Getting your Trinity Audio player ready... |
Bu ülkenin en büyük sorunu, ar damarı yırtık olarak yaşayanlar… Bu ülkenin en büyük ayıbı, utanmayı unutmuş olanlar. Bu ülkenin en büyük hastalığı, onursuz ve vicdansız kalanlar…
Dün akşam serininde, yaz dönemi boyunca çok ilgilenemediğim Ahlatlıbel’de yıllarımın emeğinin ürünü olan bahçede biraz çalışayım dedim. Dikenleri, yaban otları, kuruyanları, çürüyenleri temizledim. Eve geldiğimde, haber izlediğim kanallardaki haber saatleri geçmişti. Halkın alın teriyle, kamu paralarıyla, geri ödenmemiş banka kredileriyle satın alınıp iktidar borazanlığına tahsis edilmiş televizyon kanallarını açtım; ondan ona, ondan ona dolaştım. İnanın midem ağzıma geldi! Birlikte yaşadığım, aynı havayı, suyu, toprağı paylaşmak zorunda kaldığım o insana benzese de insanla benzerliği kalmamış (çünkü namus, şeref, onur gibi insanı insan yapan tüm özelliklerini yitirmiş) sunucular ile o ekranlarda biri bitince yerine diğerinin çıktığı iktidar mensuplarının ülkedeki gerçeklerden çok uzakta, şişirme haberlerle, yalandan böbürlenmelerle dolu konuşmalarını izledim. Ve ağlayasım geldi. Bu ne büyük bir ihanettir bu yurda! Bu ne büyük bir yalan ve talan mekanizmasıdır…
Gerçeklerin dile geldiği kanallarda her gün bir başka rezaletin patlak verdiği, milyon dolarlık rüşvetlerin, uyuşturucu kaçakçılığından, özelleştirmeleri yönetmiş, kamu paralarına çöreklenmiş bazı kurumlarda yağmalanan ülke zenginliklerinin söz konusu edildiği haberlerden bir tekinin bile yeri yoktu ar damları yırtıkların birbirleriyle göz kırpıştığı, halkın aklının ve hayatının yalanlarla paylaşıldığı o bezirgân pazarında…
En küçüğü üç beş milyon dolardan başlayıp yüz milyon dolarlara varan, boşanma, ayrılma, yağmayı üleşme, paylaşma haberleri, yalan batağında yaşayanların umurunda bile değil sanki. Bir zamanlar aydınların kanını içme tehditleri savunan ve kirli işlerine, paralı hırsızlık askerliğini katmış Sedat Peker diye bir adam (Dostoyevski’nin “İnsan bir piyano tuşu değildir” sözü geliyor aklıma, onu dinledikçe), aylardır, kelle koltukta, dünya kadar pislik döküyor ortaya, kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. O konuşmalarda ve haberlerde adları geçen birçok kişi sonradan yurtdışına çıkınca tutuklandılar, büyük soruşturmalara konu oldular… Bunlardan birine de Ardahan’da, hatta Dursun Akçam Kültürevi’nde bana plâket verdirmeye kalkmışlardı. Boş alkışları, şişirilmiş ve şaibeli adları, politika kulvarlarında cambazlık yapanları hayatta sevmemişimdir. Aceleyle çıkıp gitmiş ve o onursuzluğun bir parçası olmaktan kurtulmuştum.
Batılı ülkeler, bir yandan bizim gibi mazlum halkları soyarlar, sömürürler, yeraltından yer üstüne zenginliklerimize göz ve el koyarlar ama yüzyıllar sürmüş sınıflar savaşlarının, emekçi kanlarının üzerine kurulmuş bir demokrasi de halen geçerlidir oralarda. Yargı, devletin en tepesindeki de olsa, babasının oğlu da olsa, gözünün yaşına bakmaz yanlış yapanın. Türkiye’nin en itibarlı adamları, en yetkili iktidar mensuplarının sırıtarak birlikte fotoğraf karesinde göründüğü kimi adları, ABD’de ve Batı ülkelerinde büyük davalara konu oldular, yargılandılar; yargılanmayı sürdürüyorlar. Uluslararası kimi kirli işlere henüz adı karışmamış olanlar ise, bizim gibi bir ömür memleketine hizmet etmiş değerli ve seçkin emek sahiplerinin yanına bile yaklaşamayacağı uçuk fiyatlarla kalınan otellerde, devlet yetkilileri, polis şefleri, komşu ülkelerin kara para ve yeraltı dünyası adları ile kat kat paylaşarak kalıyor, her türlü ahlaksızlığın içinde fink atıyorlar.
Bu ülkede alın teriyle geçinmeye çalışanların, mazota güç yetiremeyen üreticilerin, ülkenin yüz yıllık geçmişin ürünü olan ve adeta yağmalanarak yok edilmiş fabrikaların, kamu mallarının karşılığı, şimdi hırsızların, uğursuzların yabancı bankalardaki hesaplarında sahiplerinin ülkeden kaçma ihtimalinin olabileceği günleri bekliyor. Bütün bu kirli işlerin hesabı sorulacak mı, o da belli değil…
Grigory Petrov adlı o Rus din adamı-yazar (sonradan papazlıktan atılmış) Finlandiya hakkında yazdığı Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı kitabında Fin halkını anlatırken, ilk gözüne çarpan özelliklerinin “Şaşırtıcı bir dürüstlük” olduğunu yazar…
Bizim için de yazsaydı eğer, “Şaşırtıcı bir yalancılık, onursuzluk ve vicdansızlık” diye yazardı sanırım.
Şükür olsun ki, bir ömür kimsenin helal kazanılmış beş kuruşunda gözüm olmadı; şükürler olsun ki, çıkar ve iktidar için yalan söylemedim; yalan söyleyenlere, hırsızlara, uğursuzlara karşı çıktım…
Alnımızın aklığı, vicdanımızın temizliği kadar güzel şey var mı?
Onlar, o ar damarı yırtık yaşayanlar, bu duyguların hazzını asla tatmadılar; insanlıktan asla haberleri olmadı…
Ar damarı yırtık yaşayanların bataklıklarda bir beyne bile gerek duymadan başka bir canlının sırtına yapışıp kan emerek ömür sürdürenlerden hiç farkı yok… İsterlerse milyon dolar, milyar dolar sahibi olsunlar.
Onlar insanlığın ve bu ülkenin yüz karasıdırlar…
Bu ülkenin en büyük bayramı, bu iğrenç çarkın kırıldığı, o onursuz ve vicdansızlardan bir kısmının olsun, bu ülkenin yargısının önünde hesap verdiği gün yaşanacak…
O bayramı yaşamak bizim elimizde, bizim çabamıza bağlı…
Yalana ve talana karşı sesimizi çıkaralım, gücümüz yettiğince karşı çıkalım…
Gelin bizler, onurumuzla, insanlığımızla, direnme gücümüzle övünelim; eşe, dosta, kurda, kuşa, yaşanacak güzel günler için gün aydınlığı verelim…
Nasıl aydın olsun günümüz diye soruyor bazıları… Savaşırsanız, mücadele ederseniz, bu ar damarı yırtılmış olanlara karşı verilmekte olan kavganın içinde sevdiklerinize gönül dolusu gülerseniz ancak, aydın olacak günlerimiz…
Gününüz aydın olsun…