Getting your Trinity Audio player ready... |
ÜLKEMİZ yıllardır eşine kolay kolay rastlanamaz şekilde kaostan kaosa sürükleniyor.
Ekonomi, hukuk, eğitim, bilim, çağdaşlaşma, insan hakları gibi akla gelen ne varsa insana özgü bütün değerler dünya ölçeğinde sürekli olarak alt sıralara geriliyor.
Ülkeyi yönetenlerin ulusa hizmet ideali ile değil, koltuk, makam, servet sahibi olmaktan başka hedefi ve devlet adamlığı nitelikleriyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan, insani duyguları körelmiş kişiler olması…
Durumu görebilip de buna dur diyebilecek bireylerin artık yeterli sayıda olmaması…
Üstelik bu kirli atmosferden yararlanarak lağım fareleri gibi bireysel çıkar peşinde koşanların küçümsenemeyecek miktarda çoğalması…
İşte bütün mesele bu…
Nereye dokunulsa bir koflaşma, kabalaşma, çürümüşlük, kokuşmuşluk, ilkellik…
Oysa Türk ulusu olarak, çağlar boyunca bilimde, sanatta, insanı insan yapan değerlerde uygarlığa önemli kazanımlar katan bir kökenden geliyoruz biz…
Ulus olarak gururumuzun okşanacağı sığınacak bir dalımız yok mu diye kendimize sorsak ve biraz olsun ruhumuza tatlı bir esinti dolsun diye rafine bir âlem olan sanat dünyasına baksak acaba neler görürüz?
Türk sanatı denildiğinde çoğumuzun aklına, önce Mevlana, Yunus Emre, Karacaoğlan, Itri, Fuzuli, Mimar Sinan gibi nice ölümsüz isimler gelebilir.
Yakın geçmiş düşünüldüğünde sanatın her alanından Yahya Kemal, Orhan Veli, Nazım Hikmet, Osman Hamdi Bey, Ayetullah Sümer, Müfide Kadri, Abidin Dino, Şefik Bursalı, Cemal Reşit Rey, Tatyos Efendi, Münir Nurettin Selçuk, Udi Hrant, Selahattin Pınar, Zeki Müren, Hamiyet Yüceses, müzeyyen Senar, Muzaffer Sarısözen gibi yine nice isimler…
Yani “Ölümden Sonra” şiirinin sahibi Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Akarsuda aksimizden eser yok” diye tamamladığı dizelerini hatırlayarak rahmetle, saygı ile andığımız isimler…
***
YA sanat dünyasının bugünleri…
250 sanatçı “Atatürk’ün yolundayız” sloganı ile “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine yaşamak için hayır” başlıklı ortak “Hayır” kararına imza atıyorlar.
Sloganından ve adından da anlaşıldığı gibi bu etkinlik zulme, baskılara direnen, Atatürk’ün yolunu izleyen gerçek sanatçı duyarlığıdır.
Bu toplantı haberini belki sadece bir avuç insan medyada görebilmiştir ama sanatçı diye geçinen dalkavukluk yapıp, parsa toplamak için birbirleriyle yarışan akil adamlar(!) kaçak saray yalakalarına verilen yemek davetleri, iftar sofraları her seferinde yandaş TV ekranlarından tekrar tekrar yayınlanıyor.
****
BU konuyu yazmak aklımdan geçmezken ve ülkemizde “Sanatsal hayat ne durumda” diye düşünürken, her alanda olduğu gibi sanat dünyasında da yıkım sürecinin yaşandığı gerçeği bütün çıplaklığıyla dikildi karşıma.
Hatırlayanlar olacaktır;
Beyni görünmez hasarlarla malul olan, akıl, etik ve estetik algılardan nasipsiz “yıkıcı” bir tarihte “bale nedir ki, düpedüz seks işte…” ve “mayo reklamı şehvet uyandırır” gibi sözler ederek beyninin ne işe yaradığını göstermişti.
Daha sonra da Kars’ta dikilen Barış Heykelini “ucube” diye yıktırarak dış dünyada ülkemiz adına olumsuz bir tepkinin oluşmasına neden olacaktı.
Yine aynı günlerde kankalarından biri de Ankara’da bir heykel için “böyle heykelin içine tüküreyim” diyerek, sanata, sanatçıya karşı küstahça saygısızlık yapmıştı.
***
FELSEFE ve bilim sanatın ufuklarını enginlere ulaştıran yol göstericileridir.
Sanatçının esini, heyecanı, algıları ise sanatın mimarisidir.
Eski Mısır bilimcisi Alman asıllı yazar Georg Ebers “Sanat, bizi Allah’a götüren köprüdür” derken sanatın görünen âlemin ötesine ulaşma arayışı olduğunu, dolayısıyla ulvi bir özellik taşıdığını kasteder.
Tolstoy da benzer bir düşünce ile “Sanatın gerçekçi ve yararlı olabilmesi için, uhrevi, milli, dini ve ahlaki özellikler taşıması gerekir” der.
Sanat aynı zamanda ulus kimliğinin temel belirleyici vasıflarından biridir de…
İbn-i Sina “Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder” der.
İşte bunun için eşsiz önderimiz Atatürk “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyordu.
İşte bunun için sanat diye Arap’ın yalellisi gibi arabeskleşen kirli bir havayı soluyoruz bugün…
Gerçek sanatçının ödülü ve en büyük beklentisi sanatına duyduğu saygı gereği kendi heyecanını topluma yansıttığını görebilmektir.
Aristophanes “Sanat, ekmek peşinde koşarsa alçalır ” der.
Atatürk’ün “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız” dediği gibi herkesin harcı değildir gerçek sanatçı kimliği taşımak…
Yine hatırlayacaksınız:
Ünü ülke sınırlarını aşmış bir yazar bir tarihte Nobel Edebiyat Ödüllerinin verileceği organizasyonun arifesinde “bu kadar Ermeni’yi, şu kadar Rum’u öldürdük” diyerek tersini söylemesi halinde asla alamayacağı ödüle tenezzül ederek hem kendi onurunu ayaklar altına atmış, hem de soykırım yalanlarına destek vererek ekmeğini yediği ülkesine açıkça ihanet etmişti.
Gerçek sanatçı insan sevgisi ve toplumculuk ruhu taşır.
Kendisine ve sanatına saygısı adına aç kalsa da kırılır ama eğilip bükülmez.
Yakın tarihlere kadar saygın sanat eleştirmenlerimiz vardı. Bugün eleştirilmeye değer bir sanat yapıtı kalmadığı için onların da soyu kurudu.
***
GELİN son sözü çok yönlü bir sanatçı Behlül Dal’a bırakalım ve sanatın ne olduğunu, sanatçının dünyasının nasıl bir dünya olduğunu onun “SANATKÂR” adlı dizelerinden tanıyalım:
Yüzünde ıstırabın dövme dövme izleri…
İçinde heyecanın çıldırtan denizleri…
Size anlatmak için çırılçıplak sizleri…
Her ahıma kendinden bir parça katan adam…
***
Sanat denen o uçsuz, ufuksuz okyanususun
Üstünde martı olmak, kıyılarında yosun…
Varsın karın doyurmaz diyenler tok uyusun
O ölüp deha olan sağken aç yatan adam…
Bir fırçanın ucunda erimek renk renk olup…
Bir porte çizgisinde sonsuz bir ahenk olup…
Bir mısranın içinde bin mezara denk olup…
Kaderiyle Allahı bile ağlatan adam…
…