Osmanlı sosyalistleri

Getting your Trinity Audio player ready...

II. Meşrutiyet döneminden (en solda) Ermenice bir pankart. Ay -yıldızın altında “Özgürlük-Eşitlik-Adalet” yazıyor

 

Sosyalist mücadelemizin tarihi analizinde Türk milliyetçiliği barikatını aşamadık; Mustafa Suphi’den öteye gidemedik. Hatta Kuvayı Milliyecilerin Suphi ve yoldaşlarını imhasında Ankara’nın rolünü es geçtik. 20 Ermeni sosyalistin idamını dahi göremedik. Sosyalistini ve mücadelesini görmemekle kalmadık, milletini de yok saydık. Hıristiyan Ermeni ve Rum milletlerinin demografik ve iktisadi yapıdan tasfiyesini, yeni yeni tartışıyoruz. Az bir zaman değil, 1960’ların ikinci yarısından bugüne Türk burjuvazisine karşı mücadelemizde programımızı derinleştiremedik, savrulduk. Bugün Ermeni ve Kürt meselesiyle HDP’ye ikircikli yaklaşımın ya da uzak durmanın temelinde de Türk milliyetçiliğinden kopuş yapamamanın derin izleri vardır.

 

Yeterince bilgilenemediğimiz sosyalist mücadelemizin tarihine mercek tutan iki yeni kitap yayımlandı. Kadir Akın’ın Saklı Tarihin İzinde (Dipnot, Ankara-2021) ve Y. Doğan Çetinkaya’nın (derleyen) Osmanlı’da Marksizm ve Sosyalizm (İletişim, İstanbul-2021). Okuma notlarımı paylaşıyorum. Bildiğim kadarıyla ilk çıkan Kadir Akın’ın kitabıydı. Kadir Akın çalışmasında Osmanlı’da sosyalist mücadele tarihimizin kaynağını araştırdı. Abdülhamid diktatörlüğünde 1887’de Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) ve bundan üç yıl sonra 1890’da Ermeni Devrimci Federasyonu (EDF-Taşnaktsutyun) kuruldu (s. 118-130). SDHP, sadece Osmanlı’nın değil dünyada da ilk kurulan sosyalist partilerdendir. SDHP ve EDF, 1915’te kapısına kilit vurulduğunda İttihat ve Terakki Fırkası gibi birer legal partiydi.

SDHP’den önce Osmanlı’nın esir milletler düzenine karşı modern anlamda “hayır” diyen ve bunun programını 1797’de kalem alan Velestinli Regas’tır (okunuşu Rigas, s. 27-45). Osmanlı’da halkların eşitliğini ilk öneren Rum devrimci Regas ve bunu mahkemede haykıran Ermeni sosyalist Paramaz’dır. SDHP’li Paramaz, Hamidiye Alaylarının Ermenileri kırdığı yıllarda Van’dadır ve yakalanır 1897’deki savunmasında, “Bizim istediğimiz eşitlik, biz katı milliyetçi değiliz, bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Ezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle [Çingenelerle] birlikte eşit koşullarda yaşamaktır. Bir devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum” diyecektir (s. 188-192). Paramaz’dan öğrendik: Çingeneler, bugün de görmezden gelinen ezilen milletlerden biridir. Paramaz 19 yoldaşıyla 14/15 Haziran 1915’te İstanbul’da idam edilirken, Regas 7 yoldaşıyla 10 Mayıs 1798’de Belgrad’da işkencede öldürüldü.

Beyazıt Meydanı’nda idam edilen 20 Ermeni devrimci

Genellikle Tanzimat’ın analizinde pek dikkate alınmayan 1860-1863 Ermeni, 1862 Rum ve 1865 Yahudi anayasaları (s. 70-75) üzerinde durulması, çok önemlidir; çünkü 1876 Osmanlı Anayasası’nın öncü metinleridir. Hıristiyan milletler o kadar baskı altındadır ki, Fatih’in 1453’te yasakladığı kiliselerde çan çalmak, ancak Tanzimat’la 1856’de serbest oldu (Murat Bebiroğlu, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri, İstanbul-2008 s. 14-15, Fatih’in Galata Ahidnamesi-1453 (madde 5); İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Alkım Yayınevi, 25. baskı, İstanbul-2006, s. 114). Darbeyle 1876 Anayasası’nı ilga eden ve Meclis’i kapatan Abdülhamid, ezilen milletlerin anayasasını da geçersiz kıldı (s. 98-101) ve 1890’ların ortasında teşkilatlandırdığı Hamidiye Alaylarıyla Ermeni kırımını planladı ve icra etti (s. 188-200).

 

SDHP ve EDF’nin mücadelesi çok boyutluydu; 1890’da Kumkapı’da can ve mal güvenliği talebi için kitlesel gösteri yapıldı (s. 140-143), 1894’te Sasun’da ilk gerilla mücadelesine başlandı (s. 157-158), 1896’da Osmanlı Bankası’nın merkez binası basıldı (s. 175-182) ve 1905’te diktatör Abdülhamid’e suikast düzenlendi (s. 213-216). Sasun’daki SDHP’li gerilla Hampartzum Boyacıyan (Kozan) ve bankayı basanlardan EDF’li Armen Garo (Karekin Pastırmacıyan, Erzurum) 1908’de açılan Osmanlı Meclisi Mebusan’a mebus seçildi. Meclis’te Boyacıyan, Hovhannes Serengülyan (Vartkes), Bulgar Dimitar Vlahof gibi az sayıda sosyalist mebuslar emekçinin ve halkların sesiydi (s. 290-310).

 

1915’te sadece Ermenilerin değil mebusunun da can güvenliği yoktu. Krikor Zohrab ve Vartkes gibi altı Ermeni mebus öldürüldü ve Boyacıyan idam edildi. 1915, Ermenilerin toprağından kopartıldığı, imha edildiği ve malının-mülkünün yağmalandığı yıldır. Öylesine puslu günlerdi ki, Nişan Beşiktaşlıyan’ın şiirindeki ifadesiyle “yüksek sesle ağlamak bile yasaklanmıştı.” 1915’te kalmadı, sonrasında benzer icraya devam edildi; 1923’e gelindiğinde Anadolu sadece Ermenilerden değil, Rumlardan da temizlenmişti.

Hampartzum Boyacıyan

Kitap isminde vurgulansa da “saklı olmayan” ve genelinde bilmediğimiz tarihin aktarıldığı kitapta, dipnotlarda yazılan 1915’te öldürülen/idam edilen Ermeni mebusların bir başlıkta toplanması daha iyi olmaz mıydı? Ayrıca konu bütünlüğü açısından böyle bir çalışmada, millî meselede ilk deneyim olan Ermeni meselesini çözmek amacıyla İttihat ve Terakki’yle EDF arasında yapılan ama sonuçsuz kalan müzakereyi de araştırmak gerekmez miydi?

 

Önsöz’ünü Ertuğrul Kürkçü’nün yazdığı kitabın Sonsöz’ünü kaleme alan HDP Milletvekili Garo Paylan, Osmanlı Meclisi’ndeki sosyalist mebusların ismini sıraladı ve son cümlesiyle sürekliğe dikkat çekti: “Mücadeleleri devam ediyor!”

 

1905 ve sonrası

Y. Doğan Çetinkaya’nın Osmanlı’da Marksizm ve Sosyalizm kitabı makalelerden derlemedir: Y. Doğan Çetinkaya Osmanlıca Marksizm, İ. Arda Odabaşı Kızıllaşan Türkler: Osmanlı’da Erken Türk Sosyalizmi (1904-1910), Stefo Benlisoy Sosyal Demokrasiden Devrimci Sendikalizme: Meşrutiyet İstanbul’unda Bir İşçi Örgütünün Evrimi, Yaşar Tolga Cora Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin İstanbul Öğrenci Birliği ve Dergisi Gaydz (1911-1914), Bilge Seçkin Çetinkaya Tiyatro Sahnelerinde Türkçe Sosyalizm, Erol Ülker 1919 Seçimlerinde Sosyalistler Numan Usta ve Mesleki Temsil, Mehmet Ö. Alkan Brüksel’den İstanbul’a Manifesto Üzerine Notlar.

Kitap ismi makalelerin oluşturduğu bütünlükten daha kapsamlı ve iddialıdır. Oysa makalelerde dönemsel sınırlandırma vardır, 1905 öncesi dikkate alınmamıştır. İsimde böylesi tarihi belirginlik yoktur, olsaydı da dünyanın en eski sosyalist partilerinden SDHP’yi yok saymakla ‘Osmanlı’da Marksizm ve Sosyalizm’ nasıl yazılmış olurdu? Elbette SDHP’nin veya EDF’nin 1908 Devrimi ve sonrası politikası da bir araştırma konusudur. SDHP’nin İstanbul Öğrenci Birliği’nin aylık yayımlanan Gaydz (Kıvılcım) dergisinin değerlendirilmesi (s. 181-197) hiç kuşkusuz önemlidir, ama SDHP’nin doğrudan politik aracı gazetesini veya dergisini değerlendirmeye kıyasla yeterli olmayacaktır.

 

Birinci makale Y. Doğan Çetinkaya’nın ‘Osmanlıca Marksizm’ (s. 13-55) ve ikincisi de İ. Arda Odabaşı’nın ‘Kızıllaşan Türkler: Osmanlı’da Erken Türk Sosyalizmi (1904-1910)’ (s. 57-122). Her iki makale, çalışmalarda yeterince dikkate alınmadığı (İ. Arda Odabaşı, s. 58-61) ve İştirakçi Hüseyin Hilmi’nin yanlış değerlendirildiği (Y. Doğan Çetinkaya, s. 34-35) iddiasıyla Türkler özelinde yoğunlaştı: “Türk sosyalistler vardır.” 1908 öncesinde Türk sosyalistlerin varlığının materyali 26 Ocak-14 Aralık 1905 arasında yayımlanan Çocuk Bahçesi dergisidir (İ. Arda Odabaşı, s. 67-78). Dergide yayımlanan şiirler özelinde “Türk sosyalizmi evvela insanlık/yoksulluk/zavallılar temasıyla ve edebiyat (çoğunlukla şiir ve mensur şiir) formunda zuhur eder” ve “Abdülhamid rejiminde açıkça dile getirilemeyen sol/sosyalist görüşler, ‘Türkçe şiirler’ şemsiyesi altına girmiş, onda bir tür koruyucu kalkan bulmuştur” (s. 82, 84) analizi yapılacaktır. Kavgasını şiirle verenin “sosyalistim” dediğini ve mücadelesini ortaya koymadan dizelerdeki ifadeyle yetinmek yeterli midir? Halkçılıkla/toplumculukla sosyalizm sınırının belirsiz kılınması da sorun değil midir? Ayrıca 1908 öncesi sosyalistleri için “Jön Türklerle teması olan ve yabancı dil (çoğunlukla Fransızca) bilen Türklerin yurtdışı yayınlara (evrak-ı muzırraya) doğrudan ulaşabildiklerini” (s. 79) hatırlatmanın ötesinde ne söyleyebiliriz ki?

İştirakçi Hüseyin Hilmi

1908 öncesinin devamı olarak, 1908-1910 döneminde yayımlanan Bahçe ve Kadın dergisiyle Zaman, (İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) yayın organı) İttihat ve TerakkiHak ile (İTC’nin) Rumeli gazeteleri araştırıldı ve [Eylül 1910’da kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası lideri] Hüseyin Hilmi’nin 1910 Şubat’tan itibaren yayımladığı İştirak dergisi de değerlendirildi (s. 85-111; Y. Doğan Çetinkaya, s. 39-44). Türkçe yazın analizinin sonunda “Rasim Haşmet gibi Türk sosyalistler aynı zamanda İttihatçıdır” ve “Siyasi bakımdan Jön Türk geleneğinden gelme bu isimlerin ezici çoğunluğu İttihatçıdır. İTC’nin resmen üyesidir ve Cemiyet’in kulüp gibi organlarında faal görevler almışlardır” (s. 118, 120) tespiti yapıldı; yani hem İttihatçı hem sosyalist olmak ciddi tartışma konusudur! 

 

Sosyalistlerin yazın hayatı önemlidir, ama sosyal mücadelede varlığı/politikası da bir o kadar önemli değil midir? Örneğin, Türk sosyalistler Osmanlı’nın Sünni İslam egemenliğine karşı ne öneriyordu? Çok milletli Osmanlı’da millî mesele politikası neydi? Ayrıca böyle bir derlemede, Türk sosyalistlerin bu gibi konulardaki politikasının ve mücadelesinin bir veya birden fazla makalenin konusu olarak yer almasıyla daha bütünlüklü bilgilenme sağlanmaz mıydı?

 

İstanbul’un Irgatları’nın (istos, İstanbul-2018) yazarı Stefo Benlisoy ‘Sosyal Demokrasiden Devrimci Sendikalizme: Meşrutiyet İstanbul’unda Bir İşçi Örgütünün Evrimi’ makalesinde, Türkiye Sosyalist Merkezi’nin 1910 Haziran’dan itibaren Rumca yayımladığı Ergatis gazetesini ve Selanik’te her milletten işçilerin örgütlendiği Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu faaliyetini değerlendirdi (s. 123-180). Gazetenin 3’üncü sayısında ‘Sosyalizmin Talepleri’ başlığıyla yer alan 19 madde o günün mücadele programı kapsamında olup, 8 saatlik işgününden genel oy hakkına ve “Vilayet ve beldelerin yönetsel özerkliği”ne (madde 3) sıralandı (s. 136-137). Çok milletli Osmanlı’da ‘milleti hâkime’nin zincirini kırmak amacıyla milletlerin eşitliği için önerilen “özerklik”ti!

 

Mehmet Ö. Alkan, ‘Brüksel’den İstanbul’a Manifesto Üzerine Notlar’da Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’yu Brüksel’de yazdığı bina ve Türkçe’ye çevirileri hakkında bilgi verdi (s. 233-244). Türkçe çevirinin ilkini Mustafa Suphi ve ikincisini 1923’te Şefik Hüsnü yapmıştır.

 

‘Sırt sırta veremedik!’

Hiç kuşkusuz sosyalist mücadele tarihinin görünür kılınması çok önemlidir. İki kitabı okuma notlarım ve bazı sorularım bunlardı. En önemlisi sizlerin kitapları okumanız ve değerlendirmenizdir.

Kadir Akın kitabında, Abdülhamid diktatörüne karşı SDHP ve EDF’nin sosyalist programıyla pratiğinde ve 1909’dan itibaren sosyalist mebusların mücadelesinde yoğunlaştı. Mebusan kürsüsünde ilk kez sosyalizm adına konuşuldu.

 

Y. Doğan Çetinkaya derlemesinde öne çıkan 1905 sonrasının Osmanlıca/Türkçe yazında Türk sosyalistlerle, 1908 Devrimi özgürlüğünde ve Selanik’le İstanbul’un sendikal mücadelesinde teşkilatlanan sosyalist hareketlerdi.

 

Her iki kitapta yanıt aradığım soruyla bitiriyorum: Ermeni, Rum, Yahudi, Türk, Kürt ve saire milletlerin devrimcileri/sosyalistleri olarak, Rusya’da ve daha başka ülkelerde olduğu gibi ana akım bir partide niye örgütlenemedik? Niye sırt sırta veremedik?

siyasihaber8
Exit mobile version