Halk Kültüründe Oyun Geleneği ve Kültür Ortamımız!

Getting your Trinity Audio player ready...

 

İnsanı tanımlayan bazı kavramlar vardır. Homo Sapiens, insanı düşünen yaratık olarak  anlamlandırır; Homo Faber, üreten, Homo Ludens ise oynayan…

Kanımca insana en çok yakışanı da Homo Ludens olmalı. Hollandalı tarihçi Huizinga’ya katılıyorum… Kültürün kaynağı oyun ve oyunculuktur der Huizinga.

Hayat ve oyun aracılığıyla hayatı değiştirme istenci üzerine kurulan düşünce akışları insanın ufkunu çoğaltır; aynı oyun olgusu üzerinde yaşayan insan imgelemi, bulunduğu konuma göre çoğu kez birbiriyle özdeşmeyen duygu alanlarına doğru akıp gider… Değişim ve dönüşümün hareket mili ise başkası olarak yaşayabilmenin, yaşamı başkasının gözüyle görebilmenin gücüdür.

Oyunun ve onun günümüze yansımış bir parçası olan tiyatronun tarihi insanlık tarihi ile atbaşı gidiyor gibidir…

İnsanlık kültürü yeryüzünün çok çeşitli yerlerinde birbirlerinden etkilenmeksizin ve taklit etmeksizin de benzer davranış biçimlerine, benzer oyun donanımlarına ulaşabilmişler. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bugün Gaziantep yöresinde çokça bilinen bir oyun olan Mangala’nın 60 ülkede birden oynanmasının  temelinde, insan kültüründe birden fazla yerde benzer davranış biçimlerinin doğmuş olması yatar.

Oyun ve kimlik değiştirmeli doğaçlama tiyatro, insanlığın despot yönetimlere, karanlık ortaçağlara karşı en büyük direniş araçlarından birisi olmuştur. Feodal ortaçağ kültürünü temsil eden kral ya da padişahın attan indirilerek bir delinin kral ilan edilmesi,   daha sonra onun da attan indirilmesi,  bir din adamının, kutsal adların eşeğe bindirilmesi (bizde Nasreddin Hoca ters biner, Hıristiyan kültürünün Eşek Bayramı’nda İsa ve Meryem Ana) gibi…

Bahtin’in Batı ve Hıristiyan Asya için tanımladığı, çoğul imgelem gününü yaşatan karnavalcılık anlayışı Lâtin kültüründe Fiesta olarak tanımlanmıştır. Bu alanda da Octavio Paz’ın çok önemli çalışmaları vardır.

Bir eğitim kurumu olan ve bir ayağını Anadolu halk kültürüne sıkıca dayayan Köy Enstitüleri’nde her hafta sonu tiyatronun yanında halkın da katıldığı şenliklerde isteyenin ceketini ters çevirip ya da yüzünü boyayıp katıldığı doğaçlama oyunlar oynanması, devrimci bir eğitim dehasının ürünü olarak yaşama geçmişti. Enstitülerin kurucusu Baba Tonguç’un, Pulur Köy Enstitüsü’nde düzenlenecek bir hafta sonu şenliği için sahne hazırlatmakta olan yöneticilere kızması, enstitülerde oynayanla izleyeni birbirinden ayırmayın demesi bu okulların altı yıllık tarihine karşın ülke kültür ve eğitimine yaptıkları katkının arkasındaki gücü aydınlatır.

Batı etkisinde kalmış bazı aydınlar, bize ait bu oyun ve kültürü küçümseyici bir tutum takınmışlardır. Namık Kemal’in Karagöz ve Ortaoyunu için “rezaletler mektebi” dediği bilinmektedir. “Mülkümüzde pek kesretli olup da hiçbir sebeb-i ma’kule haml olunamayan münasebetsiz göreneklerdendir.” Şemsettin Sami, “Mecnun’un etrafında toplanmış kurt ile kuzu, arslan ile ceylan gibi muhtelif hayvanların ortasında oturup onlarla lakırdı ettiğini veya Leyla’nın mumla konuştuğunu bir ufak çocuk bile severek ve beğenerek okuyamaz” der.

Tanzimat döneminin Batı etkisindeki Aydınlanmacı kültür insanlarının halk kültürü ve oyunlar karşısındaki bu yabancı ve hatta karşıt tutumu, kültür tarihinde Batı özenticiliğine karşı savaşmış olmakla övünen bir adda ortala çıkmış başka bir tablo, aydınımızın halktan ve öz kültürden uzaklığı hakkında hakkında bize önemli bilgiler vermektedir. “Gerici Türk aydınının gönlünde yatansa, tiyatrolara boş verip, sünnetlerde, düğünlerde geleneksel seyirlik oyunlarıyla keyif çatılmasıdır.” (Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, s 19)

Attila İlhan’a gore Cumhuriyetle birlikte tamamlanmış olan “Ulusal Demokratik Devrim” öncesi kültür, feodal kültürdür, ümmet kültürüdür… Yine Attila İlhan’a göre folklor da, “feodal ilişkilerin üstyapısı”dır (Hangi Edebiyat, s 170).

Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar adlı yapıtında başkahraman, köyün delisi Kır Abbas’ın davranışları dikkatle izlendiğinde güçü bir halk oyuncusu olduğu açıkça görülecektir. Köylünün imeceyle kazıp ortak bağ durumuna getirdiği taşlık alan, kadastrocular tarafından köylünün hazine arazisine el koyması olarak yorumlanmış, Tozak köylüleri suçlu duruma düşmüştür. Kır Abbas kasabaya gitmiş, kaymakam yerine bakan tahrirat kâtibi ile görüşmüş, onun isteği üzerine de olup biteni özetleyen bir dilekçe yazmıştır. Köye döndüğünde merak içinde sonucu bekleyen köylülere oyun oynayarak olanları anlatır. Kimi tahrirat kâtibi olur, kimi arzuhalci, kimi kapıdaki jandarma; onların davranışlarını bakışlarını, konuşmalarını canlandırır.

Dursun Akçam’ın Kanlıderenin Kurtları adlı yapıtında, bir adak kesimi için Evliyatepe’ye toplanmış köylüler adeta bir ortaoyunu oynamaktadır. Allahın kızı Maviş: “İpini kıran gelmiş anam babam! Hele çocuklara bakın kara sinekler gibi sarmışlar tepeyi! Bir pişi kırk kişi!”

Cenkçi: “Öyle söyleme maviş bacı. Çocuklar melâikedir. Onlara vermek daha da sevaba geçer.”

Maviş: “Bizim köyün kadınları sıçanlar gibi, illedevam melâike kunnuyorlar.” (Kanlıderenin Kurtları, s 438-439)

Öğretmeni Kim Öptü’de, Sünnet Partisi ve diğer birçok öyküde bu oyun ve oyunculuk geleneği metnin ana milini oluşturur.

Dursun Akçam ve Ümit Kaftancıoğlu’nun Kuzeydoğu Anadolu’nun çoksesli, çok dilli kültürünü içeren yapıtlarını kolayca birer tiyatro oyununa dönüştürdük; Ardahan’da Dursun Akçam Kültür ve Sanat Günleri’nde gençlerimizle birlikte sergiledik…

Tiyatro, resimden edebiyata diğer sanat türlerine de ulaşmış, ilgili sanatta yeni bir çoğulluk etkeni olarak da kullanılmıştır. Modern edebiyatımızda Oğuz Atay’ın çok başarılı romanları Tehlikeli Oyunlar, ya da Oyunlarda Yaşayanlar, şenlikli, çoğul bir kültürün roman ve tiyatro kolları arasında gidip gelen imgelen alanlarıyla örülmüştür.

Yarın, çok önemli bulduğum ve üzerinde uzun yoğun çalışma yaptığım halk kültürü-edebiyat ilişkilerini, Bağımsız Tiyatrolar Birliği’nin düzenlediği bir etkinlikte ayrıntılarıyla konuşmaktan onur duyacağım.

Gününüz hep gülümseyeceğiniz bir oyun gibi geçsin…

 

08 Eylül 2022, Alper Akçam

Exit mobile version