Atatürk Türkiye’sini Yeniden İnşa Etmek…

Getting your Trinity Audio player ready...
ÜLKEMİZİN içinde bulunduğu karanlık ortamın ana nedeninin cehalet olduğu aklı başında herkesin dilinde.
Bu kara tabloyu temizlemek için tek yolun Atatürk’ün gösterdiği yolu aynen izleyip cemaat ve tarikatları kapatıp eğitim sistemini sil baştan modernize etmek olduğunu yine aklı başında herkes görüyor.
Bugünlere nasıl geldik, bir göz atalım;
Osmanlı imparatorluğu sarayın akla aykırı yönetim anlayışı ve emperyalizmin hedef tahtasına haline gelmesi nedeniyle çökerken Türk ulusu tarihinin en karanlık dönemlerinden birine saplanmıştı ki birden bir mucize insan Atatürk’ün zuhuruyla birlikte güneş doğdu.
İnsanlık tarihi için çok kısa süren ışıklı günler Atatürk’ün sonsuzluğa göçünden sonra yeniden kara bulutlar oluşmaya başladı.
Ne yapmıştı hiçbir savaşı kaybetmeyen eşsiz önderimiz?
Önce yenilmez sanılan istilacı emperyalizmin saldırılarını defedip ülkeyi, ulusu özgürlüğüne Kavuşturdu.
”En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır. Cahillikle savaş düşmanla savaştan daha az önemli değildir” diyerek en az silahlı saldırganlar kadar tehlikeli olan cehalete karşı dehasının eseri olan rasyonalist ve ampirist yöntemler kullanarak mücadele başlattı.
Cehaleti besleyen tarikat yuvalarını kaldırdı, eğitim sitemini ve kurumlarını çağdaşlaştırdı.
Ya bugün…
Yine bir saray saltanatı…
Yine tırmanan kapkara bir cehalet…
Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten alıntı yaparak belirttiği “Düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek” hedefi bir yarı cahilin “dindar ve kindar genç yetiştirme” aymazlığına kurban edilerek, çoğu irtica yuvası tarikatların cemaatlerin kontrolü altında dağ, tepe İmam hatip okullarıyla doldurularak eğitimin kalitesi düşürüldü.
Eğitim kurumları tarikatçı gruplara peşkeş çekilerek ticaret aracı haline getirildi.
“Eğitimlilerin oranı arttıkça beni afakanlar basıyor” diyen “dindar ve kindar nesil” patentli sözde bir bilim adamı YÖK yöneticiliğine atanarak ödüllendirildi.
Oysa ne diyordu İslam’ın Peygamberi?
-İlim öğrenmek kadın-erkek herkese farzdır…
-İlim Çin’de bile olsa gidiniz…
-Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz…
Ülkemiz böylece Atatürk aydınlığının bir asır gerisine düşürüldü
**
EŞSİZ Önderimiz Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat tarikatı medeniyet tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir” şeklindeki yönlendirmeleriyle tarikatlara bağlı tekke, zaviye ve türbeler 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan yasayla kapatıldı
Müritlik, dedelik, seyitlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi akıl ötesi sıfatlar yasaklandı
Şeyh Sait isyanı, Şeyh Şemsettin, Şeyh Âdem gibilerinin tekkelerinin ayaklanma hazırlıkları içinde olmaları ve çoğu tarikatçının kurtuluş savaşına karşı olmaları da tekke ve zaviyelerin kapatılmasında etkili oldu.
Kapatılan tekke, zaviye ve türbelerdeki tarihi, kültürel, dinsel eserleri koruma altına alındı. Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mimar Sinan gibi Türk büyüklerinin türbeleri ziyarete açık hale getirildi.
İstanbul Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi gibi ılımlı tarikatlara ait tekke ve zaviyelerin bir kısmı kapatılmadı.
***
Hz. Muhammet’in vefatının ardından farklı İslam yorumlarının oluşması dolaysıyla mezhepler ve tarikatlar doğdu.
Başlangıçta tarikatlara bağlı tekkeler eğitim kurumları gibi faaliyet gösteriyorlardı, resim, müzik, şiir gibi sanatlarla uğraşılan tekkeler oluştu. “Tekke edebiyatı”, “Tekke müziği” o günlerin iz bırakan eserleridir.
Hoşgörülü İslam anlayışını temsil eden Türklerin kurduğu tasavvuf tarikatları Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşmesi ve İslamlaşmasına büyük katkı verdiler.
Zamanla başka âlemlere dalan tarikatlar yozlaşıp bozulmaya başladı.
Öylesine yozlaştılar ki Halveti tarikatı şeyhi Kuşadalı İbrahim Halveti, 1844’de tekkelerin bozulduğunu ve kapatılması gerektiğini söyleyerek “Tekkelerde artık hayır kalmamıştır. Bunların kaldırılması lazımdır. Bunlardan artık insanlığa da, İslam’a da hiçbir hayır gelmez. Çünkü tekkeleri, meyhane ve kerhaneye dönüştürdüler” diyordu
***
ŞEYH İbrahim Halveti’nin arzusunu 81 yıl sonra büyük önder Atatürk gerçekleştirdi
Ya bugün…
Eğer Kuşadalı İbrahim Halveti Atatürk’ten sonra hortlatılan irtica yuvası tarikatların halini görseydi yine benzeri şeyleri söylerdi.
Çocuk tecavüzcüleri, Allah ile aldatanlar, sahtekârlar…
Atatürk’e tarikatçılığı yasakladığı için din düşmanı diyenler…
Hepsi Halveti tarikatı şeyhini rahatsız eden tarikatçılarla aynı tornadan çıkanlar.
***
EĞER tarikatlar hortlatılmasaydı Atatürk’ün zihninden doğan eğitim sistemi çağdaş anlayıştan uzaklaştırılmasaydı, Köy Enstitüleri kapatılmasaydı bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Ülkemiz ulusumuz böylesine yorgun ve yoksul düşmeyecekti
Ülkemizi yeniden ayağa kaldırmak için yapılacak zorunlu şeylerden biri cehaletle savaşın öteki ayağı olarak eğitim sistemi felsefesini değiştirmek olmalı.
Eğitimin işlevi sadece gençlerin zihinsel, ruhsal gelişimini geliştirmek değil yanı sıra ulus kültürünü de korumaktır.
Eğitimin kalitesini, verimliliğini yükseltmenin ön koşulu sisteme Pedagoji, Psikoloji bilimlerinin tekniklerini uyarlamaktan geçer.
Pedagoglara göre gençlerin gelişim süreçleri üç aşamalıdır.
Okul öncesi “Egosantrik dönem” ya da “ben-merkezci” dönem diye anılan 3-7 yaş arası dönem…
“Puberte” diye isimlendirilen 7-17 yaş arası eğitim dönemi…
Gençlerin kişiliklerinin gelişmeye hayat mücadelesine hazır hale gelmeye başladığı 17 yaş sonrası “Adolesans” dönemi…
Özellikle okul öncesi dönem ve okul dönemi gencin gelişimi için çok önemlidir
Egosantrik dönemde çocuğun dünyası sadece çevresinde gördüğü “ŞEY”ler üzerine odaklanır. Kendisini ne görüyorsa hepsinin merkezi olarak bilir. Bilişim zekâsı denilen “anlama”, “düşünme” yetisi henüz yeni yeni filizlenmeye başladığı için başkaları ne yapar ne düşünür onun ilgisini hiç çekmez.
7-17 yaş, arası gencin kendini, insanı, evreni tanıma öğrenme, düşünce geliştirme, deneyler yapma dönemidir.
Çocuğun kişiliğinin şekillenmeye başladığı 3-7 yaş arası çok önemlidir. O dönemde çocuğun gelişimi olması gibi gerçekleşememişse, bütün yaşamı süresince nerede kalmışsa orada takılıp kalır.
Aynı şey Puberte için de geçerlidir. Bu nedenle okul öncesi dönemde uzman aile rehberlerine ve eğitim döneminde de okullarda kişilik geliştirme uzmanlarının rehberliğine gereksinim vardır.
Anlama düşünme zekâsını geliştiremeyen gençler başkalarına bakıp “yabancılaşma” duygusuna kapılıp önce aşağılık duygusuna ve o da kişinin bilinçaltında telafi mekanizması olarak megalomani ya da agresiviteye dönüşür.
“Atatürk Türkiyesi”ni yeniden inşa ederken, daha iyi yaşanabilecek bir ülke için “İNSAN” denen varlığı bir de Sosyo/psikolojik açıdan tanımaya çalışalım.
Kişilik gelişimi bazında örneklerine her zaman rastlanabilecek üç tür insan vardır dünyada.
Birincisi, NAFİ’ler adı verilebilecek yaşamlarını çevresine insanlığa faydalı olmaya adamış, erdemli, özverisi yüksek akla, etiğe saygılı kişiler.
Bütün dünyanın kendilerine gereksinmesi olan insanlar…
Örnek ister misiniz?
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK…
Bir başka tür kimi anlama, öğrenme düşünme idrak zekâsı gelişmemiş, kimi sürü içgüdüsü uyarınca yaşayan, kimi bir gün öyle bir gün böyle kişiliksiz, onursuz, kusurlu insanlar…
Bir de insana saygısı olmayan, vicdanı sızlamadan yoksulun ekmeğini çalan, yaşamı yalanlara dolu adaletten, ahlaktan pay almamış ve Lombroso’nun “suç işlemeye meyilli tipler” tanımıyla birebir örtüşen muzırrat takımı…
Örnek göstermeye gerek yok çeyrek asırdır böyleleriyle haşır neşiriz zaten…
***
İNSANOĞLU için öğrenme gerekliliği ömür boyu sürer gider.
Sokrates’in “Ben yalnız bir şey biliyorum o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü aslında buna atıftır.
Bütün insan evreni filozoflarının düşünce üretirken bilgiyi ararken, dayanak noktaları antik Yunanistan’daki Delphoi kentinde bulunan Apollon Tapınağının girişinde altın harflerle yazılı olan Spartalı bilge Khilon’a ait “Gnothi seauton” -kendini tanı- sözlerinin verdiği esindir.
Eğitimin amaçlarından biri gençlerin kendilerini tanımasını sağlamaktır.
“Kendini tanımak” yalnız kişilik gelişimi için değil, kendisiyle çevresiyle barışık yaşaması için de gereklidir
Kendini tanıyan insan kendine ve dolayısıyla empati yolu ile başka kişilere saygılı kişidir.
Kendini tanıyan insan adildir, adaletten şaşmaz.
Kendini tanıyan insan insanlığa, topluma saygılı olur.
Kendini tanıyan insan ahlaki değerlere önem verir.
Kendini tanıyan insan öğrenmeye, kendini geliştirmeye açık olan kişidir.
Kendini tanıyan insan merttir yalan dolandan nefret eden özü de sözü de birdir.
Kendini tanıyan insan safsatalara kapılmaz, aklın gücüne inanır, rasyonalisttir ama gerekli hallerde duyularına dayanarak deneylerle ampirist olabilir.
Kendini tanıyan insan eğitim düzeyi düşük olsa da neyi bildiğini neyi bilmediğini bilir
İmam Gazali “Cahillerle yaptığım bütün tartışmaları kaybettim” der ya…
Kastedilen cahiller bilmediğini bilmeyen cahillerdir mutlaka…
Kendini tanıyan insan fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kişidir
Böyle bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplum düzenini düşünün.
O toplum çağdaşlığın bütün normlarını uygulayarak maddi manevi her alanda sürekli gelişir, yükselir.
Exit mobile version