Getting your Trinity Audio player ready... |
Yalnız ulusal bayramların değil, dini bayramların da tarihsel bir arka planı, toplumsal yaşamın geçmişinde oturduğu tarihi bir temeli vardır.
Kurban da İslamiyet’in ve tek tanrılı dinlerin de öncesine, binlerce, on binlerce yıl gerilerdeki zamanlara kadar uzanan toplumsal bir ritüeldir. Tüm dinler, kendi öncelerindeki sosyal-toplumsal davranış ve mitlere dayanan inanışların bir kısmına sahip çıkarak kendi gereklerinden, iç yasalarından biri durumuna getirmişlerdir. Çok eski dönemlerde de tapınılan canlı ya da cansız tanrılara kurbanlar adanırdı; bu kurbanlar kimi zaman genç kızlar, çocuklar da olurdu. İslam dinindeki kurban geleneğinin arkasında da böyle bir mitolojik öykü vardır.
Dini bayramlarda küsler barışır, toplumsal eşitsizlikler enaza indirilmeye, ya da öyle görülmeye çalışılır, hoşgörü ve kardeşlik duygusu öne çıkar; yapılan gömüt ziyaretleri, ölmüş aile yakınlarını anmalar da yakın geçmişe bir kez daha söz hakkı verir, yanı başımızdan göçüp gitmişleri bir kez daha dillendirir.
İslâm dininin iki bayramından Ramazan Bayramı’nda bir ay süreyle kendi nefsiyle verdiği bir sınavdan geçmiş, bir ay boyunca gece karanlığı dışında (iftar-sahur arası) kendine yemeyi, içmeyi yasaklamış, cinsel alanda da perhize çekmiş Müslüman halklar bayrama kavuşur; yasaklar ve perhiz bitirilmiş, sınavdan başarıyla çıkmış olmanın özgüveni ve coşkusuyla, yemeyi, içmeyi, eğlenmeyi hak etmiş olur… Kurban Bayramı’nda da bin dört yüz yıl önceden konmuş o dayanışma uyarınca, varlığı olanlar kestikleri kurban etini yoksullarla paylaşarak, onların da karınlarını doyurmalarını sağlayarak, toplumsal yapının getirdiği kimi eşitsizliklere karşı bir adım atmış olur.
Başlangıç yılları ve dört halife devri boyunca içinden doğup büyüdüğü toplum için devrimci, dayanışmacı önemli nitelikler taşıyan, özellikle yoksul Bedevi halkın geçim kaynaklarına el koymuş bezirgânlara karşı (o dönem çoğunlukla Yahudi ve Kureyş soyu gibi Bedevi) bir tür tarihsel devrim gerçekleştiren İslam dini, süreç içinde kimi iktidar sahiplerinin istismarına uğratıldı. Sıffiyn savaşında Ali’ye karşı savaşan Muaviye’nin askerlerinin mızrak uçlarına Kur’an sayfalarını geçirmeleri ile bu istismar doruk noktasına ulaştı.
19. yüzyıldan sonra ise din istismarının başını, Doğu toplumu üzerinde sömürgeci ve savaş kışkırtıcısı politikalar izleyen emperyalist ülkeler, onların Şarkiyatçı politikaları çekmeye başladı. 1798 yılında Mısır’ı işgal eden Napolyon’un, İskenderiye’de “nous sommes les vrais Musulmans” (biz gerçek Müslümanlarız) deyişi bir işaret fişeği gibi atıldı dünya kültür tarihinde… (Edward Said, Şarkiyatçılık, s 91).
Napolyon söyleminde ortaya çıkan bu Şarkiyatçı ikiyüzlülük, onun Fransızlara yaptığı açıklamalarda dupduru ortaya çıkar: “… Benim papacı olduğum söylenecek: Hiçbir şey değilim ben. Mısır’da Müslümandım. Burda da halkın iyiliği için Katolik olacağım ben. Gerçekte dine inanmıyorum. (…) Servet eşitsizlikleri olmadan bir toplum var olmaz. Servet eşitsizlikleri de din olmadan ortaya çıkamaz…” (2022 04 24 Ek, Berfin Bahar, Abdullah Rıza Ergüven, Sayı 288, Şubat 2022, s
ABD’li araştırmacı Joan Didion’un Varlık dergisinin Nisan 2003 tarihli sayısında çevirisi yayınlanan “Sabit Fikirler ya da Tarihin Dönüm Noktası” başlıklı yazısı Doğu toplumunda yükselen “radikal İslamcılık” ile emperyalizm arasındaki ilişkiler bir kez daha göz önüne serilir. “1980’lerin başlarında, Washington’da gerçekleşen Muhafazakâr Siyasal Eylem Konferansı’nın ‘Sovyet İmparatorluğu’nu Geri Püskürtmek’ konulu bir oturumuna katılmıştım. O günkü konuşmacılardan biri olan Jack Wheeler adında bir tür maceracı-ideolog, mücahitler denilen Afgan özgürlük savaşçılarının yanından yeni dönmüş olduğundan bahsedip duruyordu. ‘Bir İslami dirilişi başlatmak için’ Sovyetler Birliği’ne gizlice Kuran nüshalarının sokularak (Sovyetler’in) ‘bin yerinden kesilerek öldürülmesini önerince ayakta alkış aldığını anımsıyorum.” (Joan DIDION, “Sabit Fikirler ya da Tarihin Dönüm Noktası” başlıklı yazı, Varlık, Nisan 2003)
Emperyalizm ile “Siyasal İslam” arasındaki en somut ilişkiyi FETÖ örgütlenmesi liderine Pansilvanya’da sağlanan olanaklar da görünür kılmaktadır. Yine bugün dini söylemle kamu kaynaklarını “bağış” olarak toplayan kimi dini vakıfların ABD’nin en pahalı şehirlerinde gökdelen yaptırmakta oldukları gerçeği de gözümüzün önünde yaşanmaktadır. ABD emperyalizmi, işbirlikçisi din adamlarını ve cemaatleri aracı kılarak ülkemizdeki tüm camileri birer politika merkezi gibi kullanmaya çalışmaktadır… İslam’ın kuruluş ilkeleriyle yüzde yüz ters, bilim dışı, cehaleti ve adaletsizlikleri kışkırtan vaazlarla halk arasında ikilik, nefret duyguları yayılmaya çalışılmaktadır. Konya’da doktorların öldürülmesini hak gören, onlara yönelik saldırıları savunan imam, son örneklerden biri oldu…
İslami inanç ile kandaş Türk toplumu, konargöçer gelenekli boyların karşılaşmasının doğurduğu Alevi inancı ve yaşam tarzı da yüzlerce yıl İslam iktidarını elinde bulunduranlar tarafından dışlanmaya aşağılanmaya çalışılmış, bu inancı taşıyan birçok topluluk uzak bölgelere sürülmüş, direnenler kılıçtan geçirilmişti.
Ülkemizde son yıllarda yaşanmakta olan kimi siyasi tartışmalar ve din istismarcılığına karşı gelişen gerçek İslami bakış açısı, son derecede olumlu gelişmelere de kaynaklık etmektedir. Bu anlamda Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun Alevi inancı ve Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı kardeşçe ve hoşgörü ile yaklaşımı çok büyük bir anlam taşımaktadır. Önceki akşamlardan birinde Halk Tv’de konuşmalarını izlediğim, kendisinin de katılmak istendiği Ergenekon kumpasından son anda yurtdışına kaçarak kurtulan, ATO Spor Merkezi’nde 2008 yılında karşılaşıp kısa bir sohbet de yaptığım imam-hatip kökenli meslektaşım Dr. Turhan Çömez’in konuşmaları da içimi aydınlattı. Özellikle, annesinin, aile yakını olarak çağrıldığı sarayda Cumhurbaşkanı ile yaptığı konuşmayı aktarınca, aklıyla inancını birlikte kullanmayı başaranların gösterdiği direncin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı…
Ölçek Köyü’ndeki evi yaptırdığımız ilk yıl babam Dursun Akçam’la birlikte Kurban Bayramı nedeniyle bayram namazına gitmiştik. Günlük yaşamında camiye yer olmayan Dursun Akçam’ı da saflar arasında gören köyümüzün imamı, o gün İslam’da dayanışma ve kurbanın paylaşımcı özü üzerine çok güzel bir konuşma yapmıştı. Babamla başka bir bayram günü gittiğimiz Karşıyaka mezarlığında, anası Seyhat’ın mezarının başında gülümseyerek yaptığı konuşma da hep belleğimdedir. “Ana,” demişti babam… “Bak burada, yol üstü yatıyorsun. Burası şeher yeri, geleni geçeni lafa tutma, milletin işi gücü var.” Kendisi de şimdi çok sevdiği anasına çok yakın yatıyor.
Dursun Akçam, yaşamını seküler olarak sürdürdü. Namazla, camiyle işi olmadı ama anası Seyhat onu sabahlara kadar Kuran okuyan, Yâsin indiren büyük oğlu Esbender (İsfendiyar) ile karşılaştırırken “Dursun daha Müslümandır” derdi. Buna da tanığım… Çünkü Dursun, anasını babasını hiç ihmal etmez, her türlü ihtiyaçlarına el uzatmaya çalışırdı. Biz Dursun Akçam çocukları, her yaz köye giderken nenemize, bütün akrabamız kadınlara babamın Sümerbank’tan alıp gönderdiği giysilikleri taşırken çok zorlanırdık. Dursun’la İsfendiyar arasında, İsfendiyar’ın hasta yatağı başında geçmiş bir diyalogu da “Yaşamamış Biri” adlı öyküde edebiyat diline aktarmıştım (Öykü Diyarı 1 – Gidenler Gelenlerdi bölümü).
Yine bir Bayram günündeyiz… Yürekten inananların ve inancını istismarcıların kullanmasına karşı direnmeyi başaranların direnişi güç katıyor kardeşliği, barışı, hoşgörüyü savunanlara…
Selam olsun insanına ses ve el vermiş, kardeşçe elini uzatmış, paylaşmayı, dayanışmayı öne çıkaran, dargınlıkları bir yana bırakarak kucaklaştığımız, geçmişlerimizi bir kez daha andığımız bayramlara…
Bayramınız kutlu olsun…
09 Temmuz 2022, Alper Akçam