Getting your Trinity Audio player ready... |
Bizimkiler dizisi TRT’nin aile dizisi talebi üzerine ekranda yer aldı. Bu dizinin senaryosundan bir kısmını Umur Bugay TRT ye gönderdi. Dizinin çıkış noktası Umur Bugay’ın senaryosunu yazdığı kapıcılar kralı filmidir. O dönemde yayın kurulunda yer alan Mim Kemal Öke’nin bu yapımdan çok güzel aile dizisi olur ısrarıyla gerçekleşti. Pazar akşamları TRT 1 de yayınlanmaya başladı. Hafta sonunun bittiğini, artık ertesi günün pazartesi olduğunu hatırlatırdı.13 yıl TV ekranlarında yer aldı. 465 bölüm çekildi. Müziklerini de Arif Erkin yapmıştı.
Dizi, Almanya da yıllarca kalmış bir ailenin trenle kesin dönüş yapmalarıyla başlamıştı. Başlayacakları yeni hayat anneyi babayı umutlandırmıştı. Çocuklar da biraz buruk sıkıntılıydı. Bu dört kişilik aile önce İstanbul’a sonra da yeni bir hayata merhaba diyordu. Dizi de onlar ve çevresindekilerin öyküsüyle başladı ve bitene kadar devam etti. Ailenin çocuklarla ve çevresiyle ilişkisinin, kuşak çatışmalarının, kadın erkek ilişkilerinin, değişik insan tiplemelerini içermekteydi.
Şükrü’nün iş kurma girişimiyle de bu iş yerinde çalışan diğer insanları tanıdık. Başka bir deyişle Şükrü ve ailesi için dizinin ana unsuru, çıkış noktası veya merkezi diyebiliriz. Nazım Nazan’ın ağabeyi, Ali ve Bilge’nin dayısıdır . Şükrü’nün paralarını batıran kayınbiraderidir. Kibardır. Bu onun hayatta kaybedeni oynamasına neden olur çoğu zaman. Şükrü’nün oğlu Ali’nin de her bölümün sonunda yaptığı yorumlar, bizi bu merkeze daha çok çekmektedir. Ali, dizinin odağındadır. Sanki tüm bu yaşananlar bir delikanlının günlüğünden alınmış gibi bir histe yaratılmaktadır.
Dizideki aileler de Cumhuriyet ailelerinden meydana gelmekteydi. Dizi de yer alan Şükrü de böyle bir aileden gelmekteydi. Hüsnü dede gençliğinde o dinamizmi yaşamıştı, Hanımına da çocuklarına da benimsetmişti. Köyden kente olan doluşmaların sembolü olan yan işler, kapıcı müessesi aracı müessesi, sokak satıcıları, trafik insanların devamlı birbirleriyle dalaşmaları da yer alır.
Aile yapısı kadın /erkek kuşaklararası ilişkiler aile yapısına kadın/erkek ilişkileri çerçevesinde bakıldığında geleneksel yapının özellikleri göze çarpmaktadır. Kadınların hemen hemen hepsi kocalarını destekleyici roller üstlenmişlerdir. Dizideki kadınların üstlendikleri rol anne, eş ve ev hanımlığı ile sınırlanmıştır. Dizi de çalışan kadın rolünde olanlar da karar verme mekanizmasında değildir.
Hastabakıcılık, kapıcılık, gündelikçilik, sekreterlik, terzilik ve banka memurluğu, kadınlara yakıştırılan mesleklerdir. Bunlar içinde sıyrılanlar doktor ve öğretmendir. Onlar da aile ilişkileri içinde fazla görülmez. Toplumsal cinsiyet rollerinin pekişmesi yönünde bir eğilim de göz çarpar. Aile karşılıklı bağımlılığın bir göstergesi olarak sunuldu. Ali ve Bilge’nin yetiştirilmesinde onların bireysellikleri çok olmasa da cesaretlendirme bulunmaktadır. Fakat aralarındaki çatışmaları da gidermemektedir. Şükrü ve Nazan çocuklarına özgüven aşılamışlardır ve sevgi de vermişlerdir. Bazı kısıtlamalara da gitmişlerdir. Benzer bir durum Halil ve çocukları içinde geçerlidir. Kırsal kökenli olmasından kaynaklanan çocuklarına ekonomik değer yükleme ve onları yaşlılık güvencesi olarak görme eğilimi vardır. Özgürlüğünse, büyüklerin koyduğu sınırlar içerisinde olduğu sunulmaktadır. İzleyici de içinde yaşadığı toplumsal ilişkileri siyasi, ekonomik gelişmeleri ya doğrudan ya da imalı bir şekilde alabilmektedir. Çevre duyarlılığına dikkat çekilmektedir. Dizideki tüm karakterler emniyet kemeri takmaktadır, kırmızı ışıkta durmakta ve önlerindeki arabayı sollamaya çalışmamaktadır.
Dizide yer alan diğer konu da paradır. Bunu hem eleştirel hem de yol bir gösterici bir şekilde sunulmaktadır. Borsa ile ilgili yaklaşımlar hem teşvik edici hem de temkinli bir tavırla yansıtılır. Dolar da yatırım dizide ön plana çıkan kavramlar arasındadır. Paranın başka yatırım yeri de ev almaktır. Yine toplumda oluşan hemen her işle ilgili mafya olgusuna vurgu yapılmıştı. Bunlardan biri de gecekondu mafyasıdır. Şirketin Çaycısı Abbasta böyle bir mafyanın eline düşmüştür. Yıllar önce başlayan ve hala devam eden, göçle kente gelen insanların yerleşim yeri olan, siyasiler tarafından da sık sık malzeme yapılan gecekondu mahallesi bu kişilerin eline düşmüştür.
Ayrıca komşuluk ve yeni nesille ilgili değişmeler vurgulanmaktadır. Dizinin geçtiği apartmanda herkes birbiriyle diyolog kurmakta ancak ilişkilerde sıcaklık yer almaz. Bir araya gelindiğinde çoğunlukla apartmanla özellikle de apartman yöneticiliği ön plana çıkmaktadır. Dizideki herkes birbirinin arkasından konuşmaktadır. Bu sağlıksız ilişkilerinin farkındadırlar; ancak değiştirmek için de çaba sarfetmezler. Yeni nesil ve eski nesil arasındaki ilişki biçimi zayıf olarak gösterilir. Toplumsallaşmanın küçük yansımaları da yer alır örneğin: insanlara sabahleyin günaydın denmesi, teşekkür edilmesi insanlarla kibar konuşulması vb. Aynı zamanda büyüklere de iletilmektedir.
Toplumsal yaşama saygı, aile büyüklerine saygı, hukuk kurallarına saygı , yargıya güven Yurttaşlık sorumluluğu, Bireysel düşüncelerin açıklanması , Demokratik düzen. başkalarına yardım, aile düzeni ,otoriteye saygı , ülke sevgisi, toplumsal kurumlara saygı ayrıca; başarı , rekabet eğitim özgüven teknoloji namus ,komşuluk akrabalık , tüketim İnsan hakları vb konuları da işlemektedir. Dizideki diğer bir olgu da rollerdir. Karakterler belli toplumsal roller içinde sunulmaktadır. Bu role bağlı beklentileri gerçekleştirmektedirler. İnsan ilişkilerinden hareketle ülkenin sosyo-ekonomik, psikolojik ve politik tüm ilişki biçimlerini, zaaflarını da ekrana taşıdı.
Dizi işte yaşanan toplum bu mesajını vermektedir. İzleyici hem kendisi ve çevresi ilgili iletilere rastlarken, hem de başka ilişkiler ve çevreler içine sokulmaktadır. Ayrıca stresten kurtulma yer almaktadır. Bu da dizide karaktere yansıtılış biçimiyle olmaktadır. Yayınlandığı dönemde oyuncular değişse de dizinin havası değişmemiştir. Dizinin çekildiği ortam sayısı az ve genellikle kapalı ortamlardır. Oyuncular da sınırlı sayıda tutulmuştur. Oyuncuların replikleri, kullandıkları kendilerine has sözler diziye renk katmıştır.
Önyargılı yaklaşımlar da yer alır. Bunların temsilcileri de Cafer ve Ailesi ve Abbas, Davut ve ailesidir. Cafer avantacı ve çıkarcı bir kimliktedir. Alışveriş yaptığı bakkaldan da komisyonunu istemektedir. Bakkal tereddüt edince tehdit yolunu seçmektedir. Davutlar da Şükrüler gibi Almanya dan gelmişlerdir, ancak onlardan farklı olarak apartman sakinleri tarafından “Almancı nitelemesi yapılmaktadır. Ortak yargılar Davut ve ailesinde de görülmektedir. Ulrike kimliğinde Almanlarla ilgili genellemeler “katı”, “çok titiz” “disiplinli” her şeyi düzen içinde gibi nitelemelerdir. Ulrike de çevresinde olanlara anlam vermede güçlük çekmektedir. Bu durum da kültürel farkların yorumlanmasıdır. Almanya da uzun süre kalan şükrünün ailesinde böyle bir durum söz konusu değildir. . Halis, kendince sevgili etmişti “tertip” dediği Dileği de her fırsatta “ne güzel öyle yumuşak yumuşak, ne tatlı” diyerek öpen Halise, ilk tepkiyi de amcaoğlu Galip vermekteydi. Dilekte , bilirdi Halis’in sapkınlıklarını ya, nedense kıyamazdı onu kırmaya da, sonsuz bir sabırla idare eder, sevgi gösterirdi. Bu durum emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan ve namusuyla ekmek parası kazanmanın ve abartmadan hayal kurmanın adıydı … O, birilerinin fantezilerindeki yerine takılmaz, yüreğinin sesiyle ve ağır sorumluluklarıyla yaşamına devam ederdi.
Halis’in olduğu kadar Tertip Galip’in de platonik bir aşk beslediği bir kızdır. Ancak Dilek’le Halis’in arasındaki fırtınalı ilişki dizi boyunca bir türlü nihayete ermedi. Dilek’in zaman zaman Halis’e yüz vermesi, yüz bulan Halis’in Dilek’e aşırı tepkilerde bulunması ve Davut Usta’nın Halis e kızmasıyla sona eren olaylar silsilesi bir süre sonra dizinin vazgeçilmez durumlarından biri oldu. Davut Usta da dileği kızı gibi severdi, korurdu.
Davut Usta dediğin, yıllarca memleket hasreti çekmiş “bir adamdı. Alman karısını da, oğlunu da, Türk geleneklerine göre yetiştirmeye çalışan, bazen coşup da “Allah Allah” nidalarıyla evi inleten, boğazına düşkün, çalışkan ve dürüst bir adamdı. Tek çocuğu Halis’in bu sapkın hallerine pek kızar “Halt! Dumkof patlatırım enseni” diye Halis’in aklını başından alan tehdit en büyük silahıydı. Davut Usta, “Halt, dumkof, patlatırım enseni” dedikçe, Ulviye de bir set gibi dikilirdi karşısına,“Nayn Davut, yok ense patlatmak falan duyan Davut Usta, tavrını değiştirir ve kabuğuna çekilirdi. O koca gövde, o sert adam, kadının gücü karşısında yelkenleri suya indirirdi. Davut Usta’yla Ulviye arasındaki bu ilişkinin adıda sonsuz aşk ve saygıydı.Altmışlı ve yetmişli yıllarda Almanya’ya işçi giden ve her biri “Alamancı” olarak anılanların da birer ikişer kesin dönüş yaparak yurda döndükleri ve birikimleriyle öz vatanlarında yatırım yaptıkları yılların sembolüydü Davut Usta… Ve iki kültürün kaynaşması… Ve gurbetteki vatanın yansımasıdır.
Tesisatçı Davut Usta, uzun yıllar Almanya’da çalışmış, Alman bir kadınla evlenmiş adını da Ulviye olarak değiştirmişti kadının, cinsel sapkın oğulları Halis’in aklı fikri kızlardaydı. Halis için karşı cins olması yeterliydi. Yaşlı-genç, şişman-zayıf, sarışın-esmer, evli-bekâr hiç fark etmezdi.“ Halis’in harika repliği de öpüceksin kızı böyle yumuşak yumuşak.. ne tatlı. ne tatlı da halise özgü kalıptı. Basamakları da teker teker inmezdi babası da ona kızardı. Çarpım tablosunu da ona sorardı.Halis’in. Köpekleri Abadi’yi dolaşmaya çıkartırken de, illa Ayla Hanım’a denk gelir, bir punduna getirip Ayla Hanım’ı öpmeye çalışırdı. Sabri Bey bu durumdan rahatsız olurdu. Halis de orgunu alır müzik dersine gelirdi ve Sabri Bey, Halis’ten de çorbasını bulurdu. Haliste, ne ses var ne kulak, tam bir felaketti.Sabri bey, apartmanın girişinde ikamet etmektedir ve müzmin bir yöneticidir. Hep öfkelidir. Eski bando emeklisidir, evinde müzik dersi verir. Saksafon çalar. Besteleri vardır. Patateslerin kalın soyulmasına kızardı. Dilinden Nazım bey e, cenap bey’ e “kıllı yalı kazığı”, Muvaffak beye emekli öğretmene “bunak”, eksik olmazdı. Apartmanın inzibat subayı gibidir. Asayiş, nizam intizam ondan sorulurdu. Apartmana kim girdi, kim çıktı, kapalı kapıların ardında neler konuşuldu, uyumadan önce aklınızdan neler geçti, o hepsini bilirdi. Emir eri olarak gördüğü Cafer’i düzenli olarak sorguya çeker, direktifler verirdi. Eşi ayla hanım ve Ayla hanım ın Alzheimer hastası annesi , bir kedi ve rahmetli Ruknettin in duvarda asılı, siyah beyaz bir fotoğrafıyla yaşarlardı. Ruknettin bey, Ayla hanımın rahmetli babasıdır ve annesi sık sık Ruknettin beyle konuşurdu. Sabri beyi ve Ayla hanım ı şikayet eder dururdu.Sabri Bey, durumu yönetmez de idare ederdi ancak! Gücü de Kapıcı Cafer’e, Cafer’in eşi Gülsüm’e ve Cafer’in çocuklarına yetmekte, her fırsatta onları aşağılamakta ve tehditler savururdu. Ekmeğiyle de tehdit etmektedir. Tutuyorum zaptı! derdi. Gülsüm Kocası ve doktor Türkan hanım kısaca Gül derdi asıl ismi Gülsümdür. Başta apartmanın cefakar kapıcısının cefakar karısı rolünde haftada 2 kez merdiven silen ve çocuklarını okula götürüp getiren. Sonraları apartmanda açılan muayenehanenin çalışanı olarak yer aldı. Cafer, Sabri Bey’den çekinse de, köylü kurnazlığıyla gemisini yüzdürmektedir, Dizinin en çok laf taşıyanı kimi zaman da ortalığı karıştıran karakteridir.Sırtını da Katil Yavuz’a dayamaktadır. Bu katil yavuz kabzımaldır ve koltuğunun aldında bir horozla işine gider gelirdi. O horozun adı da prensti. Katil yavuz bu apartmanda dostu şarkıcı eserim dediği Şengülle yaşardı. Yavuz un sevgilisi ona aman ne oole got got got got repliğini kullanırdı. Aslında hak yedirtmeyen bir kahramandı. Katilin diğer lakabı da halkçı katildi. “Demokrasilerde çareler tükenmez komşum”derdi. Öyle aksi, eli de sopalı bir adamdır. Her defasında apartmanın önündeki çöp bidonlarına çarpardı. Sabri bey in aklını alırdı. Sabri bey, perdeyi aralar burnunu hafiften gösterirdi. Yavuz un tüm kabalığına rağmen de ona güzel sözler söylerdi. Hatta Yavuz un dişlerini sıka sıka “Vatandaşa cart curt yok komşu diye ayar vermesini büyük bir olgunlukla karşılardı. Ona komsum. oynatma şu elini kolunu…hasta etme vatandaşı paralarım, her şey şefaf olacak repliğini söylerdi. Yavuz sabri bey nazarında âleme kafa tutarken Kapıcı Cafer, Katil’in eline eteğine dolanarak,“Heee” diyerekten Katil’e yalakalık ederdi. Sabri Bey’e de “sırtım sağlamda” mesajını gönderirdi.
Mahalle baskısıymış, aile ortamıymış, toplumsal değerlermiş bilmem ne, Katil Yavuz, fötr şapkasını kaşlarının üzerine yıkıp da, uzun paltosunun eteğini hışımla savurunca, yani gücünü gösterince, her şey kabul edilebilir olur havasını verirdi. Sabri bey ücret karşılığında Yavuz un dostuna şengül hanıma müzik dersi verir, yolunu bulurdu. Şengül de Kız sen de bi dur hoca” derdi. Ayla hanım ı da kıskançlıktan hıçkırık tutardı. Sabri bey,Ayla hanımın bu aygın baygın halleri yüzünden eli ikide bir beylik tabancısına giderdi bazen de “defol musibet hayvan diyerek” kediden alırdı hırsını. Ayla Hanım ise kafasına göre takılırdı, . Özgür ruhludur, eğlenmeyi sever. Annesini alıp, komşularla birlikte bowlinge de giderdi. Şair Cenap Bey’den çok etkilenirdi, arada Katil’e de iltifat eder. Bununla birlikte dünyanın en huysuz, en düzen delisi adamı Sabri Bey’ide severdi. Cenap Bey, Sıtkı Sabri Bey’in kayınvalidesinin apartmanda satın aldığı dairenin kiracısıdırlar. Cenap ,entelektüel, karizmatik özelliklerine sahipti. İbrikçi diye hitap ettiği ressam Sıtkı’yla beş parasız bir hayat sürerlerdi. Şiirlerini kitap olarak bastırmasının yanı sıra, kaset ve CD olarak da yayınlar. Gerçi kimse almaz ama önemli değil. Şükrünün damadı aydınla yaptığı şiir programıyla da iyi bir dinleyici kitlesi yakalardı. Sıtkı ise arada apartmandakileri kafalarsa onların portrelerini yapar. Hayattaki, tüm güzel zevkler Cenap ve Sıtkı içindir; birlikte, yemelerinden içmelerinden hiçte taviz vermezlerdi.
Ayla Hanım’ın kendisine olan zaafının farkında olaraktan, kira artışını önlerdi, Sabri Bey’i çileden çıkartarak tavizler koparırdı. Katil Yavuz, Tak Tak Sedat’ın tüm fırıldaklarını bilmesine rağmen onu yine de yanında çalıştırırdı.“ Adam çalıyor ama çalışıyor” mantığının en klişe örneği ise Tak Tak Sedat’tır. Onun en çok diline doladığı sözde internetten cızzdı. Tak Tak Sedat’ın karısı Serpil de ona uymuştu Sedat’a ama tek çocukları olan kızları Aslı, bu, bencil, hırsız ve zararlı yaşam biçimini kabul etmediğini belirtiyordu, en azından kendi geleceğini, yaşamak zorunda kaldığı evdeki gibi yalanlar üzere kurmak istemiyordu. Bu rahatsızlığını yüksek sesle ifade ettiğinde de ilk tepki Serpil’den gelmekteydi.
Şükrü ve Şevket Bey , emekli ve idealist emektar hâkim Hüsnü Bey ‘le mütevazilik ve asalet sembolü Leyla Hanım’ın oğullarıdır. Şükrü ve Şevket kardeşler ithalat ihracat yapan bir şirketin iki kardeş ortaklarıydı. Şevket’in oğlu da son zamanlarda şirket ortaklığına katılmıştı, Leylek Cem… Şükrü’nün oğlu Ali, henüz okuyordu ama sık sık şirkete geliyordu. Şükrü, Sabri Bey’in yöneticilik/idarecilik ettiği apartmanda yaşıyordu ya, Şevket bildiğin villada yaşıyordu. Şükrü, uzun yıllar Almanya’da çalışmış ve Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştı. Şükrü’nün gurbetteki vatanda geçen o yıllarında Şevket bu şirketi kurmuş ve çalıştırmıştı. Bir yerde Şevket, kurucu ortaktı. Şükrü daha sonra sermaye koyarak kardeşinin kurduğu şirkete ortak olmuştu ya, kardeş de olsa sonradan gelme ve de küçük ortaktı! Şirket küçük bir ofisti Demet, şirketin sekreteriydi ve nişanlısı Kanarya Bülent’le sadakatle bağlıydılar patronlarına. Bülent’in kanaryalılığı da fanatik Fenerbahçeli olmasındandı. Muhasebeci Ergun dersen, tam bir sürekli ve istikrarlı bir şekilde yalakalık yapar, eli ceketinin ilik yerinde yerlere kadar eğilirdi. Sürekli kapı dinlerdi ve hemen hemen her an herkesin ardından konuşurdu. Ergun, her durumdan kaos yaratıp sonra da o kaosu çözen tek adammış rolünü oynardı diğer çalışanlara. Yaşı ve pozisyonu icabı bir yerde ofisin de müdürü gibiydi, diğer çalışanlar laf edemezdi Ergun’a.“Aman efendim gözlerimiz yollarda kaldı” diyerek patron ve veliahtları kapılarda karşılardı Ergun.“Abbas Efendi koş kahvesini getir Şükrü Bey’in” der, adam öldürmekten hapis yatmış Abbas Efendi’yi çileden çıkarırdı.“Getiriyorum müdürüm affedersin” diyen Abbas Efendi, ocağın yolunu tutarken, Ergun lafı yetiştirirdi bir kere daha,“Hadi hadi sallanma”Abbas Efendi “ya sabır “diyerek kafayı sallar ve “sakin ol” gibilerden gözüne bakan Demet’e dert yanar gibi,“cıvık işte cıvık affedersin bacım”, babam afedersin derdi. Abbas Efendi, Şükrü ve Şevket Beylerin babası emekli hâkim Hüsnü Bey’den epey bir iyilik görmüştür ve ekmek yediği bu yerde başta Ergun olmak üzere her türlü musibete tam bir teslimiyetle katlanmaktadır.Abbas efendi hüsnü hakimine ve onun oğullarına da saygıda kusur etmezdi.Karısı Hacer dersen o da Leyla Hanım ve Şevket Bey’in eşi Mine Hanım’a gündelikte yardım etmekte, her bir işlerini görmektedir.Hacer dediğin de az biraz dedikoducu, meraklıdır. Abbas hoşuna gitmeyen bir durum görse hemen tepkisini dile getirirdi.
Şevket Beylerin gelini Özge nasıl da hanım bir kızdı, anası Nimet’in gel gitleri ve ikinci eşi Tahta Kafa Raşit’e çektirdiği zulum Özge’deki hanımlık da göze çarpar . Özge ve Cem’in mutlu bir evlilikleri ve Su adında da bir kızları vardı. Cem de, Özge de, çalışıyordu ve öyle çok fazla birbirlerinin hayatlarına karışmıyorlardı, yeni nesil evlilik modeli olarak sunulmaktadır. Cem ve Özge…Cem, şirketin yeni nesil vizyonuydu… Sık sık babasıyla tartışırdı ve babasının eski fikirlerine isyan noktasına gelirdi. Böylesi durumlarda Şevket Bey çileden çıkar, ağzına geleni söylerdi Cem’e. Sonra da iş tatlıya bağlanırdı.
Şükrü Bey, eşi Nazan, oğlu Ali ve kızı Bilge’yle birlikte bu apartmanda yaşarken zaman içinde damat Aydın da kadroya dâhil olmuştu. Bilge ve Aydın evlenince Ali de onlara “Aygın’la Baygın diyerek onlara takılırdı.Ali nin en büyük derdinin babasının arabasını kullanmak olan Ali büyümüş de küçülmüş konuşmaları ve tavırları, ailenin de çocuğu olmasıyla 80 sonrası gençliğin de bir temsilidir.
Cemil de diziye renk katardı. Cemil’in entelektüel bir altyapısı vardır.Roman yazmaya da çalışırdı.Sevim Hanım, evinde terzilik yapar, Cemil de gün boyu bira, votka, rakı artık ne bulursa, içerdi, bir güzel kafayı çekince de pencereye tünerdi ona buna sataşırdı ve “benim adım Cemil” diye kafa tutardı. Sevim’e elinden geldiğince yardımcı olmaya da çalışırdı hani, Sevim’in diktiği kadın elbiselerini giyerdi bazen ve Sevim de o şekil ölçü alır, keser-biçer- dikerdi.“Sevim koooş Katil işe gidiyor” diye seslenirdi. Sevimde çoğu zaman pencereye çıkmazdı. Katil Yavuz, fötr şapkasını çıkarır, havada hafiften sallar, anlayış ve babacanlıkla Cemil’i selamlardı.“Vatandaş işine gidiyor sayın abim” diye seslenirdi…Cemil, işin kompliman tarafında değildir.“Bezelye geldi mi bezelye?”“Geldi sayın abim, akşama getiririm tam ağzına layık”İyice yüz bulan Cemil,“Getireceksin elbet. Benim adım Cemil” Katil Yavuz, Cemil’in bu diklenmesini meydan okuma olarak değil, bir sevimlilik olarak algılar ve hoşgörüyle gülerdi.“Cemil sayın abim Cemil” O ara Cafer de . Ayyaş efendim ayyaş. Derdi. Dürüsttü Kendinden ve eşi Sevim’den başka kimseye bir zararı da yoktu. Karısını severdi. Tüm dünyası da iki biraydı ve o iki bira sayesinde kimselerin edemediği/etmek istemediği lafları da söylerdi.Yavuz Bey’in yüzüne de “katil” demekten çekinmezdi…Tak Tak Sedat ‘a “hırsız” derdi…Şükrü Bey’in aylak damadı Aydın’ı görünce “Sevim koş, Şükrü Bey’in hayırsız damadı gidiyor derdi … Damat Aydın, azıcık diklenecek olunca,“Benim adım Cemil, alırım façanı aşağıya, getirme beni oraya “ derdi. Bosnaya 5 fuze daha atılmıs diyerek caferden de bira isterdi. Bazen kafayı bulunca, Sevim’in diktiği elbiseleri giyip apartmanda dolaşırdı.Caferin deyimiyle baykuştur.
Maşuk, apartmanın girişindeki kapıcı kulübesinde geveze papağan… Her lafın içindeydi o…”Babacık babacık”“Katil geldi babacık” babacım kapıcı, catlak catlak, aptal yeşim, fifuu fifuu (ıslıkları) de yer alırdı.“Kedi babası! İşte o “kedi babası” lafı Sabri Bey’ide çıldırtırdı.“Ne dedi o? Kopartırım kafanı alimallah”der ve Cafer’in üzerine doğru da hafiften hamle ederdi. Keza bu “kedi babası” mevzusu Ayla Hanım’ın Sabri Bey’e layık gördüğü bir makamdı. Durumu kurtarmaya çalışan Cafer’se, “Anaaaam! Yok efendim kedi maması derdi.Maşuk, Cafer’in en yakın ve belki de tek dostu olarak sunulurdu. Cafer, bir tek Maşuk’a inanırdı. Maşuk’u karşılıksız severdi. Alzheimer hastalığını da , alzemhaymer diyerek inatla yanlış telaffuz ederdi. Aynı Cafer doktor Türkan hanımın muayenesinde onun koltuğuna oturup sıcak cukulatalarını içerekte keyif yapardı.
Cafer’in kayınpederi Halil Bey, parayı sonradan bulmuş, yurdumun girişimcilik ruhunu temsil ediyordu. Yavaş yavaş ama kendi çapında sağlam büyüyen bir girişimciydi Halil Bey…“. Fötr şapkalı, zayıf, eli bastonlu bu adamcağız ikinci evliliğini Sultan’la yapmıştı. Bu Sultan gözüde açıktı. “Ay halil beyy” diye sırnaşıp kızı gülsüm ile defalarca saç saça kavga ederlerdi. Kardeşi Yengeç lakablı Hüseyin’di. Halil Bey’in parasını yemenin planlarını yaparlardı Halil Pazarlama, yurdum insanının bir şekilde parayı bulunca ve hür teşebbüs cesaretiyle ticarete başlayınca, paranın parayı çektiğinin de göstergesidir.
Halil Bey, elinde baston, yarı cahil ve feodal, , bir yanı köyünde kalmış bir adamdı en nihayetinde. Kafası bozulunca, bastonunu sopa eyler,“Höyt iblisler, kırarım boynuzunuzu” “sus iblis” derdi, kafa göz dalmaktaydı.Halil Pazarlama para kazanıyordu, küçük esnaflıktan başlayıp da hızla tırmanıyordu ticaret basamaklarını. Yengeç Hüseyin ve Sultan gibileri de etrafında tutarak , onları kullanmayı da biliyordu.
Zayıf kişilikli ve paraya düşkün insanlar etraflarında kendilerini pohpohlayacak insanları yanlarında tutarların anlatımıydı. Yengeç lakablı Hüseyin de, her koşulda, her yerde ve her zaman pohpohlardı. Hüseyin “Hurda, bakır, demir, eskiler alıyor eskiciiii” diyerek, bisiklet tekerlekli el arabasıyla dolanıyor ve molayı da hep Davut Usta’nın dükkânına denk getiriyordu. Çayını orda içer yemeği de orda yerdi. Yemeğinş yerken de “Mis mis” derdi.
Şevket ve Mine Bizimkiler’de örneğin aynı işyerinde birlikte çalıştığı erkek kardeşi Şükrü’ye oranla hali vakti daha yerinde olan Şevket ve karısı Mine ekonomik durumlarını, evlerindeki mobilyalar, tüketim alışkanlıkları, kadınların kıyafetleri ve saç modelleri, oğlu Cem’i Amerika’ya okumak için göndermesi belli eder. Şevket, kardeşi Şükrü’ye göre daha çok Batı’ya öykünür. Şükrü rakı içer, Şevket viski. Şevket’in karısı Mine, tenis oynar. Dünürleri ziyarete gelince pasta değil, tiramisu getirirdi. Mine, Hacer Hanım’a papatyaları değil, lilyumu vazoya koymasını söyler. Evlerinde bir davet verdikleri zaman “otel kokteylleri” gibi olurdu. Şevket bey’in eşi Mine’80 li yıllarda konkene giden kadınları da andırırdı.
Nazif öğretmen karakteri sürekli herşeye sızlanıp dururdu. Ek gelir için akşamları taksiye çıkıyor diye öğrencileri, ona “korna nazif” diye lakap takmışlardı. Bu duruma babası Muvaffak beyin yorumu ise, “sıfırcı nazif’ten daha iyidir, korna nazif lakabı” demişti. Hatta baya da gülmüştü bu duruma.Bu arada Nazif öğretmenin karısı da ek iş yapıyordu, voleybol antrenörlüğü ve de fitness hocalığı. tüm bunlara rağmen geçim sıkıntısı yaşıyorlardı.Doktor Türkkan hanım. Cemil ona kızıl derdi. apartmanın altına muayenene açmıştı. baskın yönü vardı. hiç evlenmemişti.Apartmana karşı sonderece yardımseverdi.
Türkiye’nin en sosyolojik dizisidir. Bizimkiler dizisinde sıcaklık, yumuşak başlılık , içtenlik vardır. Şehrin göbeğindeki olaylara da realist bir bakış açısıyla yaklaşmıştı. Bizimkilere baktığımızda Türkiyenin resmi karşımıza çıkar. İçimizden birileri olduğunu gösterir.Adaletsiz gelir dağılımı, sınf catışmasını da anlatır.Diziyi izlerken de içten içe o kişilerle empati kurmanızı da sağlardı. Halkının bir nevi yelpazesiydi.45 dakikalik kısa ama öz icerigiyle hala özgünlüğünü korur. Tüm karakterler temsil ettikleri sınıfları o denli güzel yansıtmaktadır.. Yer alan hikâyeler, her zaman denge ve mutluluğu yakalamak üzere kurgulanmıştır. Umur bugay’ın başarılı gözlemi ile hayat bulan diziydi bizimkiler.
Özgür Karakaya
ozgur694@hotmail.com