların kendilerine ait olduğu yazılı, para alan köylülerse bu topraklarda işçi olarak çalışıyor.

Yabancılar uzun vadede, uygun bir zaman diliminde ortaya çıkıp “bu topraklar bizimdi zaten” biz onları işletip, işçi çalıştırıp, onlara ücret ödeyip kendi toprağımızı biçiyorduk diyip tarım alanlarımızı ele geçirecekler.

Bir diğer uygulamada şöyle: Doğu ve Güneydoğu Anadolu da büyük toprak sahipleri Yahudi kuruluşlar tarafından ABD’ye davet ediliyor.

Toprak ne genişlikte olursa olsun, yüksek fiyatlar teklif ediyorlar.

Toprağın ekimini, biçimini yine sahibine bırakıyorlar.

Banka hacizleri;

Birinci mekanizma; çiftçinin bankalardan aldığı krediye karşılık toprağı ipotek ediliyor.

Çiftçi borcunu ödeyemez duruma düşünce haciz geliyor ve toprağı elinden gidiyor.

İktidar IMF’nin talimatına boyun eğerek tarıma devlet desteğini kesti.

Girdi maliyetleri artan, ürünü de para etmeyen çiftçi: yabancı bankaların cazip imkanlar sunduğu kredilere baş vurdu, tabiî tarlasını ipotek vererek.

Ziraat bankasının özelleştirilmesi sürecinde kredilerin yetersiz kalması nedeniyle devreye yabancı sermayeli bankalar girmektedir.

Uygulamada çiftçinin ödeme gücüne bakılmaksızın, kasıtlı olarak üretime değil, tüketime yönelik kredilerde veriliyor.

Bu yöntemle çiftçi ödeme güçlüğüne düşürülmekte ve haciz yoluyla topraklarına el koyulmaktadır.

Şu anki İktidar geldiğinden bu yana 8 yıl içinde-yerli sermayeli bankaların kullandırdığı tarımsal krediler 2 kat artarken, yabancı sermayeli bankaların kullandırdığı tarımsal krediler 250 kat artmıştır.

Bu durumda toprak hacizlerinden elbette yabancı bankalar yararlanacak.

Ege bölgesinde binlerce hektar arazi yabancı bankaların verdikleri krediler yüzünden ipotek altında.

Ve çiftçi ödeyemez hale geldiğinden bankalar el koymuş durumda. Türkiye’de ticari şirketler kuran, yerli bankaları satın alan Yunanlıların bu bankalarından biri çok sayıda tarım arazilerine el koymuştur.

Sadece Ege ve Trakya’yla sınırlı değil.

Kayserinin Koca Sinan İlçesi Ziraat Odası Başkanı Emin Yılmaz anlatıyor:

Gökhan Günaydının bir uyarısından öğreniyoruz.

Tarım üreticisi kuyrukta, kredi kartına yükleniyor, ürünü para etmiyor, gübre iki katına çıkmış, açık kredi kartı almaktan başka çaresi kalmamış, üretim araçlarının, tarlasının, traktörünün yakın gelecekte elinden çıkacağı bilincinde artık.

Diğer yöntemler:

Özelleştirme ve yabancı sermaye; kamuya ait tesislerin özelleştirilmesi sırasında, tesisi satın alanın yabancı olması durumunda, bu tesislerle birlikte arsa ve arazilerde yabancını eline geçmekte, yabancı bir ülkenin milli servetine katılmış olmaktadır.

Madencilik ruhsatları: İktidarda, Türkiye’de 100.000 kilometre kareden fazla bir vatan parçası; maden arama ruhsatı verilerek, 20 Amerikan, Anglo-Amerikan ve Kanadalı şirketin kullanımına bırakılmıştır.

Bizi asıl ilgilendiren yönü sözde yasal düzenlemeler.

Son veriler şöyle: 1923’ten 2004 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri toplam 1500 maden işletme ruhsatı vermişken, şuan ki İktidar Anayasa Mahkemesi’nce iptal kararı verilene kadar, çıkardığı yasa ile 2004-2009 arasında toplam 43.500 maden işletme ruhsatı vermiştir.

Türkiye’nin yüz ölçümünün üçte biri, 282.898 km. karelik alan, maden işletmelerine açılmıştır.

Azınlıklar: Rockefeller Vakfı Türkiye’nin bazı pilot bölgelerinde Türk gençlerine Osmanlı döneminin azınlık tapularının araştırmasını yaptırdı.

Araştırma sırasında elde ettiği belge ve kayıtlara el koyulması bir istihbarat çalışmasını kanıtlamaktadır.

Bu çerçevede Amerika’daki eski Osmanlı azınlıklarının torunlarının, ABD mahkemelerinde davalarını açtıkları ifade ediliyor. Amerikan sigorta şirketleri bu davaları şimdiden sigorta etmiş.

Hedef Türkiye’den topluca toprak veya tazminat talep etmek.

Kurtarılmış bölgeler: dünya Kiliseler birliği bir proje geliştirmiş, proje İstanbul’da ve Anadolu’nun her köşesinde, azınlıklar tarafından ”kurtarılmış bölgeler” oluşturulmasını öngörüyor.

Vakıflar; İktidarın, vakıf arazileriyle ilgili kanunlarda değişiklik yaptı.

Bu yoldan, ülkemizdeki yerli yabancı dini cemaat vakıflarının arazi edinmelerini büyük ölçüde kolaylaştırdı.

Bu arazilerdeki ticari yapılaşmalar, söz konusu vakıfların ekonomik yönden büyük olanaklara kavuşmalarını sağlıyor.

Dava yolu: Yunanlılar ulusal Kurtuluş Savaşımızdan sonra terk edip gittikleri yerleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açarak geri almaya çalışmaktadır.

İngilizler Uzun Ada’yı 1871 tarihli bir tapuya dayanarak ele geçirmeye çalışıyordu, dava bugün hangi aşamada bilemiyoruz?

İsrail’in faaliyetleri: GAP’ta İsrail şirketleri yerli Holdinglerle işbirliği yapıyor. Başka ülkelerle ortak projeler yürütüyorlar.

14 Mart 1996 tarihli Türkiye- İsrail Serbest Bölge Antlaşması, İsrail’e GAP bölgesinde olağan üstü kolaylıklar sağlıyor.

İsrail’in bölgede izlediği bir yöntemde; kimi çiftçiler ve kamu personeli MASHAV adlı kuruluş aracılığıyla devrileşiyor.

MASHAV, MOSSAD’ın yan kuruluşudur.

Çalışma ilkesi şudur;”İsrail yönetimi hissedilmeli, ancak görülmemeli.”

Bölgemizde İsrail gelse daha iyi propagandası yapılıyor.

Bundan başka GAP personeli, Üniversite rektörleri, Öğretim üyeleri, Ziraat odaları başkanları, bölgenin büyük çiftçileri arasından özel olarak seçilenler İsrail’e götürülüp eğitime tabi tutuluyor.

İsrailli kadınlar Şanlı Urfa’daki İtalyan hastanesinde doğum yapıyor; doğurdukları çocukları Türk yurttaşı olarak nüfusa kaydettirebilmek için.

Bu ilimizin nüfusuna kayıtlı yurttaşlar adına alınan topraklar İsrail şirketleri tarafından uzun süreli olarak kiralanmaktadır.

Bazı Yahudi asıllı kişiler köy köy dolaşarak, toprak alma yönünde halen girişimlerde bulunmaktadırlar.

Sonuç: Büyük Devletlerin öylesine sorunları var ki bunlar siyasi partilere, parti program ve uygulamalarına emanet edilemez.

Bunlar Devlet sorunudur ve siyasi partiler ancak onları uygulamakla yükümlüdür. Temel sorunlarımızdan biri yabancıların ülkemizde toprak sahibi olmasıdır.

Devletimizin yargı organlarından, Anayasa Mahkemesi 1985’de

“Toprak Devletin kurucu unsurudur, yabancıya satılamaz”

Ne yazık ki İktidar 2003 ten itibaren topraklarımızı yangından mal kaçırırcasına satmaya başladı.

Devlette süreklilik bırakılmadı çünkü.

Yasalar değiştirilmeli bu vatan atalarımızın kanının son damlalarıyla savaşarak alındı.

Bismark ve Atatürk’ün şu sözleri yasaları kuranlara küpe olsun.

Büyük bir devlet parti görüşlerine göre idare olunamaz. (Bismark)

Bir partinin programı tek bir şahsın kafasından değil, ülkenin gerçeklerinden çıkmalıdır.

Buda ancak bilim adamlarının, uzmanların ortak katkısıyla sağlanabilir (Atatük)

Evet, yarın için planı olamayanlar daima başkalarının planının parçası olurlar…

Son söz olarak ta ani kayıpların, çocukların, yetişkinlerin kayıplarını araştıralım İsrail’de göz (kornea) ve diyaliz hastası çok fazla Allah tarafından birde Rusya da aynı hastalıktan muzdarip, bu insanlar boşuna kaybolmuyorlar.

Organ mafyası yanı başımızda her okulun kapısında, her evin girişinde, her insanın ensesinde buna bir önlem alınmadığı gibi birde üstü örtülmektedir. Filmlere bile konu olan bu olaylar hala gizli tutulmaktadır.

Bundan sonra başımıza gelecekler emin olun ki tesadüf değil isabettir…

Allah yardımcımız olsun…

 

 

Exit mobile version