Getting your Trinity Audio player ready...
|
Türkiye’nin yaşamsal bir seçime doğru, ayları, günleri saymaya başladığı bir döneme girdik. Bu arada politika sahnesinde çok kritik gelişmeler yaşanıyor. Türkiye siyaset tarihinde belki de ilk kez, soldan sağa farklı partilerin belli ilkeler çerçevesinde bir araya geldiği “Altılı Masa”, iktidarı temsil eden ittifak karşısında epeyce bir yol almış ve somut bir oy gücü oluşturmuş durumdayken, CHP’nin daha solunda bulunan sosyalist ve komünist partiler de seçim sürecine girerken bir “sosyalist birlik” oluşturdular. TBMM içinde üçüncü büyük güce sahip olan ve siyaset sahnesinde Türk milliyetçiliğini öne çıkarmış parti ve kesimler tarafından belirli bir tepki duyulan, bu nedenle de “Altılı Masa” çalışmaları dışında kalmış HDP’nin de bazı diğer sol siyasi parti ve gruplarla yaptığı görüşmeler sürüyor…
Kamuoyu yoklamaları, yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet ve Cumhur iktidarlarının birinci turda kazanma olasılığının bulunmadığını ve sonucu HDP tabanını teşkil eden kitlenin desteğinin belirleyeceğini gösteriyor… HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ayrı bir adayla girmesi durumunda (ki, eğilimler bu doğrultuda sanırım) ortalık daha da karışacak…
Bu süreç, yaşamsal bir süreçtir. Türkiye, yirmi yıldır iktidarı elinde tutan ve demokrasiyi yalnızca kendi iktidarı için bir araç gören, sandık aracılığıyla ve demokratik kuralları hiçe sayan bezirgân kimi oyunlarıyla (damgasız oy pusulalarının bile geçerli sayılması gibi), parlamenter demokratik sistem yerine bir Ortaçağ anlayışını, yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayarak, “burjuva demokratik devrimi” nin ilk koşulu olan “güçler ayrılığı” ilkesini yok eden, “Tek Adam” rejimini, bir ömre ve aileye geri dönüşsüz olarak bağlamak isteyen bir anlayışın arkasından, karanlık bir geleceğe doğru sürüklenmek isteniyor…
Yaşanan son yıllar, hukukun tamamen iktidar için çalıştığı (bir trafik kazasına bile yayın yasağı getiren bir yargı anlayışı oturdu, birçok önemli suçu işleyen iktidar yakını sanıklar yargı karşısında neredeyse dokunulmazlık kazandı) kamu parasıyla satın alınmış basın yayın organları aracılığıyla basının tarafsız özelliğinin neredeyse tamamen ortadan kalktığı, gece gündüz pompalanan yalan ve şişirme haberlerle insanların neredeyse akıldan arındırıldığı, koşullandırılmış mankurt kuşakların yetiştirildiği bir dönemece girdik. Ortaçağ anlayışının en somut göstergesi, din istismarı üzerine kurulu cemaat-tarikat ve iktidar yakını kişilerin de yöneticisi olduğu vakıfların, eğitimden silahlı kuvvetlere, devlet ve kamu yönetiminde tamamen egemen olmasıdır…
Bu süreçte, hemen hiçbir halk tabanına sahip olmayan “sosyalist” parti ve güçlerin tüm bu noktaları çok iyi gözleyip ona göre hareket etmesi gerekiyor. Aynı zamanda böylesi bir gücün varlığı “halk adına” bazı taleplerin dile getirilip kamuoyuna ulaştırılması için de zorunludur. Ne yazık ki, “Altılı Masa”nın da gündeminde olmayan ve olamayacak, Türkiye’nin en önemli sorunu olan “üretici örgütlenmesi” ve Ortaçağ iktidarının halk temelini iktidar arabasına bağlayan aracı, “aracıya-tefeciye” son verilmesi konusunda hiçbir ittifaktan da ses çıkmamaktadır.
HDP, politikada “barışçıl” bir siyaset izlemekte olduğunu bildiriyor olsa da silahlı mücadeleyi savunan kimi kesimlere karşı açıktan tavır almayan bir tutum içinde olmak bir yana, Kürt burjuvazisini de Kürt proletaryasını da temsil etmek iddiasında olan, dolayısıyla “Kürt Milliyetçiliği” ile arasına mesafe koyamamış ve koyamayacak bir parti durumundadır. “Sol” olduğunu açıkça beyan etmesine karşın Kürt kültürel haklarını hep ön planda tutmaktadır.
Türkiye solunun en büyük zaafı ise, “halktan kopukluk”tur. Bir kısmı “Sosyalist Birlik” oluşturmuş, bir kısmı HDP ile görüşmelerini sürdüren ona yakın sol-sosyalist grup ve partinin halktan alabilecekleri oy toplamının %1’i bile geçemiyor olması en somut ve iç yakan gerçekliğimizdir. HDP ile görüşmelerde de “milletvekili kontenjanı”nın pazarlık edildiği dedikoduları vardır. 12 Eylül sonrası uygulanan “sol kıyım” sonrasında, sınıf esasına dayalı mücadelelerin içinde olmuş sosyalist kimliklerin katılımıyla CHP’de önemli bir değişme yaşamış, özellikle de son yıllarda büyük şehirlerde halkla önemli siyasi bir yakınlaşma sağlamış olan CHP’nin de, üretici ve tüketiciye yönelik “örgütlü mücadele” konusunda somut adımlar atamadığı, ezilen sınıflara yönelik somut öneriler geliştiremediği açıkça görülmektedir. HDP’nin de çoğu yerde, çok doğru bir tutumla desteklemesi sonucu kazanılan yerel yönetimlerin üretici örgütlenmesi ve üretici-tüketici arasında bir zincir oluşturularak üreticinin desteklenmesi, tüketicinin ucuz ve sağlıklı ürüne ulaşabilmesi doğrultusunda attığı adımlar da çok cılız kalmıştır.
Tüm bu çok renkli ve çok boyutlu siyaset yelpazesi içinde birincil hedef, ortaçağ anlayışına bir an önce son verilmesi, demokratik hukuk devletinin ilk koşulu olan güçler ayrılığının sağlanması, laiklik, kadın hakları konularında ileri adımlar atılması, kamusal sağlık ve eğitim politikalarına geri dönülmesi, yalanın toplumda en geçerli politika malzemesi olmaktan çıkarılması, ülkenin doğal kaynaklarının yağmalanarak geriye dönüşü mümkün olmayan yıkımlara son verilmesi ve şimdiye kadar yapılan hukuksuz işlemlerin ve ülke geleceğinin satılması işlerinin hesabının sorulması gerekiyor…
Her birimize çok büyük görevler düşüyor; çok…
Geleceğimizin aydınlık olabilmesi için siyasi partilerden mahalle derneklerine, sokaklara, apartmanlara, tek tek evlere kadar tüm bunları konuşmak, örgütlerin içinde bu düşünceleri savaştırmak zorundayız…
Demokratik halk hareketinin günü aydın, geleceği güleç olsun…
23 Ağustos 2022, Alper Akçam