Getting your Trinity Audio player ready...
|
Ahmet Türk, Türkiye ve Batı siyasi çevrelerinde yakından tanınan bir politik şahsiyet.
Kürtlerin yaşadıkları hemen her ülkede ise rûspî (ileri gelen, önder, bilge, deneyimli) ve âqıl (makul, aklı başında, aklıselim düşünen) yahut serwext (bilgili, bilinçli, umur görmüş) olarak bilinir.
Otuz yıldan fazladır kendisiyle bir şekilde irtibat halindeyim. Yalnız gazeteci-siyasetçi ilişkisi değildir bu. Aynı zamanda kalıcı bir hukukumuz ve dostluğumuz vardır.
Pandemi sırasında onunla buluşma şansım hiç olmadı. Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek, yaklaşık sekiz ay önce Ahmet Türk ile bir söyleşi/röportaj yapma önerisinde bulununca, görüşme için aradım.
Ne yazık ki bu kez Ahmet Bey hastalandı, ağır bir ameliyat geçirdi. İyileşme sürecinde de rahatsız edemezdik onu.
Diyarbakır’da düzenlenen Newroz 2022 kutlamasında konuşmasını izledim.
Kendisiyle görüşme talebimi danışmanı Enver Ete’ye ilettim. Benden iki hafta önce BBC TV kanalı, Türkiye kamuoyunda bilinen muhalif şahsiyetlere ilaveten Ahmet Türk ile de uzun bir röportaj yaptı; akabinde Mezopotamya Ajansı da Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki TSK operasyonları ve KDP yönetiminin tutumu hakkında A. Türk’ün görüşlerini yayımladı.
“Artık vakti zamanı gelmiştir” deyip, baba ocağı Mardin’de bulunmasını da fırsat bilerek Ahmet Bey ile görüşme gününü kesinleştirdik.
Normalde ameliyat sonrası tetkik ve tedavi için Ankara’ya gitmesi gerekiyordu. Ancak o, bedensel yorgunluğuna rağmen bizimle görüşmek için yolculuğunu iki gün erteleme nezaketini gösterdi.
Independent Türkçe‘nin Genel Koordinatörü Muhammet Zahit Gül ve Kameraman Sait Burak Ütücü ile birlikte Mardin’in yolunu tuttuk.
Önce havadan seyreyledik Mardin ovasının yeşile bürünmüş engin dinginliğini. Yeşil estetiğin yumuşak dokunuşlarıyla yeniden yeniden bakındık çevreye.
Bulutlara bürünen parıltılı sabahın gölgeli ve büyülü güzelliği eşliğinde mutlak huzur ile sessizliğe kavuştu gönlümüz.
Mardin sıradan bir şehir değildir. “Uygarlıklar Beşiği” sayılan Anadolu, “Mezopotamya Medeniyeti” ile tanışıklığını Mardin üzerinden yapar. Bu kadim şehir, Anadolu’nun eşiği gibidir.
Mardin tarihe mal olmuşsa da, tarih onun misafiri sayılır. Farklı kültürlerin hamuru ve mayasıdır bu şehir. Beşer dediğimiz çeşitli kavimlerin varlığında cisimleşen insanlık, bu hamuru bedensel ve ruhsal olarak içselleştirmiştir.
Antik devrin ateş ile güneş tapınakları havra (sinagog), kilise ve cami iç içe geçip eklemlenmiş; eski dinler yenilerine miras bırakarak geriye çekilmişlerdir.
Burada cevher ile sureti bulmak mümkün. O nedenle Mardin‘e paha biçilemez, değeri ve ayarı ölçülemez. “24 ayar altın değerindedir” demek kafi gelmez bu şehre.
Serapa tarih kokan Mardin’in zamana direnen çarşı pazarında gezerken, siz de tarihin tünelinden geçersiniz. Onun canlı tanığı oluverirsiniz; efsanelerle mistik ortamın bir parçası haline gelirsiniz.
Salt tarih, uygarlık ve coğrafya değildir Mardin. Aynı zamanda kültür ve siyasetin iç içe geçmiş halidir. Bu yanıyla yedi renkli gökkuşağı veya sabırla ilmik ilmik örülmüş eski zaman halılarının motifleri gibidir onun kültürel, siyasal dokusu.
Zaten biz de biraz tarih, biraz siyaset konuşmak üzere Ahmet Türk ile görüşmek istemiştik. Görüşmemizin ilk bölümünü geçmişe dönük hatıra, izlenim ve gözlemlere ayırdık. İkinci bölümü ise siyaset ağırlıklı bir röportaj oldu.
Ahmet Türk, 22 Kasım 2016’da Kasrı Kanco’da gazeteci-yazar Hasan Cemal‘i ağırlarken şu iki ibareyi yani doğayı ve politikayı dile getirmişti:
“Kasrı Kanco’da yıldızlar üstüne dökülürmüş gibi olur!”
“Bak Hasan Cemal, başıma ne gelirse gelsin Kürtleri bırakmayacağım.” 1
Biz de bu noktadan başlayabiliriz. Dede yurdu Kasrı Kanco’ya giderken Ahmet Bey ile sohbet ediyoruz. Yol boyunca anılarını anlatıyor, çevre hakkında bize bilgi veriyor:
12 Eylül 1980 dönemi… Beni alıp sorguya götürmeye gelen zamanın Tugay Komutanı, şöyle diyordu:
‘Geniş arazileriniz var. Neredeyse bu vatan toprağında adeta kurtarılmış bölge gibidir bu topraklar. Bir seni yola getiremedik,bir de Hasan Ağa’yı. Derdiniz nedir Ahmet Türk?’
Ona, halkımın doğuştan gelen anadili gibi, insan olmak gibi demokratik haklara sahip olması gerektiğini söyledim…
Kendini halkına adamış; onun acısını, derdini, davasını ve sevdasını gerçekleştirmek için adeta ant içmiş Ahmet Türk, bu sözünü 2016 yılında gazeteci-yazar Hasan Cemal’e irade beyanı şeklinde ifade ediyordu:
Bak Hasan Cemal, başıma ne gelirse gelsin Kürtleri bırakmayacağım.
Bu seferki görüşmemizde de aynı şeyi tekrar etti ve ekledi:
Tugay komutanının bahsettiği arazilerin çoğuna ya el konuldu, ya siyasete kurban edildi yahut da satıldı. Şimdi kalmış birkaç irili ufaklı arazi parçası. Bu yıl sulananlar bereketli görünüyor fakat sulanmayan toprakların ekini şimdiden kurudu. Yani dillere pelesenk olan o ‘toprak ağalığı’ onlarca yıldan beri kalmadı artık.
Bu sözleri duyunca, Samsun’da Ahmet Bey’e yapılan saldırıdan (12 Nisan 2010) sonra keskin sosyalist geçinen birinin şu çarpık yorumu aklıma düştü:
Samsun’da dayak yiyen nihayetinde bir Ağa, yumruk atan ise bir emekçidir!
Yoldaki sohbetimiz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden devam etti:
“Kılıçdaroğlu öncülüğünde Haziran-Temmuz 2017’de başlatılan Adalet Yürüyüşü’ne bizzat katılıp simgesel destek verdik. Başta MHP olmak üzere benzer zihniyetteki kesimlerden bize yönelik ağır itham ve karalamalar yayımlandı. 2 Ne yazık ki Kılıçdaroğlu, bu karalamaları göğüsleyemedi; sessiz kaldı. 3 Onun bu suskunluk ve mesafe koyma tavrı hâlâ devam ediyor.
Bir süre önce Kılıçdaroğlu ile kahvaltı ettik. Millet İttifakı ve CHP’nin Kürt meselesine bakışını, bilhassa HPD’ye yönelik baskı, zulüm ve tutuklamalar konusundaki suskunluklarını eleştirdim.
Bu münasebetle dedim ki: Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listelerinden seçime katılıp milletvekili olmamız nedeniyle Genel Başkan Erdal İnönü’ye şiddetli eleştiriler yöneltildi. Mesela, ‘Bölücüleri kanadınız altına alıyorsunuz’ denildi. Buna rağmen İnönü, her türlü karalama ve suçlamayı göğüsledi; bizlere sahip çıktı, yaptığının isabetli olduğunu savundu.
Kılıçdaroğlu’na, Kürt sorunun çözümüne ilişkin ilk kuralın bu meseleyi sahiplenip içselleştirmek olduğundan bahisle, buna göre bir plan ve program yapılmasını önerdim. Aksi takdirde, sözü çokça edilen toplumsal demokrasi ve özgürlüklerin yarım kalacağını, başarısız olacağını söyledim.
Dedim ki: ‘Sayın Kılıçdaroğlu, siz neden uzak duruyorsunuz HDP ve Kürtlerden?’ Doğrusu, hiç renk vermedi ve ses çıkarmadı.
Sadece Kılıçdaroğlu değil; CHP içinde de buna benzer tereddütler, yalpalamalar, günübirlik konuşmalar ve ziyaret edilen yerin ahalisi göz önüne alınarak nabza göre şerbet vermeler devam ediyor. Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün’ün Avrupa’da kayyım politikasına destek vermesi ve Kılıçdaroğlu’nun Zap-Metina bölgesindeki sınır ötesi operasyonda dualı sözleri buna örnektir.
Ekrem İmamoğlu iyidir hoştur, lakin başkan seçildikten sonra gittiği Diyarbakır’da bölge halkına seslendiği konuşmalarıyla son Rize konuşması arasında dağlar kadar fark var. Bu tür çift dil kullanmanın hangisi doğru?”
“Mansur Yavaş’ın aday olması halinde Kürtlerin ona oy vereceklerini sanmıyorum” dedi;
İmamoğlu hakkında ise daha fazla konuşmadı. Ancak Kasrı Kanco konağında kendisini ziyaret eden Mardinli ve Diyarbakırlılar arasındaki sohbetlerde de bu konu gündemdeydi.
Onlara göre İmamoğlu, “Karadeniz gezisinde gazetecilerle yaptığı sohbette hırsına yenik düşerek pot kırmıştı. Bu yüzden CHP saflarında tartışma konusu edilmişti. Onun ilk kırılma noktası buydu.
İkinci kırılma noktası ise, Nagehan Alçı‘yı yanına alıp fotoğraf çektirmesiydi ki, hem Alçı hem de eşi Rasim Ozan Kütahyalı’nın yakın geçmişte Kürt aydınları, siyasetçileri ve HDP’ye yönelik haksız eleştirileri unutulmuş değildi. Karalamalarını hafızasında canlı tutan Kürt kamuoyu, bundan böyle İmamoğlu’na vereceği destek konusunda daha temkinli davranacaktı…”
Bu arada bir gazetecilik kulisine daha ulaştım:
CHP içinde kimin aday olacağına dair altı ayrı kümelenme varmış. Bundan haberdar olan Kılıçdaroğlu, şimdilik dengeleri yakından izliyormuş.
Kesin bilgi olmamasına rağmen genelde siyasi partilerde bu tür saflaşmaların eşyanın tabiatı gereği olduğunu söylemek mümkün.
Söz samimiyetten açılmışken belirtelim: Yılların politikacısı Ahmet Türk, DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan‘ın “Kürt meselesine ilişkin açıklamalarının cesurca olduğuna” işaret ediyor; “Temel Karamollaoğlu’nun konuşma ve açıklamalarını daha samimi” buluyor.
Ahmet Türk dönemin üst düzey yetkilileriyle buluşmalarının genel bir muhasebesini de yapıyor:
“Aynı şeyi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmemde de dile getirdim. Kendisiyle birkaç defa karşılaştık. Erdoğan o zaman, ‘Kürt sorununun çözümü için her şeyi yapmaya hazır olduğunu’ söyledi. Teşekkür ederek ayrıldık. Emine Hanım ile de bu münasebetler sırasında tanıştım.
İzleyen buluşmaların birinde döne döne şu noktayı vurguladım: ‘Sayın Erdoğan, mesele dar siyasi çıkarlara alet edilmemeli; bu hususta samimi olunmalı ve içselleştirilmeli.’
Ne yazık ki, Kürt çözümü, siyasi istismar uğruna berhava oldu.
Görüşmelerimiz bakan düzeyinde de devam etti. AKP’nin eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin iyi insandır. Ara sıra kendisiyle makamında hasbıhal ederdim. Bakan olması sıfatıyla Kürt meselesinin demokratik yöntemlerle çözülebilmesi için gereken hukuki düzenlemelerin şart olduğunu söylerdim.
Ancak bu işin başı sonu meseleyi sahiplenip içselleştirmek idi. Bu noktaya dikkatini çekerdim.
Tabii, bu sohbetler sırasında çok sigara içerdim. Bir defa bakanlık makamında aynı minval üzere sigara yakmaya kalkınca, S. Ergin bana itiraz etti: ‘Burası bakanlık makamıdır. Sigara içmek olmaz dedi.’ İşi şakaya getirip yine sigara içiverdim.”
Kendince dolaylı bir kıyaslama yaparak eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘den de bahsetti Ahmet Türk:
Onunla ilişkim iyiydi. Kapısını açmıştı bize, sıkça ziyaretine giderdim. Birçok konuyu görüşüyorduk ve eleştiriyorduk. Gül, yurt dışı ziyaretlerine eşlik etmem için bana haber gönderiyordu. İki kez birlikte dış geziye gittik. Gezi süresince baş başa görüşüp Kürt meselesinin çözülebilmesi için gerekli hususları ele aldık.
Yukarı Mezopotamya bilgesi Türk’ün bazı hatıraları ibret alınacak kıssa veya meseller gibidir.
Sözgelimi devrin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bahsi geçen dört milletvekiliyle birlikte Ahmet Bey’i de Bulgaristan’a davet etmiş.
O sırada “Mardinli ve Kürt milletvekili” olan Türk yasaklı, yurt dışına çıkamıyor.
Gül telefon etmiş ve konuyla ilgilenen Dışişleri Bakanlığı görevlileri sorunu halletmişler.
Sözün devamını kendisine bırakalım:
“Bulgaristan’da otelde kalıyordum. Gül, beni, kaldığı mekâna davet etti. Resmi gezi sırasında Türklerin yoğun yaşadığı bölgeye gittik. Ahaliden hiç kimse, beraberimdeki farklı partilerden milletvekillerini tanımadı. Çoğu hem isim hem sima olarak beni tanıyıp sıcak karşıladı.
Bir ara sordum: ‘Nereden ve nasıl tanıyorsunuz?’
Ortak sözleri şu oldu: ‘Türkiye’de hak ve özgürlükleri savunuyorsunuz parlamentoda ve televizyon kanallarında. Bu arada Kürtlerin haklarını da dile getiriyorsunuz. Bunları duydukça, 1980’lerde Bulgaristan eski Başbakanı Todor Jivkov’un buradaki Türkleri Bulgarlaştırma siyaseti ve zulmü aklımıza geliyor. Bu yüzden sizi izliyor ve anlıyoruz.’
Bu gerçek bir yana, bizdeki milletvekilleri siyasetçi değiller aslında. Oylama sırasında el kaldırma, diğer zamanlarda kendileri ve yakın adamları için iş takibi dışında Türkiye ve dünyada olup bitenlerle ilgileri yok gibi. Siyasetçi dediğin halkının arasında, onun derdi ve davasının peşinde olmalıdır. Bu tür eksiklikler nedeniyle Bulgaristan ve yabancı ülkelerde isimleri bilinmez.”
Ahmet Bey’in benzer bir hatırası da Azerbaycan gezisiyle ilgili. Burada farklı bir şey yaşanmış.
Örneğin Azerbaycan devletinin konuğu olarak davet edilenler arasında MHP milletvekili ile zamanın Azerbaycan parlamento başkan yardımcısı arasında şöyle bir konuşma geçmiş:
MHP milletvekili, “Azerbaycan Türk ve Turan ocağı sayılır. Burada tek millet ve inanç olmalıdır!” demiş.
Parlamento Başkan Yardımcısı ise, “Bak kardaş! Ülkemizde çeşitli milletlerden, etnik topluluklar ve inançlardan insanlar var. Sizin dediğinizi yaparsak, bu ülkeyi bölüp iç savaşa sürükleriz. Ömür boyu da iflah olmayız!” diye onu yanıtlamış.
Bu arada belirtelim: Ahmet Türk, milletvekili heyetiyle birlikte dönemin Türkçü-Turancı Azerbaycan Halk Cephesi Partisi Kurucu Başkanı ve eski Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey (1991-1992 yılları) ile de görüşmüş.
Biz röportajımızı tamamlayıp Diyarbakır’a doğru yol alırken duyduğumuz gelişmeler pek hayra alamet değildi:
“Evlatlarından haber alamadıkları” gerekçesiyle Diyarbakır’dan polis yardımıyla gelen bazı kişiler, Ankara’daki HDP Genel Merkezi binasının önüne siyah çelenk bırakmıştı.
HDP’li bir milletvekiline sivil görünümlü biri “çivilerim valla” diyerek ölümle tehdit etmişti. HDP Genel merkezi, yaptığı açıklamada “Cumhur İttifakı ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu bu provokasyondan” sorumlu tuttu.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Twitter hesabından bir açıklama yapıyordu:
HDP Genel Merkezi önünde yaşanan görüntüleri ve Ayşe Acar Başaran’a yönelik ifadeleri kabul edilemez buluyoruz…Bunun kimseye faydası yoktur, ülkeye hiç faydası yoktur.
CHP Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, HDP Genel Merkezi’ni ziyaret ederek şunları söyledi:
Parlamentoda üçüncü büyük siyasi partinin yöneticileri, milletvekilleri ve çalışanları bu binaya rahatlıkla giremiyorsa, Türkiye’de demokrasinin ayıbıdır bu.
Öte yandan Suriyeli sığınmacılara yönelik AKP politikası nedeniyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ arasında söz düellosu yaşandı.
Özdağ, bakanlık binasının önüne giderek Soylu’ya açıkça meydan okudu. MHP lideri Devlet Bahçeli, Soylu’yu savunan bir açıklama yaptı.
Röportajın bitmesi ve bizim yolda olmamız nedeniyle bahse konu gelişmeleri soramadık Ahmet Türk’e.
Ancak biz Mardin’deyken Pençe-Kilit isimli sınır ötesi operasyonları devam ediyordu. Bu münasebetle Ahmet Türk’ün bu konudaki görüşünü de almıştık:
“Geçen hafta, sınır ötesi operasyonlar münasebetiyle Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) arasında bu husustaki işbirliğinin doğru olmadığını belirttim. Sayın Mesut Barzani’nin yıllar önceki şu sözünü hatırlattım: ‘Bundan böyle Kürtler arasında Brakûji (kardeşin kardeşi öldürmesi) olmayacaktır.’ 4
Aldığım haberlere göre, IKBY yetkilileri bu sözlerime alınmışlar. Oysa ortada duran bir gerçek var. Peşmerge birimleri, bu operasyonlarda TSK askeri birliklerine yardım ediyorlar. Bunu dile getirince de KDP yetkilileri alınıyorlar. Hadi, beni bırakın, Güney’deki farklı görüşlerden çok sayıda Kürt siyasi partisi, operasyon karşıtı açıklamalar yapıp yönetimi eleştirmekteler.
Ben, oradaki Federal Hükümeti anlıyorum. Sayın Mesut Barzani’ye de saygım var. Onlara sevgimizden, evlatlarımıza Barzani ailesinin isimlerini vermekteyiz. Türkiye dâhil komşu ülkeler ve bölgedeki her devletle siyasi, ekonomik ve ticari ilişki kurabilirler. Bu kadarı normaldir.
Gelgelelim, oradaki bazı yetkililerin halka hiç faydası olmayan milyarlarca dolarlık servet ve yatırımları hakkında Amerika merkezli haberler yayınlandı. KDP’li kimi üst düzey yetkililerin Türkiye’nin farklı ticaret merkezlerinde AKP ile ortak yatırımları olduğuna dair iddia ve söylentiler de geliyor kulağımıza.
Bu tür şahsi menfaat ilişkileri uğruna Kürtlerin bencil olmamaları, diğer topraklardaki kardeşlerini feda etmemeleri gereğine işaret ediyorum ben.”
Yeri gelmişken hatırlatmak isteriz. Körfez ülkelerinin kulislerini iyi bilen bir gazeteci, birkaç hafta önce şöyle bir iddiada bulunmuştu:
Kürt yönetimi, petrole yatırım yapmayı geri plana iterek doğalgaz projelerini hayata geçirmek için lobi yapıyor. Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilecek doğalgaz, onlar için hayati bir mesele. Bu nedenle Başbakan Mesrur Barzani, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Türkiyeli yetkililerle görüştü. BAE ile Türkiye arasındaki yakınlaşmanın arabulucusu oldu.
Arap medyasında buna benzer sınırlı sayıda değinmeler varsa da bunlar satır aralarına sinmişti, ayrıntısına ise henüz ulaşamadım.
Sınır ötesi operasyonlar ile HDP’ye yönelik baskı, zulüm ve tutuklamalardan ötürü Ahmet Bey’i hiç olmadığı kadar öfkeli ve şikâyetçi gördüm.
Gerçi anlatırken yine serinkanlılığını koruyor ve alçak perdeden konuşuyordu ama belli ki yüreği yaralıydı ve canı yanıyordu.
AKP iktidarının baskı ve şiddete dayalı politikalarını eleştirmekle konuşmaya başladı:
“Bak, yine silahlar ve şiddet girdi devreye. Bütün bunlar ulus-devlet mantığının tahribat yaratan sonuçlarıdır. Bu zihniyet, Kürtlerin eşit vatandaşlığına karşıdır. Bu tutumla hiçbir sorun çözülmez, giderek derinleşir.
Sözde ‘terörist yuvaları’ olarak ilan edilip HDP’li belediyelere kayyımlar atadılar. Bu kayyımların belli başlıları, belediye hizmetleri ve ihaleler karşılığında milyonlarca, belki de milyarlarca liralık gelirler elde ettiler. Yolsuzluk artınca yoksulluk da arttı.
On binlerce HDP’li sorguda, gözaltında, tutuklu ve tuksak. Uyduruk gerekçelerle mesnetsiz suçlamalarla iddianameler hazırlanıyor. Ortada hukuk yok, tek adamın emrinde çalışan yargı bürokrasisi var. Her şey keyfî ve asla yasal değil.
12 Mart 1971 Sıkıyönetimi ile 12 Eylül 1980 Askeri Cunta rejimlerinde bolca işkence vardı; haksızlık ve yasa dışılık diz boyuydu. Ama onlar bile ceza verirken hukuki gerekçelere dayanmaya çalışırlardı.
Bugün böyle bir şey yok. Çünkü hukuk güvencesi bulunmuyor ve yargı mekanizması ‘düşman hukuku’ kuralına göre işliyor.
Bu gidişle HPD’yi kapatacaklar gibi bir gözlemim var. Yargıçların terkibi ve tutumları bunu gösteriyor.
Esasen AKP iktidarının son yıllarında hukuk çürüdü. Çünkü toplum ve insan çürütüldü. Bakınız Millet Meclisi’ne! Öyle bir husumet, kin ve düşmanlık ortamı yaratıldı ki, milletvekilleri, birbirlerini imha edilmesi gereken düşmanlar olarak görüyorlar.
Bırakın rakip ve muhalif partilerden politikacıları, AKP içinde bile artık kliklere ayrılmış, birbiriyle kavgalı menfaatçi ve rantiyeci kesimler var. Her biri, diğerlerini tasfiye etmekle uğraşıyor.
Somut bir örnek vereyim: Şimdilerde görev dışı bırakılmış AKP’li bir bakanla sohbet etmiştim. Açıkça dertlendi: ‘R. Tayyip Erdoğan’la yüz yüze gelmek istemiyorum. Çünkü beni ve diğer bakanları nerede görse tek tek veya topluca azarlıyor!’
Oysa biz milletvekilleri, daha önceleri Meclis kürsüsünde birbirlerimizi eleştiriyorduk ama salonun dışına çıkınca birlikte çay içip sohbet edebiliyorduk.”
Seçime dair düşüncelerini sordum Ahmet Türk’e. İşte cevabı:
“Bana kalırsa seçimi kazanabilecek durumda değil AKP. Üstelik giderek bir anlamda MHP’lileşmiştir. Bu haliyle istediği oyu alamaz. Bu yüzden de her türlü siyasi hile, taktik, manevra ve yasadışı yola başvurarak toplumu tam bir kaos ve çatışma ortamına sürüklemekten çekinmeyecek bir zihniyet var karşımızda.
Bir varsayım olarak muhalefetin sandıkta kazandığını düşünürsek, Erdoğan’ın bunu içine sindirip demokratik biçimde makamını teslim edeceği konusunda ciddi kuşkularım var. İktidardan gitmemek için elinden gelen her yolu deneyecektir.
Kaldı ki muhalefetin tutumu da belirsiz ve bulanık. Her şeyi sandığa ayarlamış. Oysa sokaktaki insanlarla birlikte hareket edilmediği, onların aktif muhalif faaliyetlere katılımının sağlanmadığı ve koordinasyon halinde sokak ile Ankara merkezli parlamento içi siyaset birleştirilmediği sürece, Millet İttifakı hayal kuran tüccar durumuna düşer.
Millet İttifakı, ‘tek adam rejiminden çıkış, parlamenter sisteme dönüş’ söylemini kullanıyor. Lakin radikal bir demokrasi ve parlamenter sisteme dönüş planı olmadığı, halkın buna aktif desteğinin alınmadığı, iktidarı vermemekte direnecek AKP karşısında kararlı ve dik durulmadığı sürece beklenen sonuç alınamayacaktır.
Kürt sorunuyla birlikte ele alınmadıkça, Türkiye’de arzulanan demokratik düzen meselesi yarım yamalak gerçekleşir, ancak tatmin edici olmaz. Muhalefet ya bu gerçeği idrak etmiyor yahut devamlı öteleyerek aslında kendini oyalıyor. Kürt kamuoyu da bu gerçeğin farkındadır. Kimseden saklımız gizlimiz yok bu hususta.
Newroz 2022’deki kitlesel kutlamalarda görüldü ki; bütün o baskı, tutuklama ve kuşatmaya rağmen Kürt halkı kendi meselesine güçlü biçimde sahip çıkıyor. Millet İttifakı’nın bu dinamiğin önemini iyi değerlendirmesinde yarar var.
Kürtler olmadan, Millet İttifakı’nın seçimleri kazanamayacağı açıktır. 5 Bu dinamik salt sandığa gitmek için değil, mevcut iktidar sonrasında hayatın her alanına aktif katkıda bulunmak için de gereklidir.” 6,7
Ahmet Türk, “Kürt çözümü” konusunda ne düşünüyor?
Yanıtını özetleyerek verelim:
Bundan önceki çözüm sürecinde umut yoktu. Çünkü bilhassa iktidar samimi ve meseleyi içselleştirmiş değildi. Çözümü, siyaseten kendi lehine kullanmak, istismar etmek istedi.
Gelişmelerin Kürt tarafının lehine olduğunu düşünerek aniden yol-yöntem değiştirip başka kulvara girdi. Ters yöne gitti; savaş ve çatışmayı tercih etti. Aslında biz de bu sürecin başarılı olacağına inanmıyorduk. Lakin var gücümüzle ve umutla destek veriyorduk barış yoluna.
“Acaba demokrasi, barış ve çözümden umudunuz var mı?” diye sorduk, yanıtı şöyle oldu:
“İyimserliğimizi ve umudumuzu korumak zorundayız. İlaveten metanet ve sabırla hareket etmek durumundayız. Temkinli olmayı da elden bırakamayız. Geçen yıllardaki acı tecrübelerden her iki taraf da dersler çıkarmalı, hamasetten çok diyalogun zeminini iyi ve sağlam hazırlamalıyız.
Bu tür görüşme ve diyaloglarda, her iki tarafın işbirliğiyle yoğun ve yaygın bir kamu diplomasisi yürütülmelidir. Öyle ki, barış her mekânda, sokakta, yolda, işte ve eğlence sırasında dahi konuşulabilmelidir. Bir anlamda toplumun kılcal damarlarına barış fikri zerk edilmelidir.
Keza iki tarafın masada oturması yetmez. Balkan ülkelerindeki çatışmalar sırasında üçüncü bir tarafa veya taraflara önemli görevler düştüğünü gördük.
Bu bağlamda geçmişte adını vermeyeceğim iki Avrupa ülkesi, bir kriz ve müzakere grubu oluşturup çözüm için Türkiye’ye göndermeyi önermişti. Ne yazık ki, dönemin iktidarı bu öneriyi kesin bir dille reddetti.”
Tamamlayıcı bilgiler:
1. 22 Kasım 2016, T24 sitesi.
2. Bir sitede şu tür ifadeler yer aldı: ‘HDPKK’nın elebaşlarından Ahmet Türk, rahatsızlığı nedeniyle evinde dinlenmesi için şartlı serbest bırakılmıştı. Dün basın haberlerinde düşen fotoğraflarda sözde ileri derecede hasta olan bu Ahmet Türk, 42 derece sıcakta Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte illegal yürüyüşe katıldı. Hani senin yürüyecek ve ayakta duracak takatin yoktu! Bu ve bunun gibiler, zihniyetleri bozuk olduğu için devlet düşmanlığı olsun diye gerekirse yollarda öleyim der!” (https://www.istanbultakipte.com/haberler/siyaset/ic-politika/ahmet-turk-hani-sen-hastaydin.html, 4 Temmuz 2017)
3. İmalı bir karalama örneği daha: “Devlet Bahçeli’nin kefaletiyle cezaevinden çıktıktan sonra hızla iyileşen ve siyaset sahnesine dönen Ahmet Türk, ilk iş olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet’ yürüyüşüne katıldı.”
(https://www.ciddigazete.com/politika/her-tasin-altinda-ahmet-turk-h10454.html, 16 Ocak 2019)
4. Brakujî yani Kürt partileri arasındaki kardeş kavgasından sadece Kürtlerin değil, bölgeyle ilgilenen yerli ve yabancı devletlerin de hoşnut olmadığına bir örnek: ABD Başkanı Joe Biden, Irak’taki büyükelçisi aracılığıyla gönderdiği mektupta, “KDP ile KYB arasındaki anlaşmazlığın, Irak ve Kürdistan Bölgesinde siyasi dengeleri olumsuz yönde etkilediğini ve bunun bir an önce çözülmesini istemişti.” (Çetin Çeko, “Biden, KDP ve KYB’yi uyardı!”, Nûpel sitesi-19 Nisan 2022)
5. KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Oksijen gazetesinde yayınlanan “Kürtlerin oyu belirleyici olacak” başlıklı yazısında olası seçimler hakkında yorumlarda bulundu: “Ak Parti’nin neredeyse MHP ile beraber yalnız olduğu İç Anadolu ve Karadeniz, HDP ve Ak Parti rekabetinin yaşandığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere karşımızda ekonomik ve sosyolojik bakımdan üç ayrı Türkiye var. Kültürel olarak Muhafazakârlar-Sekülerler-Kürtler şeklinde de tanımlayabileceğimiz üç Türkiye fotoğrafında Kürtler olmadan seçimleri kazanacak oy oranına henüz ne Cumhur İttifakı ne de Millet İttifakı (hatta 6’lı ittifak) ulaşabilmiş değil.” (Gazete Duvar-18 Nisan 2022)
6. “Kürtler, HDP’nin düzenlediği Newroz gösterilerine bu biçimde katılarak Kürtlükte ve HDP’de ısrar ettiklerini gösterdikleri gibi demokratik siyasette, yasal yolla temsilde de ısrar ettiklerini gösteriyorlar.” (Ergun Babahan, Artıgerçek gazetesi-30 Mart 2022)
7. “Muhalefete verilen bütün bu mesajları şöyle basitleştirmek mümkün aslında: Seçimleri kazanmak istiyorsanız HDP’yi; 2023 sonrasında devleti yönetmeye hazırlanıyorsanız Kürt meselesini ciddiye alın.” (Prof. Mesut Yeğen, “Newroz’dan Sonra, Seçimden Önce”, Perspektif sitesi-25 Mart 2022)
© The Independentturkish