Getting your Trinity Audio player ready... |
Kürt siyasetçilerden Kemal Burkay’ın çizgisine yakınlığıyla bilinen KOMKAR isimli derneğin kurucularından Mehmet Elbistan’ı ismen ve şahsen tanımıyordum.
Ocak 2022’de Nürnberg’de (Almanya)d düzenlenen bir etkinlikte tesadüfen karşılaştık.
Selamlaşma faslından sonra iki kitap bıraktı bana. Biri, “Yorulmaz Bir Düş Yolcusu: Mehmet Elbistan”, diğeri ise Mehmet Bayrak’ın “Kürt Diplomasisi” idi.
İlk sunulanı aldım. Bayrak’ın kitabı bende zaten vardı, onu almadım.
Mehmet Elbistan’ı tanımıyordum ama büyük kardeşi Dr. Koco Elbistan ile İstanbul’da iki kez görüşmüştüm.
Değerli dostum Dr. Kemal Parlak, yaklaşık 30 yıl önce kendisiyle görüşmeye giderken beni de götürüp tanıştırmıştı.
Mehmet Elbistan ve Koco (Qoco) ailesi hakkında daha önce birkaç yazı kaleme alınmıştı.
Araştırmacı yazar Mehmet Bayrak ile Sosyolog İsmail Beşikçi’nin makaleleri bunlar arasındaydı.
Ben de Haziran 2020’de basılan bu kitapla ilgili bir şeyler yazma ihtiyacı duydum.
Doğan Ceren’in uzun röportajında verilen ayrıntılı yanıtlardan oluşan Mehmet Elbistan’ın hayatı, zata mahsus (kişiye özel) olmaktan çıkmış; kökü Elbistan’da olan ama tarihin bir cilvesi sonucu Osmanlı döneminde Suriye coğrafyası (Şam Eyaletine bağlı Halep ve Hatay vilayetleri içerisinde) sayılan topraklarda Fransız ve Türkiye Cumhuriyeti idarelerinde çalışan namlı Qoco ailesi ile aşiretinin tarihi serüveni haline gelmiş.
Yolculuğum boyunca okuduğum kitaptan önemli bilgiler edinirken, aynı zamanda da Babadan oğula geçen “Koco” (Qoco) isminin perde arkasındaki renkli tarih sahnesi gözümde canlanmaya başlıyordu.
Şöyle ki: Dedesinin adı Qoco Ağa, oğlunun (Mehmet Elbistan’ın babasının) adı da Qoco. Onun erkek çocuklarından birinin (Koco Elbistan) adı yine Qoco.
15 Haziran 2003 tarihli Milliyet-Pazar gazetesinde “Tarihe 1000 Canlı Tanık” başlıklı yazı dizisinin 18. bölümünde Mehmet Elbistan’ın ağabeyi Op. Dr. Koco, ailesinde devam eden bu isimlendirme geleneğini şöyle anlatıyor:
…Yani dedem, babam, ben ve oğlum… Hepimizin ismi Qoco. Oğlumun adı da Qoco. İsterim ki oğlum da çocuğunun adını Qoco koysun.
Fakülte’de ‘Koco’ deyince, ‘Yahu nedir bu isim?’ dediler. ‘Kürdüm ben’ dedim. Tıp Fakültesinde okuyan bir arkadaşım, yemin ederek dedi ki;
‘Ben buraya gelinceye kadar sizin kuyruklu olduğunuzu tahmin ediyordum!’
Cehaletin bu kadarı olur mu yahu? ‘Ben insanım’ dedim, ‘İnsanın kuyruğu olur mu, sen cahil misin bu kadar?’ Allah’ın Kürdü falan dedikleri zaman hiç ciddiye almazdım.
“Qoco” kelimesinin Kürtçe (Kurmanci) manası tam bilinmese de buna ilişkin farklı bölgelerden birkaç kişinin yorumuna başvurdum: Qiloç (boynuz), Qoç (boynuz), kurtkapanı, vahşi hayvan kapanı, tela-fek (tuzak-kapan), gözü pek insan, koçboynuzu gibi sağlam ve dayanıklı erkek.
Hikâyeye buradan devam edebiliriz:
Qocolar, Sinemilli aşiretinin mensupları. Aslında göçebe, Alevi bir Kürt aşireti. Sinemilliler Maraş Pazarcık’tan Hatay Kırıkhan ve Hassa’ya kadar yayılıyorlar.
Aile büyüğü Qoco’nun etrafında kümelenen topluluk, “Qoco Ağalar” diye anılıyor.
Dede Qoco Ağa, Pazarcık’ta (Maraş) fakir bir aile çocuğu olarak doğuyor.
Baba Qoco daha çocukken, kısrağına yüklediği bir yük buğdayla Elbistan’dan Kabaağaç bölgesindeki köylere gidiyor.
Yükselen nehir suyundan geçerken, kısrağın ipini beline bağlıyor. Suyun derin olan kısımlarına geldiğinde düşüyor.
Kısrak bunu kıyıya kadar çekiyor ama bu arada boğulup ölüyor. Daha sonra köylüler cesedini buluyorlar.
Tanıyan olmayınca, orada gömüyorlar ve mezarına da “kimsesizin mezarı” diyorlar…
Babası suda boğulunca oğlu Qoco’yu, nenesi büyütüyor. Aile, 1900’lerin başında Elbistan Mirallı köyünden Nurhak Dağlarını aşarak Bozlar köyüne, oradan Pazarcık ovasındaki Deyliz’e gidiyor. Pazarcık Ovası sazlık, çok sıcak ve sivrisinek yatağıymış.
Baba Qoco, hayvanlarına daha serin bir yer ve otlak bulmak için Hatay’a (Kırıkhan ve Hassa) göçüyor. 1900-1910 yılları arasında Kırıkhan’a yakın bir alana yerleşiyorlar.
Hayvansal ürünler, kömür ve odun satarak geçinen “Qoco Ağalar” topluluğu, Kürtçeden başka bir dil bilmezken, o bölgenin tüccarları sayılan Ermenilerle alışverişleri sayesinde onlardan Türkçeyi öğreniyorlar.
Qoco Ağa, kısa boylu, çalışkan ve girişken biriydi. Ermenilerle sıkı işler (ticaret-alım satım) yapardı.
Bu sayede çevresindeki insanlara yardımcı olmuş; iş bulmuş, balta ve tarla gibi geçim araçları için kredi temin etmişti.
Hal böyle olunca insanlar, Qoco Ağa’nın çevresinde toplanmışlar. İş imkânları ve alanlarına dair haberleri duyan Elbistan ve Pazarcıklılar, bölgeye akın etmişler.
Bu tarihten sonra Gâvur Dağı ile İskenderun arasındaki bölgede Kürt aşiretleri kömür ve odun işleriyle uğraşmışlar.
Ağalık yanı ağır basan Qoco Ağa’nın (Mehmet Elbistan’ın babası) iki eşinden toplam dokuz çocuğu vardı.
Okuma-yazma bilmemesine rağmen kravat takar ve fötr şapka ile dolaşırdı.
Qoco Ağa halkının hak ve özgürlüklerini savunan, Irak Kürdistan bölgesinde özgürlük uğruna verilen mücadelelere ilgi duyan biriydi.
Aynı zamanda bilinçli bir yerel önderdi: Milletinin örf ve âdetlerine bağlıydı; Kürtçe konuşmaya ve geleneksel kıyafetleriyle dolaşmaya özen gösterirdi. Aile içinde de bunu uygulardı.
Bu münasebetle belirtmekte yarar var: Bilinen anlamda politikayla uğraşmayan baba Qoco Ağa, Kürt kimliğinin bilincinde olan duyarlı biriydi.
1937-38 Dersim olaylarında adı sıkça anılan Mehmet Nuri Dersimi (Baytar Nuri) kaçıp sığındığı Suriye, Lübnan ve Ürdün’de Türkiye istihbaratınca takip edilmekteydi.
Bu yüzden sık sık yer değiştiren Baytar Nuri, Bedirhan ailesinden birinin ricası üzerine Qoco Ağa’nın evinde geçici misafir kalıp korunmak durumunda kalmıştı.
Bu bilgiye ulaşan “MAH (bugünkü MİT) Bölge Başkanı, çeşitli suçlar işlemiş iki kardeşi, Qoco Ağa’nın Hatay Kırıkhan’daki evinde kalan Nuri Dersimi’yi öldürmekle görevlendirir. O tarihte bunlara 500 bin lira da rüşvet önerir. Fakat durumu anlayan Nuri Dersimi ile Qoco amca, bu ikisini evden kovarlar.” 1
Birinci Dünya Savaşı sırasında Qoco Ağa, Fransızlara karşı savaşmak için bölgedekilerle birlikte Maraş ve Antep’e gider.
Savaş sonrasında Qoco Ağalar topluluğunun ikâmet ettiği Hatay/Kırıkhan/Hassa toprakları Fransız denetimine girdiğinden, bu bölge sınırın Suriye tarafında kalır.
Qoco Ağa ile aşiret ileri gelenleri, Fransızlarla mücadele etmeye karar veriyorlar.
Durumu anlayan Fransızlar Koco Ağa’yı alıp sorguya götürüyorlar. Ağa, Ermeni tercümanlar vasıtasıyla Fransızlara, “Biz bu ülkenin sahibiyiz, yazın yaylaya gideriz, kışın buraya geliriz” diyor.
Fransızlar, bu sert ve harbi konuşmadan etkilenip kendisine bir vesika veriyorlar.
Baba Qoco Elbistan, işgal günlerinde bölgenin kontrolünü ve kendi topraklarını kaybetmemek gayesiyle Fransızlarla diyalogu sürdürüp, onlara meydan ziyafeti vermeyi teklif ediyor.
Ağa’nın kendi bölgesinde etkin olması ve çevresinde kalabalık bir kitlenin bulunması Fransızların dikkatini çekiyor.
Yetkililer, onu ziyaret etmek istiyorlar. Bu haberi alan Ağa, herkesi seferber ediyor.
Gelinlerle kızlara ‘Düğüne gider gibi giyinip süslenin’ diyor. Kadın ve erkeklere, geleneksel Kürt giysileriyle mükellef bir meydan ziyafeti hazırlayıp misafirleri hoşnut edecek şekilde ikram etmelerini emrediyor. Emir, derhal yerine getiriliyor.
Maksat, Fransızlara aşiretin gücünü göstermektir. Gördükleri muameleden etkilenen Fransızlar Qoco Ağa ile adamlarına silah vererek, onları, Kırıkhan tarafından Reyhanlı ve Kürt Dağı’na (Çiyayê Kurdan) kadar uzanan bölgenin asayişini temin etmekle görevlendiriyorlar.
O ve silahlı milisleri, atadan dededen kalma Kürt giysileriyle bölgeyi gezip dolaşıyorlar. Aynı kıyafetle resmi toplantılara katılıyorlar.
Suriye’yi yöneten Fransızlarla iyi geçinmeyi başaran Qoco Ağa, aynı dönemde Suriye’de sorumluluk üstlenmiş olan (sonradan Cumhurbaşkanı) General Charles De Gaulle ile görüşüyor.
Kendisine İskenderun’a kadar refakat eden Fransızlar, “gemiyle Fransa’ya götürmeyi” teklif ediyorlar ancak Ağa bunu kabul etmiyor.
Hatay’ın ilhak edilmesi konusunda Türkiye ile Fransa anlaşınca, Albay (sonradan General olan) Şükrü Kanatlı, Hatay’a girmek üzere harekete geçiyor.
O sırada çevrede, “Türk askeri gelirse Fransızlarla işbirliği yapan Qoco Ağa’yı kurşuna dizer!” söylentisi yayılıyor.
Denilen olmuyor. Albay Ş. Kanatlı’nın emri üzerine subaylarla köyden Kırıkhan’a kadar yayılan askerlere yemeklerini hazırlayan Qoco Ağa, bu sayede sonradan Kara Kuvvetleri Komutanı olan General Şükrü Kanatlı ile dostluk kurup bu sıkı ilişkisini sürdürüyor.
Kanatlı’nın önerisiyle askerin et ihtiyacını temin etme işini de üstleniyor.
M. Elbistan’ın anıları niyetine de okunabilecek söz konusu kitapta, 20’nci yüzyılın başlarında bilhassa Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında Maraş, Hatay, Halep havalisinde yaşayan Kürt, Arap, Ermeni, Süryani gibi gibi farklı etnik ve inanç topluluklarının hem dönemin yönetimleri (Osmanlı, Fransız ve Türk Cumhuriyeti) hem de birbirleriyle ilişkileri anlatılmış.
Op. Dr. Koco Elbistan, o günlerde çevredeki diğer topluluklarla ailesinin ilişkileri de anlatıyor:
Türkiye’den gelenlere her zaman iyilik yapıyorduk. Kürt, Türk ayrımı yoktu. Babam nahiyenin bir kısmını Türklere ayırdı. Ayrı gayrı bilmezdik. Annem mesela Kürtçe ve Türkçe konuşur ayrıca Ermenice bilirdi. Ama Türkler, yalnız Türkçe bilirler. Yani gayret edip biraz, şu konuşulan lisanı da öğreneyim gibi bir heves yoktu onlarda…
Ermenilerle ilişkilerimiz çok iyiydi. Doktorlarımız, zanaatkârlarımız hep Ermeniydi. Eli yüzü temiz insanlardı. Şık pantolonları Ermeniler giyerdi, Türkler ise şalvar giyerdi. Biz Ermenilerden gördük bunları, yani medeniyet Ermenilerdeydi…
Hatay’a Türk askeri gelince, Ermeniler hep kaçtılar. Okul da kapandı. Biz mecbur kaldık Türk okullarına gitmeye. O zamanlar Ermenilerin evlerini Kürtler, Türkler, parası olanlar aldılar. Satmadan bırakıp gidenler de oldu. Bir kısmı da tahrip edildi… 2
Burada ara verip, Sinemilli aşiretine bağlı “Qoco Ağalar” ile diğer göçer toplulukların tarihinin arka planını bilmek açısından biraz daha eskilere gidelim.
Yoğun göç nedeniyle yaşanan demografik hareketler yüzünden oluşan güvenlik boşluğunu kapatmak maksadıyla 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı, göçebe veya yarı göçebe aşiretlerin iskân sürecini başlatıyor.
Bu konuda araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak’ın PİRHA haber ajansında yayınlanan 9 Şubat 2018 tarihli söyleşisinden bir alıntı yapalım:
“İç Toros bölgesindeki Kürtlerle, Rojava Kürtleri arasında tarihsel bir demografik, beşeri, siyasi, kültürel birliktelik vardı. Sonradan göç hareketleri de olmuş. Bir bölümü 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı’nın göçebe ya da yarı göçebe aşiretleri iskân etmesi sürecinde gerçekleşmiş.
Diyelim ki İç Toroslarda göçebe ya da yarı göçebe aşiretler (Bunlar sadece Kürt Alevi aşiretler de değil, Sünni Türk aşiretler de var: Cerit aşireti, Tecirli aşireti gibi), Osmanlıdaki Alman müşavir subayların önermesine uyularak yerleşik hayata geçiriliyor. Fakat kendi topraklarında bırakılmıyor, doğrudan Suriye’ye gönderiliyorlar.
Osmanlı yönetimi, Suriye’yi kendi doğal yerleşim yeri yapmak istiyor. Dolayısıyla bu aşiretler (hatta Maraş bölgesinden giden Kürt Kılıçlı aşireti de var aralarında) iskân edildiklerinde, oradaki sürgün aşiretlerle iletişime geçmek için Türkçe öğreniyorlar ve kendi dillerini unutuyorlar. Bunların bir bölümü topraklarına geri dönüyor. Osmanlı gösterilen yerde iskân edilmek şartıyla onları serbest bırakıyor.
Atatürk’ün etno-politika uzmanı Prof. Hasan Reşit Tankut, en temel Alevi Ocaklarını anlatırken birinin de Rojava ve Lazkiye bölgesinde olduğunu söylüyor. Üryan Hızır Ocağı, bu coğrafyadaki temel Alevi ocaklarındandır. Ocak, çevredeki Alevilere de hitap ediyordu. Sünni egemenlik içerisinde kalan Aleviler, ya onunla benzeşiyor ya da kimliklerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Nitekim katliamlara maruz kalan Ezdîler de Müslüman görünüyorlar… Onların durumu Alevilerden daha kötüydü.”
Mehmet Bayrak, Birinci Dünya Savaşı sonrası Şam Eyaleti-Halep havalisi olarak kabul edilen Afrin ile Kürt Dağı bölgesindeki hareketli günleri de anlatıyor:
“Daha Lozan’a gitmeden önce Ankara’daki hükümetin gerek İngilizlerle, gerekse Fransızlarla 1921-1922 yıllarında gizli anlaşmalar yaparak Rojava’yı (Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesi-FB) el altından İngiltere ve Fransa’ya peşkeş çektikleri ortaya çıkıyor.
Bunu haber alan Kürt Dağı (Çiyayê Kurdan) denilen bölgenin Kürtleri, kendi aşiret liderleri öncülüğünde atlarına atlayıp Ankara’ya gidiyorlar. Hâkimiyet-i Milliye matbaasında bir broşür bastırıyorlar. Adeta savaş güncesi tarzında kaleme alınan bu broşürün başlığı ‘Kürt Dağlıların Mutalebatı’ (Kürt Dağı Ahalisinin Talepleri) olup, Ankara’daki tüm milletvekillerine dağıtılıyor.
Bu muhtıra-mektup, (Ankara Hükümeti’ne sunulmuş) bir talepler dilekçesidir…
Kürt Dağı ahalisi (ve Güneydoğu’daki aşiretler-F.B.) Fransızlar ile İngilizlere karşı dimdik ayakta duruyorlar. Antep araştırmacılarına, mesela Prof. Cahit Tanyol’a göre, antiemperyalist yönelişle Fransızlara karşı mücadele eden 18 çeteden (vur-kaç taktiği uygulayan yerli milisler-FB) 14’ü Kürt idiler.
Nitekim bu direnişin yoğunlaştığı coğrafyalar günümüzde Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa diye anılıyor. Bunların tümü de Rojava’ya sınır olan Serxet (sınırı ikiye ayıran tren hattının üstü) kısmında kalan vilayetlerdir.”
Bu tespitleri pekiştirecek bazı isimler, Elbistanlı yerel yazar Arif Bilgin’in bir makalesinde geçmektedir:
“Fransızlara karşı hem yardıma hem de direnişe Elbistan halkının Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Sünnisi ve Alevisi ile birlikte omuz omuza katkıda bulunduğuna dair çeşitli sitelerde yayınlanan bilgileri de aktaralım:
Elbistan’ın (Alhaslı (Alxaslı) Aşiretinden Kalık Dede: ‘Köyümüzde, çevre köylerde eli silah tutanlar, bir milis gücü oluşturdular. Milisler, Fransızların geleceği yolları kestiler. Ben 8-9 yaşındaydım… Hatta Akçadağ ve Malatya köylerinde toplanan silah, giyecek ve yiyecekler de Elbistan ve Pazarcık üzerinden Maraş’a gönderiliyordu. Fransızların her tarafını milis gücü sardı. Fransızlar kaçmak zorunda kaldılar.
Türkörenli Tullo İbrahim Berktaş: Karahasanuşağı Aşiretinden Mıstılı Tullolara (Mıstıklı Kabilesine) mensuptur. Maraş, Antep ve Urfa’nın kurtuluş mücadelesinin üçünde de savaşmıştır. Antep Kurtuluşu’nun kahramanlarından Şahin Bey ve Karayılan’la birlikte savaşmıştır.
Keyfo Ağa: Ali İmamlardan. K. Maraş’ın kurtuluşunda görev alan askerler için toplanan erzakı Maraş’a taşımıştır.
Koco Elbistan: Gücüklü. Bu direnişe daha sonra katılmış. Hatay direnişinde Sökmenoğulları ve Zerdekeşli Hasan Hacey’in çetesiyle birlikte hareket ederek çok büyük yararlılıklar göstermiştir. Bunlar, Doğanşehir bölgesinden intikal eden yaklaşık 500 kişilik güç ile Maraş’ın kurtuluşunda savaştıklarını her fırsatta anlatırlarmış.” 3
Siyaset; Qocolar ailesinin yakın tarihine de damgasını vurur. 1959 yılına gelindiğinde, Kürt aydınlanmasını gözeten istihbarat teşkilatı, 500 Kürt aydınının tutuklanması doğrultusunda bir plan hazırlar ancak dönemin Kürt kökenli Dışişleri Bakanı (sonradan idam edilen) Fatin Rüştü Zorlu (Kürt Zorî aşiretinden) bu talebe karşı çıkar; bunun üzerine bu sayı 50’ye düşürülür.
Bu hadise, 49 Kürt aydınına atfen “49’lar Davası” olarak da bilinmektedir. Tamamı üniversite mezunu veya öğrencisi Kürt gençlerinden oluşan bu grubun iki üyesi de Dr. Koco ve Av. Sıtkı Elbistan’dır.
“Kırkdokuzlar Tevkifatı” veya “Kırkdokuzlar Davası” olarak da bilinen bu olayı, Dr. Koco Elbistan’ın anlatımından dinleyelim:
“1959 senesi ben son sınıftayım. Ankara’da kardeşlerimle birlikte kalıyoruz, arama yaptı polisler. ‘Ne arıyorsun?’ dedim. Kitaplarıma baktı, bir şey bulamadı. Okula gittik, kütüphaneye. ‘Neye bakıyorsunuz?’ dedim. ‘Bilmiyoruz, sen bilmiyor musun?’ dediler. ‘Yok bilmiyorum’ dedim.
Demokrat Parti’nin son zamanları, yılbaşından önce tevkif ettiler bizi. Ankara’dan trenle getirdiler İstanbul’a. Askeri Cezaevi’ndeki hücreye koydular. Baktık ki, ne kadar Doğulu genç varsa İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da toplamış hepsini içeri atmışlar. ‘Kürtçülük yapıyorsunuz’ diye.
Talebenin ne Kürtçülüğü olacak? Bir arkadaş gastecilik yapıyormuş o zaman Diyarbakır’da. ‘İleri Yurt’ diye bir gaste çıkıyordu. Onu tevkif etmişler İran hududunda. Yakalanınca şunlarla görüştüm falan demiş.
Mahkemeler başladı. ‘Ben doktor olucam, iki tane vizem kalmış, beni Ankara’ya sevk edin’ diyerek Mahkeme Başkanlığı’na müracaat ettim…
Rahmetlik babam birisini buldu. Eli kelepçeli trene bindirdiler beni… Ankara’ya geldik, tren garı inzibatlarla kuşatılmış. Ankara soğuk, hapishanesi var meşhur, siyasi mahkûmların olduğu yer.
Ders kitaplarımı istedim, ailemle görüşmem yasak. İmtihanlara giriyorum, mağdur vaziyette, eli kelepçeli… 28 Şubat 1960’ta mezun olduk. Geldik, yine cezaevine… 5-10 gün sonra zaten 16 Mayıs’ta tahliye oldum, 27 Mayıs’ta ihtilal oldu.
Kürtçülük mahkemesinde bile gülünç şeyler oluyordu. Bir arkadaş bana mektup yazmış, Kürtçe şiir yazmış. Kürtçe şarkı söylüyorlar, ne olacak sanki! Yani hükümetlerin Kürt kelimesinden korkmasından bir tuhaf oluyor insan.
Senelerce devam etti mahkeme, sonra beraat ettik. ‘Kırkdokuzlar’ diye geçer adı, yurtdışına çıkış yasağı vardı uzun süre.” 4
Özgürlüğe kavuşmasının ardından Koco Elbistan, hekim olarak çalışır. 1961 yılında geçirdiği bir kaza sonucunda tedavi olmak üzere gittiği Avusturya’dan Almanya’ya geçer ve orada kalır.
1960 yılında nişanlandığı eşi Zeynep hanımla Almanya’da evlenir. 1968’de Türkiye’ye dönerler. Önce İzmit ardından da Elbistan’da cerrah olarak görev yapar.
1979 yılında eşi ve çocuklarıyla birlikte tekrar Almanya’ya gider, yedi yıl kadar orada yaşarlar. Memlekete dönüşünün ardından Elbistan’da hekimlik yapar Koco Bey. 1988 yılında İstanbul’a taşınırlar.
Temmuz 2013’te vefat eden Dr. Koco’nun cenazesi, İskenderun Alevi Kültür Merkezi Cemevi’nden kaldırılır. İskenderunlu bazı Arap Alevi şahsiyetleri ile eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Dönen’in de katıldığı cenaze töreninde kalabalık bir kitle eşliğinde uğurlanır. 5
49’lar Davası’ından yargılanan ve sonradan avukat olan “Sıtkı Elbistan, iki kardeşinden farklıydı. Kendisine has bir yapıdaydı; zeki, değişken, cesur, yaman, gözünü budaktan ayırmayan ve karar verdiğinde hiçbir engel tanımayan bir mizaca sahipti. 49’lar Davası’nda adı olmasına rağmen kendisiyle ilgili herhangi bir belge ve aleyhte ifade olmadığından onu fazla ezmediler. Kısa bir tutuklamadan sonra serbest bırakıldı.
Çevresinde kabadayı, atılgan ve yiğit olarak nam yapmıştı. Avukatlık günlerinde dönemin İskenderun Emniyet Amiri’ni yazıhanesinde tokatladığı da bilinmektedir. Hatay’daki başka bir davada kısa süreli kaldığı hapishanede tam bir kabadayı gibi zaman geçirdiği anlatılır.” 6
Meraklılarına hatırlatmakta yarar var: “Yabancı devletlerin yardımıyla Türkiye’yi bölmek” suçlamasıyla yargılanan ve aralarında Musa Anter, Şerafettin Elçi, Dr. Naci Kutlay, Dr. Sait Kırmızıtoprak, Avukat Medet Serhat gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu sanıklar hakkında son karar 3 Mayıs 1968’de verildi. Bu kararla kimi sanıklar beraat ederken diğerleri çeşitli cezalar aldılar.
Üçüncü kardeş olan Mehmet Elbistan başka bir yoldan siyaset alanına girmişti:
O, Sanat Enstitüsü Makine bölümünde eğitim görmüş bir kişiydi. Her işe girip-çıkmıştı. 9 yıl orduda astsubay olarak çalışmış; ordudan ayrıldıktan sonra ziraat işleriyle uğraşmış, daha sonra Kanada’ya gitmiş, Alaska’da iş makineleri kullanmış, tamir yapmış bir teknik elemandı.
İki kardeşinin Kırkdokuzlar Davası’ndan yargılanması sürecinde kamu görevinden ayrılıp bir mücadele süreci içine giren Mehmet Elbistan, bu tarihten sonra siyaset alanına adım atmıştır. Şöyle bir portesi çizilmiş:
“O, her şeyden önce özveri ve fedakârlıkla bezenmiş, içtenlikli bir Kürt aktivist. Kendisine zarar verme potansiyeli olan birisinin bile yardımına koşan bir yardımsever. Bulunduğu her ortamda Kürt davasında bir taraf ve müdahil. Ülkeler hatta kıtalararası Kürt demokratik mücadelesinde bir koşucu.
Kürt halkının mesajlarını içeren bildiri, broşür ve dokümanları, sağlığının bozulmasına bile aldırmadan taşımaya devam eden bir emekçi. Yıllar yılı biriktirdiği değerleri paylaşmaktan geri durmayan bir gönül ve kadirbilirlik sembolü.
Eşi Feride Hanım’ın kızıyla evliliğinden dolayı akrabası olan Koçgiri ve Dersim’in baş tanığı Mehmet Nuri Dersimi (Baytar Nuri) ile yakın ilişki kurmuş; onun 1952’de Halep’te basılıp Türk Bakanlar Kurulunca Türkiye’ye girişi yasaklanan ‘Kürdistan Tarihinde Dersim’ isimli kitabını Avrupa’da bastırmış; ‘Hatıratım’ kitabının Avrupa’da ve Mehmet Bayrak’ın Ankara merkezli yayınevinde yayınlanmasını sağlamıştır.
Ünlü Kürt aydını Celadet Bedirxan’ın, Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü dolayısıyla Mustafa Kemal’e gönderdiği “Açık Mektup“, 1970’li yıllarda yine Mehmet Elbistan tarafından Almanya’da Hevra Yayınları, Türkiye’de Komal Yayınları tarafından basılmıştır.” 7
Hikâye, bundan ibaret olmasa da tadında bırakılarak burada sonlandırılması gerekir.
Kaynakça:
1. Mehmet Bayrak’ın PİRHA Haber ajansı tarafından yayınlanan röportajı, 9 Şubat 2020.
2. https://www.milliyet.com.tr/pazar/saz-dinler-cig-kofte-yaparim-5173000
3. Arif Bilgin, “Maraş Direnişine Katılan Elbistanlılar”, 1 Ocak 2021, https://www.elbistaninsesi.com/maras-direnisinde-elbistanlilar-makale,1623.html
4. Koço Elbistan, “Saz dinler, çiğ köfte yaparım; İnsanım ben” başlıklı röportajı, Milliyet Pazar, 15 Haziran 2003.
5. 8. Gün TV haber, 6 Temmuz 2013.
6. Bahsedilen iki kardeş Dr. Koco ve Avukat Sıtkı Elbistan hakkındaki ayrıntılar için şu kaynaklara bakılabilir: Doğan Ceren, Yorulmaz Bir Düş Yolcusu: Mehmet Elbistan, 2020; Tarih Vakfı ve Milliyet gazetesi işbirliğiyle yürütülen Tarihe 1000 Canlı Tanık Projesi: İçimizden Biri Koco Elbistan; Pazar-Milliyet, 15 Haziran 2003; Yazar Aziz Tunç’un derlediği Değerli Dostumuz Koco Elbistan’ı Ziyaret Ettik; Akel Vakfı dergisi, Mart 2009; Firaz Baran: Koco Elbistan ve Çocukları; Pazarcık gaz. Sayı: 5/2011.
7. Mehmet Bayrak, “İç Toroslardan Kürd Dağı’na bir sembol aile: Koco’lar ve Mehmet Elbistan” başlıklı yazı, ilk defa Yorulmaz Bir Düş Yolcusu: Mehmet Elbistan adlı kitapta yayınlanmış; izleyen yıllarda birkaç gazete ve dergide basılmıştır. Ayrıca bkz. İsmail Beşikçi, “Mehmet Elbistan” isimli yazısı, Kovara Bîr dergisi, 14 Ağustos 2020.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkis