Getting your Trinity Audio player ready... |
Ankara Kitap Fuarı’nda bir kültür ve kitap duvarına çarptık… Umarım en kısa zamanda bu görünen kazalara bir son vermeyi başarırız…
Sol yıllarda arka arkaya kitaplarımı yayımlayan Abis Yayıncılık dişiyle tırnağıyla ayakta kalmaya çalışarak, astronomik fiyatlara ulaşan kâğıt fiyatlarına karşın işini yürütmeye çalışıyor. “Biz de eksik olmayalım,” diyerek, zararı göze alarak ilk kez Ankara’da bir kitap fuarına katıldı. Bir de söyleşi düzenlemiştik. Son kitap, bir araştırma konusu olan “Romanlarımızda Kurtuluş Savaşı ve Kadınlarımız” ile ilgili…
Dün söyleşi saatinden önce fuara girerken bir polis ordusu karşıladı bizi… Yasaklar, geri çevirmeler, ortalıkta şaşkın dolaşan insanlar, kuyruklar…
Önceden bizim için söz verilmiş salona giderken de bir polis duvarı ve arama noktaları çıktı karşımıza. Daha önce bize söz verilen bölümde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın katılacağı bir toplantı varmış meğer… Birçok genç insan kollarına bir bileklik taktırarak toplantının yapılacağı yere geçiyor…
Biz kaldık ortalıkta; sordu, soruşturduk, yukarı katlardan birinde küçük bir salon verdiler bize… Ne görevli, ne bir ses düzeneği…
İyi ki de o salonu vermişler. Ne zamandır hazırlandığımız söyleşinin fiyaskosuna çok az sayıda insan tanıklık etmiş oldu. Orada birisi akrabam (Mehmet Cürül) ikisi yayınevi görevlisi, sekiz on kadar kişiye bir moral çöküntüsü içinde bir şeyler söylemeye çalıştım. Fuar alanına söyleşi için gelip de o karışıklık ve yer değişikliği nedeniyle geri dönen oldu mu bilmiyorum ama, ben kendimi tam da bir duvara çarpmış gibi hissettim… Sonradan öğrenebildim. Fuat Oktay, ‘Ankara Gençlik ve e-Spor Festivali’ kapsamında düzenlenen e-Spor söyleşilerine katılmış meğer… O gençler de onu dinlemeye gelmiş ya da getirilmiş.
Aşağıdaki imza yerine döndüğümüzde de aralıklarla gelen bir iki kişiye kitabı imzaladım. Bu arada Çağdaş Yaşam Çayyolu Şubesi’nden yönlendirilmiş genç bir kardeşimize (Çıldırlı, çok cevval bir genç idi; gözlerinden öpüyorum) parasını kendim vererek son çıkan kitabı imzalayıp armağan ettim. Bir de Caner Devrim yeğenimin arkadaşı Deniz Barış (adlarınıza ölürüm) kendiliğinden geldi; bir romanımı imzalattırıp benimle fotoğraf çektirdi.
Salonda sakallı bir yazarın önünde yüz metreyi aşan bir kuyrukta türbanlı genç kızlarımız sabırla imza bekliyordu… Bir cemaat-tarikat kuyruğu imiş… Hemen yanı başımızdaki “Gerekli Şeyler” yazılı bir yerleşimde de tüm fuar süresince hiç kuyruk eksik olmadı. Yayınevi sorumlusu Suat Kaya’ya göre içinde bir çizgi roman derinliği bile olmayan abuk subuk görüntülerin olduğu renkli baskılı, kitap sayılamayacak şeyleri almak için gencecik insanlar neredeyse birbirinin üstüne çıkacaktı…
Kendi açımdan fuarın çok olumsuz olduğunu söylersem ayıp olur… Onlarca okurum geldi. Bir yandan da imzalı internet siparişlerini tamamladık… Ancak, benim her gün saatlerimi vererek kendileriyle diyalog içinde olmaya çalıştığım okur yapımı düşündüğümde (yaş ortalaması en az 50 olmalı) ülkemin geleceğine ilişkin kaygılarım iyice depreşti. Hep umutlu, inatçı bir insan oldum; bir kişinin yetemeyeceği kadar çok yükün altına girdim ama kimi kez akıntıya karşı kürek çekiyormuşum gibi geliyor…
Kültür mücadelesi, bilgi ve bilinçle oluşmuş bir heyecan ve coşku ister… Toplumsal muhalefetin içinde ve yürütme yerlerinde olanlar neden bu işlere yeterince özen göstermiyorlar, anlamıyorum. Ben yıllarımı verip Cumhuriyet tarihiyle ilgili bir araştırma yapıyorsam, akademik alanda küçümsenmeyecek tezler, bildiriler hazırlıyorsam (uluslararası blog, “Academia Edu”da Top %2 içinde okunuyor yazdıklarım) bu çalışmaların genç kuşaklar önünde tartışılması, varsa daha iyisi, karşılaştırılması, bilginin, bilincin ve coşkunun çoğaltılması gerekmiyor mu? Donanımsız kültür savaşı yapılır mı? Milletin karnı da aç beyni de… Bilgi ve araştırmayı toplum tabanına yayacak birilerine gereksinim var.
Ankara’da büyükşehir belediyesini alacak güce sahip olmuş aklı başında insanlar neden adam gibi bir fuar düzenlenmesi için bir araya gelmiyor? Yıllardır küçücük derneklerin bile sırtından derisini almaya çalışan bir fuarcılık anlayışına, özgür ve özgün yazara, kültüre zerre kadar değer vermeyen, patır kütür elinden salon alan bir zihniyete neden mahkûm olmuşuz?
Bütün bunlarla bir yazar mı uğraşmalı? Kitabımı gönderdiğim ilgili ve yetkili kişilerin kapılarının önüne gidip görüşme kuyruğuna mı gireyim?
Kitap fuarına gelip, Kars’taki çok önemli bir programa katılmak üzere kendi olanaklarıyla karla tipiyle boğuşmaya gitmiş beni bulamayınca, kendini okur sayan birinin arkamdan bağırmasını mı işitmeliyim?
Kendi üzerime düşeni yaptığım inancındayım. Bu saatten sonra siyasal mücadeleye girip yanlış gördüklerimi düzeltmeye de hiç niyetim yok ama ülkem adına üzülüyorum. Genç kuşaklarımız benim göz göre göre çarptığım bu kültür duvarını aşmayı başarmalı… Görev kendini aydın sananlara düşüyor… Hadi biraz gayret, biraz özveri, biraz davranış… Lafla peynir gemisi yürümüyor. Yıkalım bu duvarları… Özgür ve üretken bir kültür yoluna çıkalım… Ders alalım dünden ve bugünden, aydınlık yarınlara ulaşalım!
Gününüz aydın olsun…
28 Mart 2022, Alper Akçam
(Foto: İstanbul’da Orağazlı köylülerimizle yaptığımız Son Balık söyleşisinde Orağazlı Temo’nun yakınları ve dostlarımızla; Cevdet Şentürk yok artık aramızda…)