Getting your Trinity Audio player ready... |
2004’te, eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’dan adını alan Annan Planı devreye girdi. Plan, Türk ve Rum kesimleri olarak bölünen Kıbrıs adasının “bağımsız bir devlet olarak birleştirilmesini” öngörüyordu. KKTC’nin kurucu lideri Rauf Denktaş ise 16 Nisan 2004 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, “Bizim yerimizde olsaydınız, geleceğinizle böyle kumar oynar mıydınız? Anlaşma Rumlara Kıbrıs’ın tümüne sahip olma olanağı vermektedir. Bizi ana vatandan koparmaktadır. İki kesimliliği bozmakta, garantileri ortadan kaldırmakta, halkın yarısını göçmen yapmakta ve kalıcı derogasyonları (hukukta, bir yasanın bir bölümünün geçerliliğini ortadan kaldırmak) içermemektedir” sözleriyle tarihe not düşmüştü. Sonuçta yapılan referandumda Türk tarafından yüzde 64.91 oranında “evet”, Rum kesiminde ise yüzde 75.38 “hayır” oyu çıkmış ve bu sonuç karşısında Annan Planı yaşama geçmemişti.
ERSİN TATAR: HEDEFİMİZ İKİ DEVLET
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, o süreci ve sonrasını da şöyle özetliyor: Annan Planı… Rum tarafından eğer “evet” çıksaydı, bugün adada bizim aleyhimize çok farklı durumlar olacaktı. Ancak Rumların bizimle hiçbir şekilde ortaklığı kabul etmeyecekleri ortaya çıkınca, Türkiye’nin garantörlüğünün kabulü kendilerince kabul edilemez olunca, Annan Planı kabul görmedi. Planda her ne kadar AB’ye girme durumu olsa da ona da “hayır” dediler. En son Crans-Montana’da benden önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, görüşmelerde ekipleriyle birlikte, orada çoğu şeyi kabul ettikten sonra masa devriliyor. Çünkü en son kart “sıfır asker, sıfır garanti.” Türkiye adadaki garantörlüğü bırakacak, AB devralacak. Türk askeri de çekilecek. Mümkün değil. Kabul görmeyince de o iş de bitti.
“UKRAYNA ÖRNEĞİ”
Sonra ben seçildim. Ulusal Partisi Genel Başkanı olarak başbakanlıkta yaptığımız değerlendirmeler sonucu artık Kıbrıs’ta yeni bir dönem başladı. Yeni vizyon, yeni anlayış ve yeni siyaset… O da iki devlet. Çünkü Rumlarla bir ortaklık, Türkiye’nin buradan çekilmesi, bizim güvenliğimizi de buradaki varlığımızı da tehlikeye sokabilir. Bizim de bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Bizim buradaki varlığımızın yegâne teminatı Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlüğüdür. Yeni siyaset de bunu kapsamaktadır. Yeni siyaset, egemenler eşitliğine dayalı eşit ulusal statü demektir. Ancak bunun kabulü ile müzakerelere geçilebilir. Bu siyaset anlayışında bugün Ukrayna’ya baktığımızda da ne kadar haklı olduğumuzu gördük. Bakınız ne hallere düştüler. Çünkü onların bir garantörü, onları koruyacak bir pozisyonları yok. Yeni siyasetimizin başarılı olması için de biz, Türkiye Cumhuriyeti ile çok yakın ilişkilerle yeni önerileri karşı tarafla, İngiltere’si ile de bütün devletlerle, paylaştık. Tabii ki zorluklarımız da var. 1960’larda ortaya koyduğumuz parametreler çerçevesinde de resmi müzakerelerin başlaması gerekir. O da iki toplumlu, iki bölgeli federasyon. Şu anda pek resmi görüşme olmadı ama diyalogdan yanayız.
“50 BİN RUS VAR”
Bugün Doğu Akdeniz’de farklı ülkelerin çabaları var. İsimlerini saymaya zaten gerek yok. AB zaten burada. İngiliz üsleriyle, ABD de burada. Rusya her ne kadar karşı bir pozisyonda olsa da Ukrayna dolasıyla sıkıntılar yaşasa da Güney Kıbrıs’ta 50 bin vatandaşı var ve bunlar Ortodoks. Türkiye ise bizim ana vatanımız. Sabah Girne’den kalktığımızda dağlarını görüyoruz. Sadece 40 mil uzaklıkta.
“AMBARGOYA RAĞMEN…”
Burası doğası, yeşili, mavisiyle Doğu Akdeniz’in en güzel adalarından biri. Özellikle Karpaz, cennetten kopma bir bölge. Turizm çok önemli. Bugün KKTC turizimde önemli mesafeler kat etti. Pek çok birinci sınıf otellerimiz var ve zaman içinde bu otellerde 30 bine yakın yatak kapasitesi oluştu. Üniversitelerimizde ise bugün 144 farklı ülkeden öğrenci bulunuyor. Ambargo, izolasyon veya engelleme… Ne derseniz deyin. Direkt uçuşların olmadığı bir adaya 144 farklı ülkeden öğrenci gelebiliyorsa, demek ki burada bir şeyler başarılmıştır. Su projesi başlı başına asrın projesidir. Su projesi başmadan bizim bazı muhaliflerimiz “Mümkün değil, böyle bir proje asla başarılı olamaz. Fizik kanunları buna engel” demişti. Ancak sonuçta üstün mühendislikle, asma borularla her yıl buraya 75 milyon metreküp kesintisiz su akıyor. Pandemiden sonra da artık hepimizin bildiği gibi tarım ve gıda üretimi çok değerlendi. O konularda da çalışmalarımız var. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bir çalıştay oldu. Orada uzmanlar, KKTC’de tarımda bu suyun nasıl daha verimli kullanılabileceğini anlattı. Tüm bunları değerlendirdiğimizde sanayi bölgelerimizle de burada bir yapı oluştu. Pandemi döneminde çok zarar gördük. O dönem ne öğrenci ne de turist geldi. Bazı müesseseler batma noktasındaydı ama yavaş yavaş aşmış durumdayız.
“ARKAMDA 85 MİLYON VAR”
Türkiye’den buraya su geldi. Geçen haftalarda sunduğum önerilerle de bir kablo ile buranın bütün enerji meselesi halledilebilir. AB Enter Konnektör Sistemi’ne bağlanabiliriz. Suyu da yeraltı kaynaklarını da paylaşabiliriz. Denizlerdeki hidrokarbon meselesinde de işbirliklerimiz olabilir. Bu bağlamda Türkiye’yi kimse hafife alamaz. İngilizler 1914’te adayı ilhak ettiklerinde Türkiye’nin nüfusu 15 milyondu. 1940-50’li yıllarda 30-35 milyon civarında, 1974’te ise 50 milyon nüfusa sahip. 1983’te KKTC ilan edildiğinde Türkiye’nin nüfusu 60 milyon. Rauf Denktaş, o günlerde, “Benim arkamda 60 milyon Türkiye var” derdi. Benim de şu anda, 2022’de, arkamda 85 milyonluk Türkiye var. “AB hükmetti, biz Kıbrıs’ı aldık” deniyor. Neye göre böyle bir hüküm verebiliyorlar? Adalet nerede, yargı nerede, vicdan muhasebesi nerede? 1960’taki kuruluş anlaşmalarına göre “Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üye olmadıkları herhangi bir devletler topluluğuna asla Kıbrıs giremez.” Onlar ne bize ne Türkiye’ye sordu. Hakkımızı, hukukumuzu çiğneyerek, Kıbrıs’ı AB’ye nasıl alabiliyorlar?
Rauf Denktaş, 16 Nisan 2004’te TBMM’de Annan Planı’nın olumsuzluklarını anlatmıştı. O oturuma Recep Tayyip Erdoğan katılmamıştı.
“ARTIK GERİ DÖNÜŞÜ YOK”
Kıbrıs’ta artık tek devlet diye bir şey yok. Madem ki federal temelde bir anlaşma 50 sene sonra netice vermedi, bütün o yapılan görüşmelerin hepsi tüketildi, artık iki devlet diyoruz. Adanın bölgesel dengelerinin korunması bakımından bu politikaya Türkiye de onay vermiştir. Artık bunun geri dönüşü de yoktur. “Kıbrıs, Kıbrıslılarındır” diye bir şey de yok. Çünkü o söylem aslında Rumlara hizmet eder. Nüfus, yıllar itibarıyla aleyhimize döndü ve dışarıdan bakıldığında kaç Türk, kaç Rum var? “Çoğunluğun söylediği olur. Kıbrıs Rumları ne derse o olur.” Olmaz öyle şey. Buranın sahipleri bellidir, tarihi bellidir, hakkı ve hukuku bellidir. Oyunlar oynandı, sinsi sinsi ada elimizden alındı. Siz, “Biz karar verdik ve AB diye bir oluşum oldu” diyemezsiniz. 1571’de AB neredeydi? 1960’ta, 1974’te neredeydi?
“KİMDEN ALDIN?”
AB benim 500 senelik tarihime nasıl meydan okuyor ve diyor ki “Ben Kıbrıs’ı aldım.” Kimden aldın sen Kıbrıs’ı? Kim verdi sana bu yetkiyi? Hangi hak, hangi hukuk, hangi kanun, hangi mahkeme? Onlarda bilek gücü varsa bizde de var. Burada Kıbrıs adına bir Türkiye var. Bugün 85, yarın 100 milyon. Diplomatlarımız, uzmanlarımız, tarihçilerimiz bizim haklı olduğumuzu söylüyor. Yeter ki dik durabilelim. Dik duracağımızdan da kimsenin şüphesi olmasın.
YARIN: ATATÜRK: DÜŞMAN ELİNE GEÇMEMELİ