1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Alper Akçam; Tarih ve Siyaset

Alper Akçam; Tarih ve Siyaset

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Getting your Trinity Audio player ready...

Toplumsal olaylara yakından ilgiliyseniz; düşündüklerinizi davranışla bütünleştirme eğiliminiz ve öylesi bir yaşam enerjiniz varsa, yaşadığınız çevrenin genel tarihi ile kendi yaşam öykünüz de iç içe geçer; kamuoyunun yakından tanıdığı bazı ünlenmiş kişilerle sizin yaşamlarınız dirsek teması yaparak, buğulu bir geçmiş içinde birlikte kıpırdanır…

Ankara Kitap Fuarı’nda, kitaplarımın bulunduğu Abin Yayıncılık yerleşimine benim olmadığım bir zamanda epeyce gergin ve içi dolu bir okur uğramış. Yayınevi sorumlusu Suat Kaya biraz kurcalayınca, açılıvermiş epeyce heyecanlı ve üzgün görünen kişi… Az önce Kaynak Yayınları’na uğramış meğer… Orada biraz tartışmış. “Bugün sizin politikanız, liderinizin siyasi tavrı ile bu kitaplar örtüşüyor mu? Turan Dursun ve İlhan Arsel’in kitaplarını satıyorsunuz; içiniz rahat mı, vicdanınız kabul ediyor mu?” gibi bir şeyler sormuş. Oradaki görevliler üzerine saldırmışlar; birileri araya girmiş falan…

Ne zaman o siyasal kanat ve Doğu Perinçek’in adı geçse, ben, sevgili gençlik arkadaşım Ahmet Cem Yücesoy’u büyük bir iç burukluğu ile anarım. Ankara Tıp’ın “Kovboy Ahmet”iydi o. Görü kara, pervasız bir devrimciydi. Okula yönelik resmi- gayrı resmi faşist saldırılarda en öne o çıkardı. Kocaman bir Kolt tabanca edinmişti. Belinden eksik olmazdı. Kimi zaman iki tabancayla gezerdi.

Birçok olayda da onu düzeltmek, uyarmak zorunda kaldım. Sınıf arkadaşım, Site yurdunda kalan Samsunlu Mustafa Sehmen’in eşyalarının arasında Ülkü Ocakları kayıt kâğıdı bulmuşlar. Bir baktım bizim kavgacılar, Ahmet Cem, Doğan İstanbulluoğlu (sonradan SSK Genel Müdür Yardımcısı, akciğer ca. dan kaybettik) sopa, zincir, adam dövmeye gidiyorlar. Sordum, öğrendim durumu… “Önce beni döveceksiniz, sonra Mustafa’yı,” dedim; “garip halk çocuğu, Site Yurdu’nda kalıyor ve Ülkü Ocakları’na kayıt olmuş olabilir; beni ezmeden ona dokunamazsınız,” diyerek önlerine geçtim. Bu olaydan pek çok kişinin haberi yoktur. Günlerce de derste Mustafa’nın yanına oturdum.

Devrimci kanadın derslerinde başarılı, kavgaya dövüşe pek katılmayan bir temsilcisi olduğum için okul yönetimi birçok olayda beni çağırıp soruşturmalarla ilgili tanıklık yapmamı isterdi, düşüncelerimi sordu. Ahmet Cem için çok ter dökmüşümdür…

1969 yılıydı sanırım… Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin büyük Konferans Salonu’nda yapılan Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun genel kuruluna Ankara Tıp adına katılmıştım. Benden başka Ahmet Cem, Ruhi Koç (en aktif olanımız oydu; Diyarbakır’da bitirdi okulu) Orhan Aybers de vardı sanırım. Kürsüde, o genel kurulda başkan seçilecek Ertuğrul Kürkçü, önümüzdeki sırada oturan Doğu Perinçek ile tartışıyordu. Doğu’ya “Sen git, Kızılay’da kürklü bayanlarla İşçi-Köylü sat!” diye bağırdığını çok iyi anımsıyorum. Gözümü devrimci mücadeleye açtım açalı Doğu Perinçek ve ekibi sorun oluşturan bir grup olarak aynı tarafta gibi gözükmüş ama hep karıştırıcılık yapmış, politik manevralarla oradan oraya dönüp durmuştur.

Birden kavga başladı… Tekme tokat, bağırtı çağırtı derken… Doğu da benim yanımdaki Ahmet Cem de ortadan kayboldu. Neden sonra onları önümüzdeki sıranın altında buldum. Ahmet Cem, Doğu’nun boğazına binmiş, onu boğmak üzereydi… Gözleri dışarı uğramıştı Doğu’nun; zor aldım Ahmet Cem’in elinden. Bu olayı anlattığım birçok yerde “keşke almasaydın elinden” demişlerdir.

Ahmet Cem Yücesoy, sanırım Köy Enstitülü bir öğretmenin çocuğuydu. Kardeşi Mehmet Fehmi de Siyasal Bilgiler’in sayılı ülkücülerindendi. Eve her erken giden, soba borusunun üzerine kendi siyasetine ait pulları yapıştırırmış, anneleri de “yapmayın oğlum, soba yanınca onlar tütüyor,” dermiş.

Ahmet Cem, Tıbbiyeyi bitirdi, Adana’da Beyin Cerrahı oldu. 1978 yılında Ankara Tabip Odası delegesi olarak TTB Temsilciler Meclisi toplantısı için Adana’ya gitmiştik. Ahmet Cem gelip buldu bizi, yemekten sonra “kahve içmeye gideceğiz,” dedi. Kızlar da gelmek istedi; onları geri çevirdi. Hayatımda ilk ve son kez bir pavyona gittim. Ahmet Cem, benim için özel olarak çok güzel, çok kibar bir de genç kız ayarlamış meğer; o da yanıma oturdu ama ben kendisine kibarca anlattım benim farklı bir insan olduğumu… O akşam yanımızdaki Nevzat Eren ağabeyin de bana sarılıp, “Seni çok seviyorum Alper, beni de kendi grubunuzdan say,” dediğini çok iyi anımsıyorum.

O gece Seyhan Baraj Gölü kıyısındaki üniversite misafirhanesine döndüğümüzde çok gürültü yapmış olacağız ki, yan odalardan birinde kalan bir Pakistanlı bizi uyarmaya kalktı. Sevgili Yakup Hindistan ağabeyim, o kafayla, askeri tıbbiyeden kalma bir alışkanlıkla, belindeki silahı çekiverdi. Adamın kapısında “Kundi Muhammed” yazılıydı; “Ula Lazcada Kundi bok demektir, çık dışarı,” diye bağırıyordu. Yakup Hindistan abimizi yatıştırdık (geçen gün Fındıklı belediye başkanı Çervatoğlu’nun yanından aradı beni, 10 Nisan’dan sonra söyleşiye çağıracaklarmış).

Sabah uyandığımızda, Kundi Muhammed’in balkonda bizim için hazırladığı mükellef bir kahvaltı bizi bekliyordu. Barıştık, sarılıp öpüştük…

Ahmet Cem’i bir trafik kazasında kaybettik… Yattığı toprak incitmesin o dobra ve yiğit dostumu… Doğu Perinçek ise hep o bildik tavrıyla politikanın içinde…

Yıllar sonra Doğu Perinçek ile bir “68liler Birliği Vakfı” toplantısında karşılaştık. Kıyasıya eleştirdim kendisini. “Bir zamanlar ‘Yeniden Kuvayımilliye’ dediğimiz için eleştiriyordun, bizi, ‘cuntacı’ falan diyordun, kırlardan şehirlerin fethi gibi şeyler savunuyordun; şimdi sen nerelerdesin? Ne zaman özeleştiri yaptın da ben duymadım,” diye sordum… O günden sonra yanıma gelen bir grup kendi hareketleri içinde Doğu’ya karşı bir muhalefet başlattıklarını, beni de yanlarında görmek istediklerini söylediler. Kibarca geri çevirdim…

Eğer yaşama sorumluluk duygusuyla bakıyorsanız, içinizde iyiye, güzele, doğruya ulaşmak için bir ateş varsa, kaçınılmazca, kendi yaşam öykünüzle içinde yaşadığımız ülkenin siyasi tarihi zaman zaman kesişecek; o sahnede yer alarak ünlenmiş bazı adlar sizin defterlerinizde de yazılı olacaktır.

Sorun, sorgulayan bir akla sahip olabilmekte, tıptaki o güzel deyimle “primum non nacare” (önce zarar verme) öğüdüne iyi tutunabilmektedir… Ömrümce barıştan, sevgiden, özgürce söz hakkından ve dürüstlükten yana oldum. Hiç yalpalamadım. Sanıyorum elli yıldan çok bir zamandır benzer bir yaşam içindeyim; “üretici örgütlenmesi”ni, “örgütlü toplum”u savunuyorum; mesleğimi, işimi en iyi biçimde yapmaya özen gösteriyorum…

Ama en çok edebiyatın bana sağladığı özgürlüğü ve derinliği seviyorum…

 

26 Mart 2022, Alper Akçam

(Foto: Tıbbiye 2. Sınıf, öğrenci cemiyeti seçiminde “Devrimciler” grubunun sınıf adayıyım; yanımda 5461 Fuat İdil (Optik Fuat)

Alper Akçam; Tarih ve Siyaset

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
Reklam Engelleyicisi Tespit Edildi

Sitemize katkıda bulunmak için lütfen reklam engelleyicinizi devredışı bırakın.