Ezilenlerin Tiyatrosu (Pandemiye de) Diz Çökmez[1]

Getting your Trinity Audio player ready...

TEMEL DEMİRER

 

“Perde inmez,
müzik susmaz,
şiir susmaz,
yazı bitmez.”[2]

2020’nin Mart ayıydı. Çin’in Wuhan kentinden başlayan Covid-19 salgını hızla yayıldı. Yerküre yeni bir virüs yayılmasıyla sarsıldı. Her şey alt üst olurken; kapitalist “uygarlık” konusunda söylenecek yalan kalmadı. Pandemi, egemen(ler)in gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Tıpkı Akdeniz havzasında ve Avrupa’da ilk defa VI. yüzyılda ve ardından XIV. yüzyılda ortaya çıkan aralıklı büyük veba salgınlarının yol açtığı, milyonlarca insanın ölümüne neden olan yıkım gibi…

Pandemi, veba örneğinden tanık olduğumuz üzere acı, çaresizlik, korku ve yıkımdır. Tarihsel kayıtlar dışında, pandemi dönemlerinin bazı tablolarında (örneğin. Pieter  Bruegel’in “Ölümün Zaferi”, Domenico Gargiulo’nun “Napoli 1656 Veba Salgınında Mercatello Meydanı, Michel  Serre’nin, “Marsilya 1720 Veba Salgınında Belediye Binasının Görünümü”) ve edebi metinlerde ürpertiyle izlendiği üzere…

Söz konusu dehşetin faturası dünden bugüne hep ezilenlere çıkarıldı ve hâlâ da öyle yapılıyor!

“Nasıl” mı?

Siz bakmayın, 24 ülke ile Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve AB’nin yeni salgın risklerine karşı birlikte mücadeleden söz ettiği ortak metinde, “Herkes güvende olana kadar hiç kimse güvende değildir,” mesajını[3] vermelerine! Bu kocaman bir yalandan başka bir şey değil…

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, “10 ülke dünyadaki coronavirüs aşılarının yüzde 75’ini alırken 130 ülkeye bir doz aşı bile gitmedi” derken;[4] DSÖ coronavirüs salgını tehdidi altındaki yirmi ülkenin henüz mevcut Covid-19 aşılarından hiçbirine erişim sağlamadığını açıklayıp; bir kez daha aşıda eşitsizliğe dikkat çektiği[5] bir yerkürede yaş(atl)ıyoruz!

‘Oxfam’ın, dünya genelinde her 1 dakikada 11 kişinin açlık nedeniyle hayatını kaybettiğini ve kıtlık benzeri koşulların 2020’de 6 kat arttığını açıkladığı söz konusu hâlde dakikada ortalama 7 kişi Covid-19’dan öldü(rüldü)!

İklim krizi ve Covid-19 salgını küresel gıda fiyatlarında yüzde 40’lık bir artışa neden olurken; salgının başından beri küresel ölçekli askeri harcamalar 51 milyon dolar arttı. Bu rakamın BM’nin açlıkla mücadelede ihtiyaç duyduğu miktardan en az 6 kat fazla![6]

Özetle pandemi koşullarında da sürdürülemez kapitalizm yine yapacağını yaparken; “Otoriter kapitalizmin yükselişine tanıklık ediyoruz.”[7]

Tam da bu tabloda “Çok net olmalıyız, salgın bitmedi. Tüm ülkelerde (virüsün) bulaşması kontrol altına alınıncaya kadar da bitmeyecek,” diyen DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, Covid-19 aşılarının dünya genelindeki adaletsiz dağıtımına tepki göstererek, “Devam eden aşı krizi, salgını kalıcılaştıran skandal bir eşitsizliktir,” uyarısını dillendirdi.

Tüm aşıların yüzde 75’inden fazlasının sadece 10 ülkede uygulandığına dikkati çeken Ghebreyesus, “Bunu söylemenin diplomatik bir yolu yok, (çünkü) dünyadaki aşıların çoğunu yapan ve satın alan küçük bir grup ülke, dünyanın geri kalanının kaderini kontrol ediyor,” diye ekledi.[8]

“Aşıda coğrafya adaletsizliği”[9] kelimenin tam anlamıyla bir felaket…[10]

“Nasıl” mı?

Covid-19 aşısı adaletsizliğine ilişkin çarpıcı bir veri daha açıklandı. ABD’nin etnik azınlıklara mensup kişiler arasında aşı uygulaması, beyaz Amerikalıların önemli ölçüde gerisinde kalıyor ve son verilere göre, daha zengin bölgeler genellikle ilk önce aşı oluyor. Centre for Disease Control’ün yayınladığı oranlara göre, Covid’den ölme olasılığı yaklaşık iki katı olmasına rağmen siyah Amerikalılar beyazlardan çok daha düşük bir oranda aşılanıyorken; Kaiser Aile Vakfı (KFF) Irk Eşitliği ve Sağlık Politikası Program direktörü Samantha Artiga ise “Şu anda gördüğümüz şey, siyahlar ve Latinlerin aşılamanın hayli gerisinde kaldığı yönünde,” diye ekliyordu.[11]

Kolay mı?

Yoksul ülkeler 2023 ortasına kadar yeterli aşı alamayacakken;[12] dünyada siparişi verilen 4 milyar 200 milyon doz aşının yüzde 73’ü, sözleşmeleri imzalayıp peşinatları ödeyen varlıklı ülkeler arasında paylaşılırken; yoksul ülkelere kalan ise 675 milyon doz aşı, sadece![13]

Tam da bunun için İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un, parti milletvekilleriyle düzenlediği kapalı bir toplantıda, “Aşılama çalışmalarındaki başarımızın arkasında ‘kapitalizm’ ve ‘açgözlülük’ var,” demesi[14] tam da bundan kaynaklanıyordu.

DURUM VE YIKIM

Evet, sürdürülemez kapitalist tiranlığın yol açtığı yıkım hâliyle yüz yüzeyiz!

Öncelikle “Pandemi inanılmaz sefalete neden oldu.”[15] Yoksulluğu derinleştirip, yaygınlaştırdı.

Oxfam’ın araştırmasına göre, dünya genelinde 2020’de Covid-19 salgını nedeniyle 800 milyar dolar gelir kaybı yaşadı.

98 ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasına eş değer bu gelir kaybının yanı sıra, 2020’de salgın yüzünden 64 milyondan fazla kadın işini kaybetti. Kadın istihdamında yüzde 5’lik bir kayıp yaşanırken bu oran erkeklerde yüzde 3.9 oldu.[16]

Covid-19 pandemisinin dünya çapında etkileri sürerken Afrika, Güney Amerika, Asya, Ortadoğu’nun yoksul ülkelerinde daha yıkıcı sonuçlara yol açtı. Alman Açlıkla Mücadele Örgütü Welthungerhilfe’e göre pandemi 1.6 milyar çocuğu etkiledi.

Terre des Hommes sözcüsü Birte Kötter de, “Ciddi açlık içinde yaşayan çocuk sayısı 150 milyondan 725 milyona çıkmış durumda,” açıklamasını yaptı.[17]

BM’nin ekonomik kriz ve açlıkla boğuşan bölgelerde salgınla birlikte derinleşen gıda ve sağlık krizine dikkat çeken raporuna göre, Kongo’da 19.6 milyon kişi gıda kriziyle boğuşurken; Mali, Burkina Faso ve Nijer’de de 4.5 milyon insan gıdaya erişemiyor. Nijerya’da ise yaklaşık 400 bin çocuk açlık riskiyle karşı karşıya.[18]

Bu kadar da değil! Brezilya, yeni coronavirüs varyantının ülkenin hemen hemen tüm bölgelerine yayılmasının neden olduğu bir sağlık kriziyle yüzleşiyor. Virüs kaynaklı ölümlerin giderek artan ortalaması, 2021’i Mart ayında günde 3 bin ölümün üzerine çıktı.[19]

Hindistan ise vaka ve ölü sayısında dünyada birinci sıraya oturdu. Yalnızca sağlık sistemi değil, ölülerini yakan Hinduların cenaze sistemi de çöktü; sorun, sokaklarda yakılan derme çatma ateşlerle aşılmaya çalışıldı.[20]

Ezilenler cephesinde durum böyleyken; pandemi döneminde zenginler de, zenginliklerine zenginlik kattılar!

Yine Oxfam raporuna göre, dünyadaki en zengin 1.000 kişi, Covid-19 kayıplarını sadece dokuz ay içinde telafi etti, ancak pandeminin ekonomik etkilerinden kurtulmak dünyanın en yoksulları için on yıldan fazla sürebilecek gibi görünüyor.

‘Adaletsiz Virüs’ başlıklı rapora göre Covid-19 nedeniyle- her ülkede aynı anda ekonomik eşitsizlik artıyor.

Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi, 6.9 milyar insanın servetinin iki katından fazlasına sahip. Ekonomik piramidin en tepesinde, servetleri ve gücü katlanarak artan, çoğunluğu erkeklerden oluşan çok küçük bir grup insanın elinde trilyonlarca dolarlık bir servet görülüyor. Milyarderler şu anda dünya nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan 4.6 milyar insandan daha fazla servete sahip. Bu arada, yaklaşık 735 milyon insan hâlâ aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Diğerleri ise sadece bir hastane faturasını bile ödemekten aciz.

Oysa en zengin yüzde 1’in servetinin fazladan yüzde 0.5’ini vergilendirmesi soru(n)ların hâlledilmesine katkıda bulunabilir. Oxfam’a göre, hükümetler önümüzdeki 10 yıl için en zengin yüzde 1 üzerindeki vergilendirmeyi artıracak olursa; bu eğitim, sağlık ve yaşlı bakımı ve diğer sektörlerdeki açıkları kapatmak için, 117 milyon iş yaratmaya eşdeğer olabilir. Pandemide 10 iş adamının servetindeki artış miktarı herkes için aşıyı mümkün kılabilir…

Sonuç olarak, küresel yoksulluk seviyeleri 2030’da salgının ortaya çıkmasından öncekinden daha yüksek olacak ve 3.4 milyar insan hâlâ günde 5.50 dolardan daha az parayla yaşayacak.[21]

 

CORONA HÂL(LER)İ

 

Coğrafyamızın vahim corona hâl(ler)ine gelince…

Zengin Kuzey ülkeleri salgında yurttaşlarına milli gelirin yüzde 12.7’si kadar kaynak ayırırken, bu oran yoksul Güney ülkelerinde yüzde 1.6, Türkiye’de ise yüzde 1.1 oldu![22] Yani beterin de beteri bir eşitsizlik söz konusu olan…

Credit Suisse’in servet raporuna göre, Türkiye’de pandemi yılı 2020’de dolar milyoneri sayısı 21 bin artışla 115 bine yükseldi. Nüfusun en zengin yüzde 1’lik kesiminin servetten aldığı pay yüzde 42.8’e yükselirken, yüzde 95’lik kesimin servetten payı yüzde 37.8’de kaldı.[23]

Veriler, Türkiye’de ve dünyada eşitsizliğin pandemi döneminde keskinleştiğine işaret ederken; derinleşen sınıflar arası uçurum milyonlarca çocuğun geleceğini çaldı. Örneğin dünyanın en zenginleri pandemi döneminde servetini yüzde 40 oranında artırırken çocuk işçi sayısı 160 milyona yükselerek 20 yılın rekorunu kırdı.[24]

Yani zenginler zenginleşerek kazanmaya devam ederken; kaybeden yine ezilenler, emekçiler oldu.

Örneğin salgında vaka ve ölüm sayılarının en yoğun yaşandığı dönemde çarkların döndürülmesi sermaye gruplarının işine yaradı. İstanbul Borsası’nda işlem gören 310 şirket 2021 yılının ilk çeyreğindeki kârını, 2020 yılının aynı dönemine göre yüzde 184 artırdı. Bu 310 şirketin toplam ortak kârı 40 milyar 420 milyon lira oldu.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın, Ocak-Mart 2021 dönemine ilişkin verimlilik istatistiklerine göre ise işçi başına düşen üretim yüzde 3.8 arttı. Sanayide de kişi başı üretim yüzde 3.4 arttı. Ancak açlık sınırı asgari ücretin üzerinde kalmayı sürdürdü.[25]

Ayrıca işten çıkarma yasağına rağmen 2020 yılında bankaların personel sayısı 2 bin 224 azalırken 256 şube de kapandı. 5 yılda kapanan şube sayısı 838, istihdam kaybı ise 10 bin 86 oldu. Bu arada bankaların 2020’nin 11 aylık döneminde net kârı yüzde 23 artışla 57.3 milyar TL oldu![26]

Sömürü katmerlenirken; yoksulların açlığı, acısı katlandı!

Pandemide halkı desteksiz bırakan iktidar, yurttaşa kesilen cezalarla bütçeye pansuman yapmaya çalışıyor. 2021 yılının ilk 5 ayındaki ceza miktarı, 8 milyar TL’ye yükseldi. Cezalardan devletin kasasına 20.8 milyar TL girdi.[27]

Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın 1 Haziran 2021’de 661 milyar TL’ye ulaştığını söylediği salgın kapsamındaki hibe ve desteklerin yüzde 80’lik kısmının borç olduğu ortaya çıktı. Merkezi bütçeden hibe desteği sadece, toplam rakamın yüzde 1.4’üne denk gelen 9 milyar TL olduğu ortaya çıktı.[28]

Covid-19’un devreye soktuğu çöküş, toplumsal çürüme ile gövdelenirken; birçok şey gibi sanat da, sanatçı da “kaderine terk edildi”!

Örneğin coronavirüs salgını nedeniyle mekânların kapatılmasının ardından zor günler geçiren müzisyenlerden biri daha, müzisyen Yusuf Karayiğit Osmaniye’de intihar etti. Üç ayda 4 müzisyen (Erdem Topuz, Duran Ay, Mehmet Mert El, Yusuf Karayiğit) ekonomik sıkıntı gerekçesiyle girdikleri bunalım sonucu yaşamlarına son verdi.[29]

İnsanlar açlıktan intihar ederken; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AKP kongrelerinin yapıldığı salonların “tıklım tıklım dolduruluşunu” kutlayıp katılanlara teşekkür ettiği pandemi tablosunda yurttaşlara her şey yasak, AKP’ye ise serbestti…

Mesela 24 Temmuz 2020’de, cuma günü yapılan çağrıyla yurdun her tarafından katılan insanların oluşturduğu kalabalıkla Ayasofya ibadete açıldı. 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı da yine salgın öne sürülerek yasaklanıyordu…

Turistik oteller açıktı ve buradaki restoran ve kafeler eskisi gibi çalışıyordu. Konser salonları kapalıydı. Konserler durmuştu, müzisyenler bütün gelir kaynaklarını kaybetmişlerdi…

Tiyatro salonları kapalıydı. Oyunlar oynanmıyordu. Tiyatro sanatçıları işsiz vatandaşlar olmuşlardı. Sinema salonları da kapalıydı…[30]

Bilindiği gibi XIX. yüzyıl Alman filozofu Friedrich Nietzsche, “Müziksiz bir yaşam hatadır,” demişken; XXI. yüzyıl siyasetçisi Erdoğan ise müziği, insanları rahatsız eden bir gürültü olarak nitelendirdi. f

Yaklaşık bir yıldır kapalı olan bar ve gece kulübü gibi müzikli ve içkili işletmeler, aşılanma oranındaki artışla birlikte, saat 04.00’e kadar olan eski çalışma saatlerine dönebileceklerini umut ederlerken, Erdoğan bu mekânların saat 24.00’e kadar açık kalabileceklerini açıkladı. Erdoğan bunu açıklarken pandemiyle bağlantılı bilimsel bir gerekçe ortaya koymadan, “Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etme hakkı yoktur,” diyebiliyordu…

Özetle sanat, “pandemi gerekçesiyle” ölüme terk ediliyordu, egemenlerce!

DEVLET BASKISI

Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürü Gürsel Bilmiş’in gönderdiği, “Sanatçı arkadaşlara bundan sonra konser öncesi giyecekleri iç çamaşırı, çorap, kravat, gömlek gibi ne varsa bizzat ben bildireceğim,” yazılı mesajın tehdit değil, “eleştiri” sayıldığı[31] tabloda devletin sanata katkısı baskıdan başka bir şey ol(a)madı!

Tıpkı “Sanat düşündürür, hissettirir, sorgulatır, yüzleştirir” diyen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tiyatro bölümü mezunu Neslihan Arslan’ın, “Devletin sanata verdiği destek var mı? Varsa yeterli mi?” sorusuna, “Ben bir destek göremiyorum, ya siz? Tiyatrolar perde kapatıyor, oysaki sanat ekmek, su kadar önemli,” yanıtını verdiği üzere![32]

Kolay mı?!

Karşımızda, dinci ve itaatkâr öznellikleri toplumda egemen kılmaya kararlı bir totaliter rejim var! Bu totaliter rejimin aklı, biat etmeyen, eleştiren herkesi öteki ilan ediyor…

Ve en önemlisi de baskıcı iktidarı zayıfladıkça yasakları da artıyor…

Herkes farkında egemenler -yalakalığını yapmayan- sanattan haz etmezler! İş bu nedenler iktidarın sosyal hayatımıza saldırıları yıllardır kültürel bir savaşa dönüştü…

Sanatın, sanatçıların iktidara itirazı, iktidar(lar)ın sanatı ve sanatçıyı kendilerine bir tehdit olarak görmesini devreye sokarken; AKP kültürel alanda kuramadığı hegemonyayı, kendisine karşıt yaşam tarzına saldırarak, engelleyerek oluşturmayı deniyor.

Bu mantık(sızlık) açısından mesele pandemiye ilişkin tedbir değil, yaşam tarzına baskıcı devlet müdahalesinden ibaretken; pandemi boyunca iktidarın görmezden geldiği alanların başında hiç kuşkusuz kültür ve sanat camiası geliyor.

Pandemide 100’ü aşkın müzisyenin, sanatçının intihar ettiği malumken; iktidar bir destek veya destek girişimde bulunmadı. İnsanları açlığa mahkûm etti.[33]

Hem de kendi anayasasını çiğneyerek!

Hatırlayın: 15 Haziran 2021’de tiyatro sanatçısı Levent Üzümcü, Kadıköy Kilise Meydanı’nda bir taşın üstüne çıkıp yanından geçenlere soruyor; “Cep telefonu olan var mı?” diye, “Çok zor değil sadece anayasanın 64. maddesi yazın ve bakın ne yazdığına…” diye sesleniyor.

Bakın ne yazıyor 64. Maddede: “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.”[34]

Sanattan hazzetmeyip, ondan korkan egemen(ler)in pandemi koşullarında da farklı davranması mümkün müydü? Elbette değil!

ÇÜNKÜ!

Egemen(ler)e biat etmeyen, yedeklenmeyen sanat sanatken; o ya devrimcidir ya da hiç! Tıpkı Eduardo Galeano’nun, “Bütün bildiğim şu: Sanat ya sanattır ya da boktur,”[35] ifadesindeki üzere…

Sanattan söz edince; “Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır,” diyen Andery Tarkovski ile Georgi V. Plehanov’un, “Her çağda halk sanatı, halk şiir ve edebiyatı varlıklı sınıfın egemenliğine dokununca kötülenmiş, baskı altına alınmış, inkâr edilmiştir;”[36] uyarısı anımsanmalıdır!

“Bireyin bütünle kaynaşması için vazgeçilmez bir araçtır sanat. İnsanın sınırsız yaşantıları ve düşünceleri paylaşma yeteneğini yansıtır”ken;[37] “Edebiyatın, mimarinin, müziğin ve sinemanın aktif tarih yazıcısı olmadığı bir an bile düşünülemez.”[38]

Sanatçıları da, sanat yapıtlarını da dönemin ruhu, mücadeleleri yani sanatçının içinde yer aldığı siyasal, kültürel ve ekonomik ilişki ve çelişkiler biçimlendirirken Sanatçıları da, sanat yapıtlarını da dönemin ruhu, mücadeleleri yani sanatçının içinde yer aldığı siyasal, kültürel ve ekonomik ilişki ve çelişkiler biçimlendirirken; hayata dokunup, taraf olan sanatçı, yapıtı ile umudu ayaklandırarak karanlıkların karşısına dikilen bir cüretin başkaldırısıdır.

“Yapay sanatçı henüz yok”ken;[39] devletçi bir “sanat” söylemi yok hükmündedir![40]

“İyi de sanat” mı?

Yanıt Isabelle Garo’nun şu satırlarındadır: “Karl Marx’ın eserlerinde ve mektuplarında dağınık hâlde bulunan çok sayıdaki şiir, trajedi ve roman alıntılarına ve edebi yorumlara paralel olarak, sanatsal yaratımın öncelikle bir toplumsal faaliyet olarak ele alındığını ve bunun sistematik biçimde iki başka meseleye bağlandığını görüyoruz: birincisi kapitalist üretim biçiminde emek meselesi, ikincisi kapitalizm yıkılıp aşıldıktan sonra bireysel yetilerin yabancılaşmadan arınmış biçimde gelişmesi meselesi.

Evet, çünkü Marx’ın ana hatlarını çizdiği insani özgürleşim perspektifinde, toplumsal ve siyasal mücadeleye göre ikincil konumda olan ama onu tamamlayan sanatsal faaliyet bu tasarımın somut bir öngörünümünü sunar.”[41]

Ancak bugün böyle değildir bu; “Sanat için sanat akımı, sonunda, para için sanat hâline gelir… Her şeyin para ile alınıp satıldığı bir çağda sanatın da, satın alınan bir nesne hâline gelmesinde şaşılacak ne var?”[42] ifadesindeki üzere!

Gerçekten de, “Sanat, yaşananlarla hesaplaşmıyor artık… Sanat bırakın yol gösterici olmayı yaşananlara hesaplaşamıyor bile, hesaplaşanlar da yeterince görünürlük kazanamıyor ya da kenarda köşede kalıyor,”[43] diye betimlenen bugünde görülmesi gerek: Düzenin sınırlarına teslim olmuş bugünün “sanatçısı”nın, kendini ve sanatını en değersizleştiren yanı, yaşanan bunca çürümeye rağmen ciddi bir itirazın sahibi olamayışıyken; “Paranın sanatı yuttuğu”[44] gerçeği[45] kapitalizmin sanatı sanat olmaktan çıkarmasına hizmet ediyor; AKP’nin katmerli ekonomi-politik baskılarıyla…

Malum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kültür alanında gelişme sağlayamadık” minvalindeki sözleri her yıl mütemadiyen kendisi tarafından tekrarlanıyor.

Ayrıca “Eğitim ve öğretimde arzu edilen ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum” diyen Erdoğan ve AKP’nin amacı gençleri istedikleri kültür ve sanat politikalarıyla harmanlayıp Mehmet Akif Ersoy’un Safahat şiir kitabında işaret ettiği “Asım’ın nesli”ni yaratmaktı. Hayalleri ise iktidara boyun eğen, Kürtçeye karşı, halkların değil; egemenlerin iktidarını isteyen kültürel temsilciler ve kültür politikalarıydı. Ama olmadı. Ne kültürel alanda temsilciler yaratabildiler ne de Asım’ın neslini…

AKP, iktidarı döneminde fırsat buldukça kültür ve sanat alanının her yerine müdahale etmeye devam etti. Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın kapatılma girişimi hafızalardaki tazeliğini koruyorken;[46] İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP tarafından yönetildiği dönemde yandaş sanatçıların konserleri için binlerce lira harcadı.

İBB, 31 Mart seçimlerine bir ay kala MHP’li Mustafa Yıldızdoğan’a dört konser verdirdi. İBB, MHP’nin seçim şarkılarını da yapan Yıldızdoğan’a, 2 Mart tarihindeki konseri için 100 bin TL, 12 Mart’taki konseri için 55 bin TL ve 24 Mart’taki konseri için de 55 bin TL olmak üzere üç konser için toplam 210 bin TL harcadı.

AKP’yi desteklediğini her fırsatta açıklayan ve 31 Mart seçimleri öncesinde “Bana ister yalaka deyin, ister yandaş. Duruşumu, çizgimi hiçbir zaman bozmayacağım” diye açıklama yapan Yusuf Güney’e de İBB kasasından binlerce lira ödendi. İBB, Yusuf Güney’e bir yılda toplam dokuz konser verdirerek 190 bin TL ödeme yaptı.

Bu konserlerin altısı 2018 Haziran ile yerel seçimlerin yapıldığı 31 Mart 2019 arasında yapıldı. Güney, YSK’nin seçimlerin tekrarlamasına karar vermesiyle birlikte İBB Başkanlığı’na vekaleten atanan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya döneminde de konserlerini sürdürdü. Yerlikaya döneminde de İBB’nin konserleri için Yusuf Güney, belediye kasasından 69 bin TL aldı.

İBB, “Sonuna kadar Erdoğancıyım, hatta feriştahıyım” diyen ve Saray’da düzenlenen hiçbir daveti kaçırmayan Yavuz Bingöl’e de iki yılda 13 konser verdirdi. Yavuz Bingöl’ün konserleri için “Kirli Kedi Organizasyon Şirketi’ne” sadece 2016 yılındaki altı konser için toplam 600 bin TL ödeme yapıldı. Bingöl’ün konserleri 2017’de de sürdü. 2017’deki yedi konser karşılığı 770 bin lira ödenen şirkete iki yılda ödenen toplam tutar 1 milyon 370 bin TL oldu.

İBB’nin, “Cumhurbaşkanımızı çok sevdiğim için bugüne kadar tek bir şey istememişimdir” diye açıklama yapan Alişan’a iki konser düzenleterek 60 bin TL ödediği ortaya çıktı. Alişan’a 3 Eylül 2018 tarihinde Yaz Neşesi Etkinlikleri kapsamında düzenlediği konser için 45 bin TL ödenirken 31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kala 22 Mart 2018 tarihindeki konseri için ise 15 bin TL ödeme yapıldı.

İBB, katıldığı bir etkinlikte AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “makas alması” uzun süre tartışılan Kibariye’ye de konser verdirdi. Yaz Neşesi Etkinlikleri kapsamında 4 Eylül 2018 tarihinde sahneye çıkan Kibariye’nin kaşe ödemesi için “Kemal Aslan Film Şirketi’ne” 55 bin TL verildi.[47]

VE EZİLENLERİN TİYATROSU

Buraya kadar değinmeye çalıştığım tabloda tiyatroların bir kısmı kapandı, açık kalanlar ise tamamen dibe vurdu; ancak direndi, direniyor her türlü olumsuzluğa ve baskıya rağmen…

Kolay mı? Ariane Mnouchkine’in ‘2005 Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi’nde, “Yetiş imdadıma! Uyuyorum, uyandır beni, karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak,” diye tanımladığı gücü bağrında taşıyan tiyatronun, pandemi süreciyle soru(n)ları daha da görünür hâle gelse de; bir kaosun ortasında soluk almamıza yardım eden yine sanattı, tiyatroydu…

Onun tarihiyle yaşamdan alıp tiyatroya, tiyatrodan da yaşama yönettiği geleneğin direnciydi…

Evet tiyatro belleğiyle, örneğin 1911-2006 yılları arasında yaşamış İstanbullu tiyatro sanatçısı ve yayıncısı Hagop Ayvaz ile ayakta… O, Kulis isimli dergiyle de yayıncılıkta iz bırakmıştı.[48]

Ya 1902’de sahneye çıkıp, ölünceye dek tiyatro dünyasından hiç kopmamış Aşod Madatyan…

Tiyatronun sevdalı kavgası içinde Ulvi Uraz’ın ya da Cibali Karakolu’yla Muammer Karaca, Toto Karaca ve Muzaffer Hepgüler’in veya Lale-Alev Oraloğlu’nun, sonra da “Aslan Asker Şvayk” ile “Bir Delinin Hatıra Defteri”ndeki Genco Erkal’ın ve daha nicelerinin zikredilmeden geçilmesi mümkün mü?

Gedikpaşa Tiyatrosu, 1987 yangınıyla kül olan Şan… Atlas Pasajı içinde Muhsin Ertuğrul’un 1951 yılında kurduğu Küçük Sahne… Yeşil Sahne, Azak Tiyatrosu ne Gazanfer Özcan&Gönül Ülkü vd’leri yok artık diyemezsiz…

Onların hepsi biz(ler)i geçmişten bugüne taşıyan direngen geleneğimizin putrelleri; tıpkı Muhsin Ertuğrul, Erkan Yücel, Mehmet Ulusoy ya da Devrim İçin Hareket Tiyatrosu ve Asaf Çiyiltepe’li AST[49] gibi…

OLMASI GEREKEN TİYATRO

“İnsansız tiyatro, tiyatrosuz insan olmaz”ken;[50] olması gereken tiyatro da ezilenlerden yanadır; başkaldırandır; devrimcidir…

Kolay mı? Tiyatro(cular) baş(lar)ı derde girse de sanatın öncü kimliğini bayrak gibi taşırlar. “Hınzır, eleştirel ve yürekli”dirler.[51]

Yaşanan toplumsal çarpıklıkları seyircinin tartışma gündemine getirmek amacıyla değerlendirir(ler).

İtirazın gür ve teslim alınamayan sesidir onlar…

Bu nedenle tiyatro yapanları “Kahramanlar” diye selamlıyorum:

“Karanlık bir salonda soluğunu tutmuş, perdenin açılmasını bekleyenlerin karşısında tüm benliklerini, yeteneklerini, birikimlerini, yaratıcılıklarını, düş güçlerini, düşüncelerini ve duyarlılıklarını tiyatro sanatına adamış insanlara, ben günümüzde ‘kahraman’ diyorum. Karşılığı olsa olsa bir avuç alkışla ödenen bir kahramanlık onların ki… Her biri çok çok değerli”…

“…‘Sahne kir tutmaz’ diyordu Muhsin Ertuğrul Hoca. Yalanı, dolanı, talanı, yozluğu, yolsuzluğu, dalkavukluğu, kaba gücü, adaletsizliği, çıkar ilişkilerini de tutmaz sahne, geri püskürtür…

“Tiyatronun özündeki bu yaşamsal güç, insanı insan yapan değerleri yüceltir.

İnsanın yaratıcılığını körükler.

Tüm o ayrımcılığa meydan okur.

İnsanın kendini aşmasına yol açar.

Ötekine, güçsüze karşı sürdürülen baskıya, haksızlığa, aşağılamaya isyan eder, tepki gösterir.

İnsanın toplumsal belleğini geliştirirken onu adalete, özgürlüğe yöneltir.

İnsanın kendi içindeki cevheri yakalamasına yol açar.

İnsanın ve dünyanın değişebileceği umudunu yeşertir.”[52]

İşte tam da bunun için önemi yaşamsaldır…

27 Mart (2021) Dünya Tiyatro Günü’nün de kaleme aldıkları bildiride Müjdat Gezen ile Metin Akpınar, “Tiyatro insanlığın vazgeçilmezidir” -haklı- vurgusuyla eklerler:

“Merkezinde insan olan bu sanat, insan var olduğu sürece yaşayacak… İnsanı insan yapan, bilimdir, sanattır, tiyatrodur.”[53]

O hâlde corona felaketi günlerinde de, “Tiyatro yasası çıksın,”[54] türünden palyatif, karşılıksız beklentilerle bezeli anlamsızlıkları bir kenara bırakıp, sanatın/ tiyatronun gücünü bildiğimiz içindir ki, sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu unutmadan düşünüp/ davranmak gerek!

Bu yolda ezilenlerin tiyatrosuna diz çöktürülemeyeceği bilinciyle hiçbir zaman durumun/ denge(sizlik)lerin değişmez olduğunu düşünmeyeceğiz.

Her koşulda, değişikliklere ve değiştirmeye hazır olacağız.

Toplumsal dayanışmanın, sınıf mücadelesinin ve ille de enternasyonalizmin her zaman çok önemli olduğuna vakıf olacağız.

Her şeyin sorumlusunun, değiştirilmesi gereken kapitalizm ile siyasal iktidarı olduğundan şüphe etmeyeceğiz…

Sonrası mı? Gelecek elbette…

N O T L A R

[1] 5 Ağustos 2021’de Selçuk’ta düzenlenen XIV. Türkiye Tiyatrolar Buluşması’nda yapılan konuşma… Kaldıraç, No: 242, Eylül 2021…

[2] Cihangir Köroğlu, “Zülfü Livaneli: Mesele Tedbir Değil Yaşam Tarzına Müdahale”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:746, 27 Haziran 2021, s.4.

[3] “Küresel Anlaşma Çağrısı”, Cumhuriyet, 31 Mart 2021, s.7.

[4] “BM: 10 Ülke Aşıların Yüzde 75’ini Aldı, 130 Ülkeye Aşı Yok”, 19 Şubat 2021… https://halktv.com.tr/bm-10-ulke-asilarin-yuzde-75ini-aldi-130-ulkeye-asi-yok-448282h

[5] “20’den Fazla Yoksul Ülke Aşıya Erişemiyor”, 28 Mart 2021… https://www.avrupademokrat.com/20den-fazla-yoksul-ulke-asiya-erisemiyor/

[6] “Açlık Virüsü Çoğalıyor: Dünya Genelinde Her 1 Dakikada 11 İnsan Açlıktan Ölüyor”, 9 Temmuz 2021… https://noktahaberyorum.com/aclik-virusu-cogaliyor-dunya-genelinde-her-1-dakikada-11-insan-acliktan-oluyor.html

[7] Grace Blakeley, “Bu Düzen Kendi Başına Değişmez”, Birgün, 31 Mayıs 2021, s.5.

[8] “DSÖ: Salgını Kalıcılaştıran Skandal Bir Eşitsizlik Var”, 3 Haziran 2021… https://www.avrupademokrat.com/dso-salgini-kalicilastiran-skandal-bir-esitsizlik-var/

[9] Kanishk Tharoor, “Aşıda Coğrafya Adaletsizliği”, Birgün, 9 Mart 2021, s.5.

[10] “Aşı Emperyalizmi” başlığı, Uluslararası Kalkınma İktisatçıları Birliği (IDEAs) üyesi Anis Chowdhury ve Jomo Sundaram ait. Onlar, Covid-19’a karşı geliştirilen aşıların patent yasaları, milliyetçi şoven adımlar, küresel tekellerin kâr iştahları ve piyasaların anarşik kargaşası yüzünden yeterince yaygınlaştırılamaması nedeniyle pandemi ile mücadelede başarı elde edemediğimizi vurguluyor. (Erinç Yeldan, “Aşı Emperyalizmi”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2021, s.11.)

[11] “Zenginlerin Aşıya Erişimi Daha Kolay”, Birgün, 20 Mart 2021, s.4.

[12] “Adaletsizlik Diz Boyu”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2021, s.7.

[13] Rahmi Turan, “Zengin ve Yoksul!”, Sözcü, 30 Ocak 2021, s.11.

[14] “Aşıdaki Başarımızın Arkasında Açgözlülük ve Kapitalizm Var”, Birgün, 25 Mart 2021, s.5.

[15] Caolán Magee, “Felaket Kapitalistleri Covid-19’dan Nasıl İstifade Etti?”, Yeni Yaşam, 9 Şubat 2021, s.8.

[16] “Oxfam: 2020’de 64 Milyon Kadın İşini Kaybetti”, 30 Nisan 2021… https://bianet.org/bianet/saglik/243383-oxfam-2020-de-64-milyon-kadin-isini-kaybetti

[17] “Pandemi 1.6 Milyar Çocuğu Etkilerken Yardımlar Yetersiz”, Birgün, 21 Mayıs 2021, s.4.

[18] “Yeni Yılda Daha Fazla Açlık Riski”, Birgün, 9 Mart 2021, s.5. “Yeni Yılda Daha Fazla Açlık Riski”, Birgün, 9 Mart 2021, s.5.

[19] Sandino Patriota, “Brezilya’da Sağlık Krizi Büyüyor”, Evrensel, 3 Nisan 2021, s.9.

[20] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Adamlar’ ve Lebaleb Dolu Mekânları…”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2021, s.11.

[21] Nedim Türkmen, “Corona da Kapitalist Çıktı”, Sözcü, 1 Şubat 2021, s.9.

[22] “İktidar Yurttaşı Unuttu”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2021, s.13.

[23] Emre Deveci, “Pandemide Türkiye’de Dolar Milyoneri Sayısı 21 Bin Kişi Arttı”, Sözcü, 26 Haziran 2021, s.6.

[24] “Tablo Utanç Verici”, Birgün, 11 Haziran 2021, s.4.

[25] “Şirketlerin Kârı Halkı Doyurmuyor”, Birgün, 12 Haziran 2021, s.11.

[26] Mehtap Özcan Ertürk, “Pandemide 256 Şube Kapandı, 2 Bin 224 Bankacı İşsiz Kaldı”, Sözcü, 30 Ocak 2021, s.7.

[27] Salgın hastalık sürecinde aylara göre devletin tahsil ettiği ceza miktarları şöyle: Mart 2020: 1.2 milyar TL; Nisan 2020: 663 milyon TL; Mayıs 2020: 752 milyon TL; Haziran 2020: 1.2 milyar TL; Temmuz 2020: 1.4 milyar TL; Ağustos 2020: 1.4 milyar TL; Eylül 2020: 1.3 milyar TL; Ekim 2020: 1.9 milyar TL; Kasım 2020: 1.3 milyar TL; Aralık 2020: 1.4 milyar TL; Ocak 2021: 1.2 milyar TL; Şubat 2021: 1.8 milyar TL; Mart 2021: 2.5 milyar TL; Nisan 2021: 1.1 milyar TL; Mayıs 2021: 1.2 milyar TL (Hüseyin Şimşek, “21 Milyar Lira Ceza Kesmişler”, Birgün, 22 Haziran 2021, s.5.)

[28] Emre Deveci, “661 Milyarlık Desteğin Yüzde 80’i Borç Çıktı”, Sözcü, 2 Haziran 2021, s.8.

[29] “Müzisyen Karayiğit Hayatına Son Verdi”, Birgün, 9 Mart 2021, s.11.

[30] Erdal Atabek, “Covid-19 Pandemisi ile 1 Yıl”, Cumhuriyet, 12 Mart 2021, s.8.

[31] Erdem Sevgi, “Göstermelik Soruşturma”, Cumhuriyet, 15 Mart 2021, s.6.

[32] Nuray Salman, “Neslihan Arslan: Sanat Düşündürür, Hissettirir, Sorgulatır, Yüzleştirir”, Birgün, 8 Şubat 2021, s.15.

[33] Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca Özel Tiyatroların Projelerine Yapılacak Yardımlara İlişkin Yönetmelik’te değişiklik yapıldı. Buna göre önceki yönetmelikte geçerli olan ve 7 üyeden oluşan değerlendirme kurulu yerine “değerlendirme komisyonu” kuruldu. 9 kişiden oluşacak komisyonda “bakanlığın temsil sayısı artırılırken”, profesyonel tiyatrolara ilişkin yardım şartları da zorlaştırıldı. Profesyonel tiyatroların her birine “oyun yazarı, dramaturg” gibi mesleklerde en az birinin çalıştırıldığına dair belge zorunluluğu getirildi…

Yönetmelikte önceki yıllarda uygulanan yönetmeliğe göre “profesyonel tiyatroların yardım kriterlerinde” de dikkat çeken değişikliklere gidildi. Profesyonel tiyatroların yardım kriterleri “zorlaştırıldı.” Buna göre bu kategoride başvuru yapanlar, bir önceki sezonda “tiyatro eleştirmeni ve dramaturg”, “dramatik metin yazarı”, “oyun yazarı”, “dans sanatçısı/dansçı”, “koreograf”, “yapımcı-tiyatro”, “yönetmen”, “anlatıcı”, “tiyatro oyuncusu”, “pandomim oyuncusu”, “karagöz sanatçısı”, “kukla yapımcısı ve oynatıcısı”, “stand up komedyeni” gibi meslek kodlarında en az bir personel çalıştırdığına dair “SGK İşe Giriş Bildirgesi”ni başvuru belgeleri arasında bulunduracak. (Selda Güneysu, “Özel Tiyatroların Projelerine Yardımlara İlişkin Yönetmelik’te Değişiklik”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2021, s.14.)

[34] Öznur Oğraş Çolak, “Devletin Sanatçıyla Çok Büyük Sorunu Var”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2021, s.11.

[35] Eduardo Galeano, Kucaklaşmanın Kitabı, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 1994, s.199.

[36] Georgi V. Plehanov, Tarihte Bireyin Rolü Üzerine, çev: Nahide Özkan, Yazılama Yay., 2014, s.70.

[37] Georg Lukàcs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, çev: Cevat Çapan, Payel Yay., 1986.

[38] Henry Rousso, Şimdiki Zamanın Tarihini Yazmak: Tarih, Tarihçi ve Çağdaşlık, çev: Volkan Çandar, İletişim Yay., 2021.

[39] Yazgülü Aldoğan, “Yapay Zekâ ve Robotlar, Teknolojide Çığır Açarken Yaratıcılık İsteyen Sanatta Çok Başarılı Değil”, Cumhuriyet, 17 Mart 2021, s.13.

[40] “Akademiler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Devletin araçları olarak kurulur. Görevleri de sanata, Devlet siyasetine uygun biçimde yön vermektir; bu yön verme, keyfi bir Dikta’yla değil, devlet görüşlerini yansıtan geleneksel sanatı devam ettirecek sanat kurallarını bir sistem olarak tespit etmekle yapılır. Bu ideoloji tutucu da olabilir, ilerici de. Fakat, bütün akademik düzenlerin değişmez özelliği, teoriyi yapılandan ayrı tutmasıdır. Her şey kuralla başlayıp kuralla biter.”

“Akademizm, sanatın toplumsal ve sanatsal nedenlerden ötürü, doğal olarak bir merkezden uzaklaşma ve çeşitlenme eğilimini sergilediği bir zamanda, sanatı konformist ve bir örnek yapmak isteyen bir çabadır. Akademizm, bazı durumlarda ilerici görülebilir, ama sanat adına her zaman öldürücüdür.” (John Berger, Sanat ve Devrim, çev: Bige Berker, V Yay., 1987.)

[41] Isabelle Garo, “Bir Sanat Kuramcısı Olarak Marx”, 14 Mart 2021… http://imdatfreni.org/bir-sanat-kuramcisi-olarak-marx-isabelle-garo/

[42] Georgi V. Plehanov-Jean Freville, Sosyalist Gözle Sanat ve Toplum, çev: Asım Bezirci, May Yay., 1968, s.75.

[43] Şerif Mehmet Uğurlu, “Zehra İpşiroğlu: Gerçek Yaşam Öykülerinden Yola Çıkıyorum”, Cumhuriyet Kitap, No:1632, 27 Mayıs 2021, s.10.

[44] Turgay Fişekçi, “Para Sanatı Yuttu”, Cumhuriyet Kitap, No:1557, 19 Aralık 2019, s.14;

[45] İşte birkaç çarpıcı örnek: İngiliz sanatçı David Hockney’nin 2018 yılında bir resmi 90.3 milyon dolara el değiştirdi…

11 Mart’ta Beeple ismiyle bilinen Mike Winkelmann adlı sanatçı dijital eserini Christie’s Müzayede Salonunda 69.3 milyon dolara sattı…

Tesla CEO’su Elon Musk’ın partneri şarkıcı Grimes, yüzlerce sanat çalışmasından oluşan koleksiyonunu satarak 6 milyon dolar gelir elde etti…

Los Angeles Lakers oyuncusu ünlü basketbolcu Lebron James’in, 2019’da oynanan Sacramento Kings maçında Nemanja Bjelica’nın üzerinden attığı smacının fotoğrafı NFT olarak 208 bin dolara satıldı…

Krista Kim tarafından tasarlanan dijital ev ‘Mars Evi’ 500.000 dolara satıldı…

Hong Kong merkezli Hanson Robotics şirketi tarafından 2016’da üretilen insansı robot Sophia’nın yaptığı tablo, açık artırmada 688 bin 888 dolara NFT (Non-Fungible Token) formatında satıldı…

ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times’da bir makale, benzersiz dijital varlıkların alınıp satıldığı NFT üzerinden 563 bin dolara alıcı buldu…

Grammy ödüllü King of Leons da When You See Yourself adlı albümünü NFT olarak çıkaran ilk müzik grubu olmuştu…

Taco Bell, tek bir piyasada taco temalı GIF’ler ve görüntüleri sattı ve 25 ürün sadece 30 dakikada tükendi… (Ömer Temür, “NFT: Sanat mı, Yoksa Zenginlerin Yeni Oyuncağı mı?”, Türkiye, 11 Nisan 2021, s.4.)

[46] Meltem İnci, “AKP’nin Kültürle Kan Uyuşmazlığı”, Yeni Yaşam, 8 Kasım 2020, s.8.

[47] İsmail Arı, “Saray’ın Gediklileri, İBB’nin ‘Kadrolu’ Sanatçısı Olmuş”, Birgün, 25 Ocak 2020, s.15

[48] 1946 yılında Ermeni tiyatrocu Hagop Ayvaz tiyatro temalı bir dergi çıkarmaya karar verdiğinde adını Kulis koymuştu. O yıl İnönü’nün emriyle Ermenice tiyatro yapma yasağı kalkmış, kumpanyalar kurulmuş, bu dilde oyunlar sahnelenmeye başlanmıştı. Ayvaz başta, kendi sözleriyle “Neden bizim de bir tiyatro yayınımız olmasın ve biz de oyunlarımızı yurtdışındaki Ermenilere tanıtmayalım?” diyerek girmişti bu zorlu maceraya. Kulis de başlangıçta Ermenice bir dergiydi, ama ellilerin sonlarında buna Türkçe de eklendi ve derginin içeriği ve etki alanı genişledi. 1996’ya kadar tam elli yıl boyunca, sadece Türkiye’de değil Ayvaz’ın kişisel çabalarıyla Suriye’de, Amerika’da, İran’da da yayınını sürdürdü Kulis. 1929’dan beri bilfiil tiyatro oyunculuğu yapan Ayvaz, bu dergiyle birlikte ülkemizin tiyatro tarihine yayıncı olarak da damgasını vurmuştu. (Murat Tırpan, “Hagop Ayvaz’ın Kulis’ine Ziyaret”, Birgün, 13 Şubat 2021, s.15.)

[49] Asaf Çiyiltepe öncülüğünde 1963 yılında kurulan Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) sadece Ankara halkına değil, Türkiye’ye toplumsal tiyatronun en iddialı örneklerini sunmuş bir topluluktur.

1962 yılında İstanbul’da Asaf Çiyiltepe tarafından kurulmuş olan Arena Tiyatrosu başarılı bir yılın ardından, mal sahibinin azizliği nedeniyle 1963’te kapanacak ve aynı yıl, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) yine Asaf Çiyiltepe tarafından kurulacaktır. AST Tiyatro Dergisi’nin ilk sayısında “Nice Sevinç Dolu Günler” başlıklı yazısında kuruluş amacını şu sözlerle açıklar Çiyiltepe: “(…) Aslında sanatın gücü bütün savaş araçlarının elde edeceği sonuçlardan daha da etkin sonuçlar verir. (…) Toplumların kendini gördüğü alandır tiyatro. Kendi sorunlarının, kendi ezgilerinin bilincine yaklaştırır toplumu.”

1967’de Asaf Çiyiltepe’nin bir trafik kazasında vefatıyla yeni bir dönem başlar. Tiyatro bünyesinde yaşanan çalkantıların üstesinden gelinse de 12 Mart 1971 muhtırası ülke çapında hayatları bir kez daha altüst edecektir. 1971 Eylülü’nde girer Rutkay Aziz AST kadrosuna. AST’ın II. Dönemi olarak nitelendirebiliriz bu süreci. Topluluk ödünsüz devam eder yoluna. Sıkıyönetim komutanlığı ile sıkça yaşanan olaylar ibretliktir!

1978-1979 sezonunda Can Yücel’in Türkçesi ile yorumladığı Brecht’in “Yuvarlak Kafalar Sivri Kafalar” adlı oyunu için 1979 Kasımı’nda “Oyun” dergisine yazdığı “Niçin Brecht?” başlıklı yazısında şöyle der Rutkay Aziz: “Yaşanılan günler demokrasi düşmanı, emperyalist, tekelci, gerici, faşist güçlerin Türkiye’miz üzerinde karanlık özlemler taşıdıkları günlerdir. Hayat pahalılığı, ekonomik bunalımlar, kültür alanımız üzerindeki antidemokratik uygulamalar, günümüzü ve geleceğimizi tehdit eder boyutlara varmıştır…” Bunun için Brecht, AST sahnesine kök salmış yazarlardan biridir.

1980’lerde ülkenin genel resmine bakıldığında yine karşımıza baskıcı yöntemler, çökmekte olan ekonomi, tırmanan cehalet, gericilik, şiddet ve idamlar çıkar. 12 Eylül 1980 darbesiyle demokrasi, özgürlükler, insan hakları bir kez daha ağır darbeler alacaktır. Ama AST bu süreçte de toplumcu duruşundan ödün vermez. Üstlendiği misyonu sürdürür.

AST deyince dünden bugüne aklımızın kıvrımlarına o kadar çok isim takılır ki… Asaf Çiyiltepe, Tunca Yönder, Oben Güney, Rutkay Aziz, Güner Sümer, Işık Toprak, Ayberk Çölok, Elif Türkan, Rana Cabbar, Altan Erkekli, Erol Demiröz, Meral Taygun, Celile Toyon, Aysan Sümercan, Savaş Dinçel, Erkan Yücel, Mehmet Keskinoğlu, Genco Erkal, Yılmaz Onay, Yücel Erten, Metin Balay, Timur Selçuk, Ergin Orbey, Nurhan Karadağ ve daha nice, nice isimler… Kimi kalıcı olmuş, kimi AST sahnesinden geçerken güzel anılar bırakmıştır geriye. Ve sahneye koyduğu; sistemi eleştiren, düzeni sorgulayan oyunlar saymakla bitmez: “Ayak Bacak Fabrikası”, “Arturo Ui’nin Yükselişi”, “Sultan Gelin”, “Bir Delinin Hatıra Defteri”, “Zengin Mutfağı”, “Akrep”, “Jan Dark Olayı”, “Ferhat ile Şirin”, “Sait Hop Sait”, “Kayıplar”, “Yer Demir Gök Bakır” ve “Sakıncalı Piyade” uzun bir zincirin sadece birkaç halkasıdır. (Dikmen Gürün, “Ankara Sanat Tiyatrosu’nun Ayak Sesleri”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2020, s.13.)

[50] Ayşe Emel Mesci, “İnsansız Tiyatro, Tiyatrosuz İnsan Olmaz”, Cumhuriyet, 29 Mart 2021, s.14.

[51] Ayşegül Yüksel, “Sanatçıyı Sevmek ya da Sevmemek”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2021, s.13.

[52] Zeynep Oral, “Yaşasın Tiyatro”, Cumhuriyet, 28 Mart 2021, s.15.

[53] “Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’den 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi”, Cumhuriyet, 27 Mart 2021, s.14.

[54] Öznur Oğraş Çolak, “Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nden Rağıp Ertuğrul: Tiyatro Yasası Çıksın”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2021, s.13.

 

Exit mobile version