Getting your Trinity Audio player ready... |
Kadersiz bir ülkede yaşıyoruz… İnsanların en güzellerini üç kuruşa harcıyor, yok ediyoruz güzel anılarını… Sıradan bir “geldim gittim” öyküsü oluyor çoğundan geriye kalan… Sahtekârların, bezirgânların, hırsızlıklara, istismarlara, siyasi cinayetlere karışmış birilerinin adlarını da caddelere, bulvarlara, stadyumlara, hatta havaalanlarına verip çok matah kişilermiş gibi gencecik kuşaklarımızın kafasını şallak mallak ediyoruz…
Çok emek vererek yetiştirdiği oğlunun ünü kendisini geçmeseydi, Fazıl Say, kendisine babasının açtığı o yolda, devrimci bir anlayış ve azimle ilerleyip dünya çapında bir piyanist, önemli bir sanatçı olmasaydı bu kadar duyulmayacaktı Ahmet Say’ın adı…
Matematikçi bir baba ile felsefe öğretmeni bir anneden genleri aracılığıyla aldıklarını yaşam harmanında çok iyi buluşturmuş olmalı ki, müziğin matematiksiz olamayan felsefesini yapmayı başardı Ahmet Say; 12 Eylül’den üç yıl sonra nokta koymak zorunda kaldığı dergi emekçiliği ve yöneticilikleri işini oğlu Fazıl Say için kolları sıvamaya dönüştürdü…
“Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm /Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz /Ya dünyamıza inecek ölüm”; birçoğunu yakından tanıdığımız yazar ve sanatçı dostlarını anlattığı, bana da imzaladığı “İnsanoğlu İnsanlar” adlı kitabında böyle söyler.
Ahmet Say ağabeyim ile ODTÜ öğrencilerinin hazırladıkları bir toplantıda tanıştım. Bir yazar olarak da adını duymuş olsam da yetiştirdiği “Fazıl Say’ın Babası” olarak da adı çok geçiyordu kültür dünyasında…
O sıcacık, dost gülüşü, ilk dikkat çeken özelliğiydi. Yanlış anımsamıyorsam Demirtaş Ceyhun (toprağı bol olsun) ile birlikte ben de konuşmacıydım… Etkinlik bitiminde kendisi yanıma kadar gelip kutladı beni… “Dursun Akçam çok iyi çocuklar yetiştirdi; seni uzaktan izliyor ve çalışmalarını takdir ediyorum” dedi… Aynı akşam onu evine götürürken başlayan dostluğumuz, hastalığının ağır dönemlerine, yakın zamanlara kadar sürdü.
Hemen tanışmamızın ertesinde, kendi arzusuyla Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’ne üye, Yeniden İmece Dergisi’ne abone oldu. Türk Solu, Türkiye Solu gibi önemli dergileri çıkarmış, edebiyat dünyasının en önemli yerlerinde görev almış, kitapları ödüller kazanmış, kitapları üniversitelerde ders kaynağı olarak öğrencilerin elinden düşmemiş, dünyaca ünlü bir piyanist, bir müzik insanı yetiştirmemiş bir insan değil; benim bir sıra arkadaşım gibiydi… Bakıyorum şu yaşadıklarımıza, işi gücü toplumdaki olaylardan yakınmak olan, ortalığa karamsarlık saçan bir sürü boş ve işe yaramaz insan zahmet edip tek bir derneğe üye olmaz, tek bir işin ucundan tutmaz iken, onun kadar ağır toplumsal sorumluluklar altında, birçok araştırmanın, yazı uğraşının içindeki bir insanın yeni taştığı bir derneğe üye olması, dergisinin sıradan bir okuru olmayı gönüllü olarak üstlenmesi ne büyük bir erdemliliktir!
Tanıştığımızda da KOAH hastasıydı, düz yolda bile soluğunu zor topluyordu ama iki üç kez, üç kat merdiveni tırmanıp derneğimizi de ziyaret etti. Rahatsızlığı nedeniyle çok evinden çıkamadığı zamanlarda da Seyit Ali Aydın arkadaşımız aracılığıyla ödentilerini günü gününe ödedi. Dergi sürdürümcülüğünü hiç ihmal etmeden yürüttü. E posta aracılığıyla gönderdiğim yazılardan hemen sonra telefona sarılır uzun uzun konuşurdu benimle. Yazılarımın bildiği dergilerde de yayımlanması için bana yardımcı olmayı iş edinmişti kendisine.
Dolu, dopdolu bir yaşam öyküsü, adını saygıyla anacak birçok dost bırakıp gitti sonsuzluğa…
Nasıl dolu bir yaşam… Belediye Konservatuvarı’nda başlamış müzik eğitimi Vefa Lisesi sıralarından Almanya’ya uzanmış; orada “Alman Sosyalist Öğrenciler Birliği” üyesi olmuş (baba Fazıl – Fazıl Say’ın dedesi-, Alman Spartakistlerin içinde yetişmiş) 1960 yılında gazetecilik diploması ile döndüğü ülkesinde, 27 Mayıs Milli Birlik Komitesi’nin lise mezunlarına tanıdığı “Köy Öğretmenliği” hakkını seve seve kullanmış… Onun konumundaki bir burjuva aydınının kaçmak için yol arayacağı bu durumu, O, Anadolu’yla tanışma olanağına dönüştürmüş… “Bingöl Hikâyeleri” ve “Güneş’in Savrulduğu Yerden” o döneme ait kitapları…
Bingöl’ün dağ köylerindeki öğretmenliğini maaşının tamamını okulun ve öğrencilerin gelişimine harcayarak geçirmiş… Burada, hem adeta çarpılıp içinde çoğaldığı halk kültürüyle, halk müziğiyle de karşılaşacaktır. İlk basımı 1980 yılında yapılmış, 2014 yılında bana imzaladığı “Güneşin Savrulduğu Yerden” adlı kitabında bir kahramanının konuşmasındaki “yaldattım” sözcüğünü görünce yüreğimden vurulmuş gibi olmuştum. Bizim Kuzeydoğu aksanında da “aldattım” değil, “yaldattım” kullanılır. Belki Oğuzca kökü budur sözcüğün… 2012’de Zazacaya çevrilir Bingöl Hikayeleri ve Güneşin Savrulduğu Yerden… Kitapları TRT Ödülü, Yeni Adımlar Dergisi 1974 Sabahattin Ali birincilik ödülü, Antalya Film Festivali öykü yarışması mansiyon ödülü… Kocakurt romanı ile Milliyet Mansiyonu…
1963 yılında Erzincan’da kısa bir halk eğitim uzmanlığı kadrosuyla çalıştıktan sonra ölünceye kadar kalacağı Ankara’ya döner. Yıl 1964’tür. Bu arada aynen 68 gençliği gibi o da TİP üyesi olur ama parti deneyimi 1967’deki ihraç olayı ile noktalanır.
Sosyalist dergicilik deneyimi 1967-70 yılları arasında yayımlanan Türk Solu ile başlar. Günde 14 saat çalıştığı derginin sorumlu yazı işleri müdürü Vahap Erdoğdu, sahibi ise Akçadağ Köy Enstitüsü’nün efsane müdürü, Dicle Köy Enstitüsü kurucusu, devrimci eğitimci Şerif Tekben’dir. Vahap Erdoğdu tutuklanınca derginin yazı işleri müdürlüğünü o devralır ve hakkında 14 adet ağır ceza davası açılır. 1970’te kapanan Türk Solu’nun yerine yayınlanmaya başlanan Türkiye Solu’nun sahibi Ahmet Say’dır; sorumlu yazı işleri müdürü ise, Deniz Gezmiş’in arkadaşı Mustafa Lütfi Kıyıcı olacaktır.
1977-83 yılları arasında Türkiye Yazıları’nı çıkarır. Bu derginin yazarları arasında Cemal Süreyya, Ragıp Gelencik, Vecihi Timuroğlu, Ali Püsküllüoğlu, Demir Özlü gibi adlar vardır. 12 Eylül faşizmi döneminde İlhan Erdost öldürüldüğünde “İlhan Erdost Özel Sayısı” çıkarılır 12 Eylül’den üç yıl sonra dergi baskı ortamının suskun toplumu tarafından kendiliğinden susturulur.
Bu tarihten sonra, uluslararası bir dil olan müzik sanatında daha ileri boyutta çalışmak ve oğlu Fazıl’ı desteklemek kararını alır ve müzik yazarlığına başlar. İlk geniş çalışması 4 ciltten oluşan “Müzik Ansiklopedisi”dir. Sonra müzik eğitimi üzerine bir derleme hazırlar. 1990’ların ilk yıllarında yazdığı “Müzik Tarihi”nin çok ilgi görmesi üzerine 1995’te Türkiye’nin müzik yaşamını tüm yönleriyle veren dış tanıtım amaçlı “The Music Makers in Turkey” başlıklı bir kitap hazırlar. Eser 1998’de Türkçe dilinde yayınlanır. 2000 yılında ise bir müzik sözlüğü hazırlığına girişir. “Müzik Teorisi” (2000), Müzik Sözlüğü (2003), Müzik Ansiklopedisi (2005, 3 cilt), Müzik Yazıları (2007)… Müzik alanındaki kitapları bu dalda eğitim gören üniversite öğrencilerinin en önemli kaynakları arasında yer alır.
Tek başına, 5000 sayfalık bir ulusal müzik kitaplığı oluşturmayı başarmıştır!
Ahmet Say da 12 Mart dönemindeki hemen hemen tüm devrimciler gibi üç cezaevinde yatarak ödemiştir sosyalizme olan inancının bedelini! Ankara Yıldırım Bölge, Ankara Ulucanlar ve İstanbul Davutpaşa ceza ve tutukevleri… Bu dönemin ürünü olan Kocakurt romanının (1975 Milliyet Mansiyonu) kahramanı Ulucanlar Cezaevi’nde yatan ünlü bir dolandırıcıdır. Bu kitabın telif ücretiyle Fazıl’a piyano alınır.
1982 yılında basılan “İpek Halıya Ters Binen Kedi”de Brecht’in öncülük ettiği epik tiyatro anlayışını yani tez-anti tez karşıtlığı üzerine kurgulanan ve seyirciyle sahne arasında diyalektik bir ilişki kurmaya çalışan yeni ve özgün bir öykü biçemine dönüştürür.
Çok üretken bir yazar, çok iyi bir dost, örneği az bulunacak alçakgönüllü, dost canlısı bir insandı… Solun her kanadıyla barışık, hoşgörü sahibi, üretken bir devrimciydi…
Yeniden İmece Dergisi’nin emektar editörü, mutfak işçisi Rıfat Güler arkadaşım Ahmet Say ile ilgili bir yazı istediğinde önce eli iyice kaleme alışsın Murat Özmenek’ten rica ettim; “Çok tanımıyordum abi,” deyince de seve seve ben üstlendim.
İyi ki de öyle yapmışım… Ahmet Say’ı tüm ömrüyle birlikte yeniden yaşadım sanki. Bir kez daha sevdiği, değer verdiği bir kardeşi oldum… Onun o güzel insanlığını bir kez daha yüreğimde sönmeyecek közler arasına koydum.
Gününüz aydın olsun, adınız insanoğlu insanlar arasında sayılsın değerli dostlar…
16 Mayıs 2022, Alper Akçam