Getting your Trinity Audio player ready... |
Önceki gün kargodan üçü ayrı kitap birlikte çıktı. İki babadan, bir oğuldan…
Literatür Yayınevi, yeni basımlarına başladığı iki Dursun Akçam kitabını daha raflara çıkardı… Pandemi nedeniyle baskısı bir buçuk yılı aşkın bir süredir ertelenmiş bir Alper Akçam romanı, Kaçaklar da pakete girmiş, edebiyat dünyasına ilk adımını atmıştı…
Harold Bloom’un “Etkilenme Endişesi” adlı bir kitabı vardır. Yazarlar arasındaki ilişkide, sonrakilerin öncekilerden etkilenme endişesi içinde olduklarından söz eder… İster istemez eskilerin yeniler üzerine düşen bir gölgesi bulunur da, benim babamla ilişkimde böyle bir kaygı yer almaz… Bir tekrar, bir yineleme olduğunu da hiç sanmıyorum. İkimiz de, baba da, oğul da, yazmayı hiç onmayacak, deva bulmayacak bir yürek derdi, bir hayat coşkusu ve yaşam biçimi olarak benimsedik sanırım. O kendi çağının insan sorununu edebiyata taşıdı; kendi sanatçı yaratıcılığıyla kurgusunu kattı hayata, ben kendi yaşadığım koşulları edebiyat dünyasında farklı biçimlerde dille buluşturdum; biçem ve yöntem olarak farklı kaldım; edebiyatın hemen her türüne uzanmaya da çaba gösterdim.
Dursun Akçam romanları, öyküleri olmadan, otuzlu, kırklı, ellili, altmışlı yılların özdeksel dünyası, özellikle kırsal alandaki insanların (Dağların Sultanı, Öğretmeni Kim Öptü, vb yapıtlarıyla Avrupa’ya, Almanya’ya kadar da uzanır) ruh aynaları yeterince görünür kılınamazsa, ben de edebiyat dünyamızdaki görebildiğim boşlukları doldurmaya çalışırken, başkalarının yazmadıklarına erişmeye çaba gösterirken, kendime yeni hayal dünyaları, yeni düşünsel ufuklar açmak için gece gündüz kitaplarımın, klavyemin başında kaldım, yazdıklarımın ateşli bir savunucusu olarak, ilden ile, toplantı konuşmacısı da oldum.
İkimiz de edebiyatı bir “hoşça zaman geçirme” biçimi, bir “hobi” gibi ele almadığımız, ikimiz de ille de “orijinal” bir şeyler dile getirip ün veya para kazanmak için yazmadığımız için, kendi adıma, Harold Bloom”un “Etkilenme Endişesi” kapsama alanı dışında kaldığımı sanıyorum.
Dursun Akçam’ın yapıtlarında kendi yaşadığı çağın maddesi ve dilinde, kendi konuşma dilini yazıyla yeni buluşturabilmiş, toplumun çoğunluğunu oluşturan köylü dünyası, o yazıda daha yeni yerini almaya başlayabilmiş Dede Korkut ağzı, halk kültürünün grotest ve seküler özellikleri biçime katılırken, ben bir yandan yaşadığım çağa tanıklık ederken, bir yandan olguları çoğul bir bakış içinde kurguyla buluşturma yolunda ilerledim. Aynı zamanda, Dursun Akçam ve arkadaşlarının yenilmiş haklarını savunur ve edebiyatın körce kapatılmış kapılarını kültürün derin dip akıntılarına, farkına varılamamış gerçeklerine açmaya çalıştım. Türk Romanında Karnaval, Anadolu Rönesansı, Dillerine Kurban, Dilin Dört Atlısı, Romanlarımızda Kurtuluş Savaşı ve Kadınlarımız, tüm namuslu edebiyatçıların, dil ustalarının adalet kavgasının verildiği alanlara da dönüştü. Dilde de militan bir tarz oluştu sanırım…
Kırıkkale Lisesi’nin, Demirlibahçe Ortaokulu’nun, Ankara Atatürk Lisesi’nin Türkçe öğretmeni, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu, Türkiye Öğretmenler Sendikası yöneticisi, Demokrat Gazetesi sahibi Dursun, hep “keşke edebiyata daha çok zamlan ayırabilseydim” demişti… Ben de aynı kaygıyla yaşadım… Daha çok sayıda dernek, sendika, parti ve vakıf (Dursun Akçam Vakfı) görevlerinin benden kopardığı zamanlar için üzülürken, o alanlarda da üzerime düşen tüm sorumlulukları da hakkıyla yerine getirmeye çalıştım…
Kaçaklar, günümüzün önemli sorunlarından birine parmak basmaya, o sorunun farklı yönlerini görünür kılmaya çalışıyor. Günümüz ülke kültürünün en önemli sorunlarındandır sığınmacılar… Çözüm aşamasında yerel yönetimlere daha çok görev düştüğünü görüyoruz. Ülkeyi yönetenlerin umurunda bile değil çünkü. Ne kadar çok sığınmacı, o kadar çok Batı’dan kredi, ne kadar çok sığınmacı, o kadar çok taraftar diyorlar çünkü…
İki babadan, bir oğuldan… Sonrası okurdan gelecek kuşkusuz… Okur sahip çıkarsa, babalar ve oğullar, onların kitapları yetim kalmayacak…
Gününüz aydın olsun sevgili dostlar…