Getting your Trinity Audio player ready...
|
Sansür denildiğinde akıllara ilk olarak sözlük tanımı geliyor. Günümüz koşullarındaysa bu kavram artık daha geniş bir tanıma ihtiyaç duyuyor. Çünkü yurtdışında tanım çok boyutlu tartışılıp değerlendiriliyor ve hatta uygulanıyor. Artık sansür uygulamaları için kimi zaman hükümet baskılarına gerek bile olmaması ise konunun trajik bir boyutu olarak karşımıza çıkıyor. Sadece medya ve basın-yayın değil, özel veya kamusal alanda kurulan her cümle otosansüre uğramadan ağızdan çık(a)mıyor. Çok değil, birkaç yüzyıl önce ise insanlar düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadele ediyor, baskıcılığın demirden gövdesini sarsıyordu. Geçmişte sanki bu mücadele verilmemişçesine düşünce ve ifade özgürlüğü tartışmaları hala devam ediyor, hem de her yerde.
Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulduğunda halk bir devrim, bir Dünya Savaşı, bir iç savaş atlatmış yorgun bir halktı. 1911’den 1949’a değin hiç de kısa olmayan sürecin ardından insanları bekleyen şeyse kötü yönetim, sefalet ve kıtlıktı. Tüm bu olumsuzluklarla beraber Çin Komünist Partisi içinde yaşanan görüş ayrılıkları Mao Zedong’u yıpratmış ve güç dengeleri Zedong’un aleyhine dönmeye başlamıştı. Tam bu sırada Zedong, Çin Kültür Devrimi olarak adlandırılan süreci başlatarak bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin bile sahiplenmediği bir döneme imza atmış oldu. Kültür Devrimi ülkenin tarihini yok ederken mevcut entelektüel ortam da bir daha iyileşmesi imkansız yaralar aldı. Zedong’un ölümünden sonra Kültür Devrimi bitse de ülkedeki totaliter tutum olduğu gibi kaldı ve bugüne değin de baskı, yasak ve sansür devam etti.
Nedense otoriter ve totaliter rejimler her zaman siyasi olduğu kadar ”kültürel” tehdit altındadır. Bugün Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu (eskiden Sovyetler Birliği), Suudi Arabistan Krallığı ve Afganistan İslam Emirliği vb. gibi halkını memnun etmekten uzak rejimlerin tümü dış dünya ile olan bağlantılarını koparmak için sinema, dizi vb. şeyleri ya tamamen yasaklıyor ya da gerekli kısımları sansürlüyor. Oysa kültür ve sanat da insan gibidir, farklı kültürler etkileşim içindedir ve buna bağlı olarak değişim geçirir. Sanat da buna göre şekillenir.
Bugün büyük hasılat yapması beklenen filmler için daha vizyon tarihi kesinleşmeden tartışılan ilk konu, filmin Çin Halk Cumhuriyeti’nde gösterime girip girmeyeceği oluyor. Bunun nedeniyse ülkede hem yabancı film kotası bulunması hem de filmlerin kolayca sansüre takılması. Örneğin 2008 yılında vizyona giren ve büyük ses getiren The Dark Knight filmi mevzu bahis ülkede yapımcı firma tarafından gösterime hiç sokulmadı. Çünkü filmde Çinli bir mafya vardı ve sahnelerin sansüre takılıp filmden çıkarılması ihtimalini yapımcı firma göze alamadı.
Yakın zamanda bu endişenin ne kadar haklı olduğunu doğrulayan bir haber basına yansıdı. Fight Club’ın sonunun değiştirildiği ve filmin final sahnelerinin kesilerek kahramanın tutuklandığı söylenen bilgilendirme yazısıyla final yaptı(rıldı)ğı ortaya çıktı. Antikapitalist mesajlarıyla ünlü bu filmin hangi noktası bu yönetimi rahatsız etmiş olabilirdi ki? Muhtemelen V for Vendetta filmi hangi konuda rahatsız ettiyse ve V for Vendetta’yı hangi gerekçeyle sansürlediyse aynı nokta olmalı.
Çin asıllı yönetmen Chloe Zhao’nun ödüllü filmi Nomadland de sansüre uğrayan filmler arasında. Oysa ses getirmiş bu filmin yönetmenin kendi ülkesinde sahiplenilmesi beklense de, Zhao’nun bir röportajında ”Çin her yerde yalanların olduğu bir ülke” demesinden dolayı hükümet, yönetmenin filmlerini sansürledi. Film, Altın Küre’de hem en iyi film hem de en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı. Zhao da Altın Küre’nin en iyi yönetmenlik ödülünü alan ilk Asyalı kadın olmuştu. Bunun haricinde Oscar’da en iyi yönetmen ödülünü alan ikinci kadın yönetmen olarak da tarihe geçmişti. Ülkesinin bu başarılara cevabıysa filme dair poster, makale, sosyal medya etiketlerini ülkesindeki internet ağından kaldırmak oldu, sanki film hiç var olmamış gibi.
Üzücü bir not olarak tam da burada bahsetmek gerekir, Çin Bağımsız Film Festivali de hükümet baskılarından dolayı artık düzenlenemiyor. Komik bir not olarak da, Winnie The Pooh da muhaliflerce devlet başkanı Xi Jinping’e benzetildiği gerekçesiyle sansüre takılanlardan. Doğruluğu teyit edilemese de ilginç bir not olarak da, Çin’de The Battle at Lake Changjin adlı propaganda filmine kötü yorum yapanların tutuklandığına yönelik iddialar mevcut.
İşte tüm bunların içinde sansürün ikinci bir boyutu var. Hollywood içinde bazı stüdyoların Çin sansürüne takılmamak için filmlerde otosansür uyguladığı tartışılmaya başlandı. Bir pazar olarak düşünüldüğünde Çin’de elde edilecek yüksek hasılat için sansüre göz yumulması bir yana buna uygun film çekildiği iddiası Pen America’nın ”Made in Hollywood, Censored by Beijing” adlı raporunda genişçe ele alınıyor. Disney ise özellikle süper kahraman filmlerine uyguladığı otosansürlerle en çok adından söz ettiren firma oluyor. Hollywood maalesef bu konuda hala iyi bir sınav veremiyor ve hala da eleştirilmeye devam ediliyor. Çin sansüründe taviz tavizi doğuruyor, tavizin de sonu gelmiyor.
Sonuç olarak, eğer bir hükümet, bir rejim veya bir ideoloji kendini savunmak için sansür, yasak, yalan ve manipülasyonlara başvuruyorsa, kendini savunabilecek meşru bir yolu olmadığı anlamına gelir. Fakat bunu yapanları görmezden gelerek, meşru olmayan bu yolları doğrularcasına kendini kalıplara sokmak da kabul edilebilir değil. Bunu her ne kadar sinema özelinde konuşuyor olsak da, doğruları her konuda, her zaman ve her yerde savunmak gerekir. Doğruyu savunmak belki kazançlı değildir ancak yalanı savunmaktan kolaydır.
UMUT ASLAN