Getting your Trinity Audio player ready... |
Bu günlerin kayıpları yıllar önceden başladı.
Adım adım bu günlere geldik.
Sistemi ve oyun kurucuları iyi okuyamamak bizi bu günlere taşıdı.
1968’den bu yana;
Özellikle 12 Eylül faşist askeri darbesi sonrasına kadar;
Biz kayıp ve #Kaybeden bir kuşağız.
Kendimize,
aşkımıza,
sevdamıza,
Demokrasi ve emek bilincine yabancı.
Derdimize,
dertlerimize,
yokluğumuza,
yoksulluğumuza yabancı…
Yaşama,
yaşamın tüm güzelliklerine,
acılarımıza yabancı.
Kendimize yabancı olunca derdimizi,
acımızı ifade edecek sözcüklerimiz,
kavramlarımız da iğreti oldu ister istemez…
Çok işkencelerden geçsek de;
Fiziksel bir işgali yaşamış olmak değildi bu travmanın nedeni.
Yıkılışın,
eleştiri/özeleştirinin,
çöküşün nedenleri üzerinde derinlikli düşünmenin,
çözümlemelerin yerine,
fiziki işgaline uğradıklarımıza bakarak bu çöküşten,
bu yıkılıştan kurtulacağı sanısıyla gittikçe siyasal revizyon ile aynen işgalcilerimize benzemeye,
onlar gibi yaşamak adına
safları #Kırmaya başladık.
Böylece kendimize ve doğaldır ki halklarımıza yabancılığın zirvesine vardık.
Ham hayaller ile devrim ve örgütlenme modelleri;
Sözcükler,
kavramlar ithal ettik.
İthal sözcüklerin,
ithal kavramların dertlerimizin,
acılarımızın adı olduğuna inandık.
Liberal sosa bulanıp #YetmezAmaEvetçi güruh eliyle;
Birbirimizi inandırdık. (Daha doğrusu kandırıldık)
Böylece;
Aslolan emek-sermaye çelişkisi,
yani gerçekci bir yaşamın olağan ve gerçekleri yerine,
yapay bir yaşamın gereklerini yerine getirmek için ihanetin kucağında atıldık.
Yurtdışına kapak atanlar;
Avrupalı seçkin liberal kurumlar eliyle bizleri tımar etmek için,
her içi boş örgütlenmeden,
içi boşalmış bireyleri seçerek “Elit” bir tabaka oluşturma işini üstlendiler.
Başarılı oldular da sayılır.
Sistemin;
Ufuk Uras,
Kemal Burkay gibilerini çok iyi kullandığını hep birlikte gördük.
Umut vaat edenleri seçtiler.
Kızgın demirle onları kapitalist,
liberal kültürünün ilkeleriyle dağladılar.
Ağızlarını tumturaklı,
parlak sözcüklerle tıkadılar.
Format atıldıktan,
kimileri kısa bir süre kaldıktan sonra tümüyle değişmiş olarak ülkelerine yolladılar.
Oysa ki;
Sistem eliyle tv. lerde bu iki ayaklı #Yılanların eski kardeşlerine söyleyecek hiçbir şeyi kalmamıştı;
Yalnızca yankılardan ibarettiler.
Ama yine de bol bol konuşturup beyin yıkadılar.
Algılarıyla oynadılar bireylerin.
Zürih’ten
Münih’den
Paris’ten,
Londra’dan,
Amsterdam’dan “#ParthenonKardeşlik” sözcükleri edildikçe,
Ülkenin herhangi bir yerinde dudaklar “…thenon ! …deşlik” demek için aralanıyordu.
Altın Çağ’dı bu…” Diyerek yaramıza parmak basan Sartre haksız mı acep?
Yanlış bir çözümleme mi?
Sonuna kadar hayır.
Bin kere hayır!
Yüzde yüz isabetli bir çözüm.
Yüzde yüz yerinde ve doğru bir tespit.
Ne var ki;
Yanlış olan şu,
biz hepimiz bir hoparlör olduk.
Bir kukla.
Kendine ait,
dertlerini,
acılarını yetkin bir biçimde ifade edecek sözcükler ve kavramlardan,
dünyayı algılayıştan,
gerçek emek ve demokratik toplum biliminden,
özgürlükçü dünya görüşünden uzak,
başka dünyalara hevesli,
başka dünyalara tutkun bir kuşak…
Tam da böyle oldu.
Nasıl mı oldu?
Okulda başka siyaset,
din hüküm sürmekteydi,
evde ise bambaşka.
Okulda başka bir ırka vurgu vardı evde başka.
Evde;
Kürt,
Gürcü,
Laz,
Ermeni’ydik okula Türk…
Daha çocuk çağda zorla,
dayatılarak ikiyüzlü oldurulduk.
Evde/işte başkasıydık okulda başka.
Sokakta ise bambaşka!
Kullandığımız sözcükler,
tepeden inme kavramlar hepten bambaşka…
Deyin hele;
El birliğince çok kişilikli oldurulan bir kuşağın kayıp kuşak olmasından başka bir seçeneği var mıydı?
Çok kişilikli bir yaşamı sürdürmenin dışında bir seçeneği yoktu.
Malesef ki;
İstesek de istemesek de bu yaşamı sürdürerek bu berbat günlere geldik.
Sonra da;
“Bir #Mahir-#Deniz-#İbo olamadık…” diye,
“Bu toplum neden dibe vurdu?” diye dertleniyoruz.
Bırak milleti;
İhanet ettiğin emek ve demokratik toplumu,
sen paspas olmuşsun,
sen yerlerde sürünüyorsun be gözüm.
Seyreyle gülüm seyreyle.
Şiir Sevdanın Militanıdır!
Aşk Örgütlenmektir!
Atilla Yüceak