Getting your Trinity Audio player ready...
|
Nazım Hikmet 3 Haziran 1963’te bu dünyadan göçüp gitti. O tarihten bugüne yıllar geçti. Geriye ise ölümsüz eserler bıraktı. Pek çok şiirinde yaşam sevgisine bağlılığını, Diyalektik-materyalist felsefeye dayanan bir tarih bilinci ve insanlık sevgisiyle beraber içinde yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarını dile getirdi.
Geleceğe dair düşüncelerinde umut var oldu. Ölümle yüz yüze geldiğinde bile umudunu kaybetmeyerek, yaşamı boyunca kimseye el açmadı. Hayat karşısında savunma bilinciyle yer aldı. Gerçek sanatın halkın hizmetinde olması gerektiğini düşündüğünden, eserlerini ezilenlerin ve sömürülenlerin daha iyi bir dünya kurma mücadelesine adadı.
Nazım’ın ismi mahkemelerdeki savunmalarıyla değil şiirleriyle yerleşti akıllara. Emperyalizme karşı duruş sergileyerek yazdığı şiirler de yurtseverlik ve kahramanlık duyguları da bulunmaktadır. Bununla birlikte egemenlerin edebiyat anlayışını savunanlara da karşı çıkmıştır. O dönemden beri vatanı sata sata bitiremeyenleri gördükçe Nazım’ın vatan hainliğine devam ediyor hala şiirinin ne kadar haklı olduğu anlaşılır.
Aşklarını ve ideallerini yaşamına sığdırabilmiş, açlık grevinde ve yoksullukta açlık çekmiştir. Yaşadığı zaman zarfında şiirleri dünya dillerine çevrilip kendi dilinde yasaklanmayla karşı karşıya kalmıştır. Kendisine yapılmış haksızlıklara karşın “İnsanların İçindeyim”, “Seviyorum İnsanları” şiirini söyleyebilen usta yürektir.
Anadolu’nun kasabalarını, istasyonlarını, trenlerini yıldızlı ve yıldızsız geceleri, kadınları sevmeyi, aşkı, ayrılığı, hasreti, kavuşmayı, emek vermenin kutsallığını, Mustafa Suphi’yi, Süleymaniyeli Şoför Ahmet′i, masmavi gözleri, çınar ağacını, nehirleri, ovaları, toprakları, memleketi, özgürlüğü, kurtuluşu, büyük taarruzu, insanımızı, çok sevmiştir.
Barışı ve aşkı dizelerinde taşıyandır. Dalları dünyanın sayısız yerine uzanan, yapraklarının rüzgârdaki hışırtısıyla içimizde fırtınalar koparacak koskoca bir çınardır. Bizim toprağın Anadolu′nun insanıdır. İyiliğini başkalarıyla paylaşmayı bilendir. Ama ne yazık ki, vasiyeti yerine getirilemedi onca yıl geçmesine rağmen Anadolu’ da bir köy mezarlığına gömülemedi.
Yazımızı Nazım Hikmet’in Vasiyet Şiiri yle tamamlayalım:
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe’yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
– öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
Özgür Karakaya
ozgur694@hotmail.com