Getting your Trinity Audio player ready...
|
Neresinden tutarsanız olmayan kolu bacağıyla elinizde kalacak bir eğitim sistemi içerisinde çırpınmaktayız malum. Her şeyin başı eğitim diyorduk ancak böylesini de kast etmemiştik. İyi bir eğitimin haddinden fazla ödevler ile not yarıştırmalı dönem sonu sınavları ve akabinde gelecek belirleme adı altında yapılan çoktan seçmeli maraton koşularında ter dökmek olduğunu sandığımız büyük bir yanılgı içerisindeyiz.. İzlenen bu süreçler ne yazık ki ne bilgi ve kültür anlamında bizleri muhasır devletlerin seviyesine eriştirebilmekte ne de vaat ettiği refah bir geleceğin yeterli ön koşulları sağlayabilmektedir. Maalesef ki aksine iyi bir insan, iyi bir gelecek, iyi bir evlilik, iyi birer ebeveynliği kısacası fiziksel ve mental anlamda sağlıklı kişilikler olma konusundaki her türlü beklentiyi karşılayabilmesi umuduyla dayatılan bu eğitim sisteminde oluşturulmuş programlamalar formalitede kullanışlı görünseler de uygulamaya gelince ihtiyacı karşılamada yetersizliğin dibine vurmuştur.
Artık kökten değiştirilme ihtiyacını adeta haykırma noktasına gelmiş bu sistem, insan yetiştirebilme amacına hizmet etmek şöyle dursun; amaçsız, mutsuz ve ruhsuz bir neslin zeminini hazırladığı gibi niteliksel olarak da hayat gayesine odaklı bir birikim ve donanım katamamaktadır. Nitekim her dört yılda bir fen ve matematik alanlarında 4. ve 8. sınıf düzeylerinde ülkeler arasında ortak müfredata dayalı bir değerlendirmeyi içeren TIMSS(Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması) ile, her üç yılda bir on beş yaşındaki öğrencilerin gerçek hayatta karşılaşması muhtemel bazı durumlardaki becerileri ölçmeyi hedefleyen PISA(Öğrenci Uluslararası Değerlendirme Programı) gibi genel geçer uygulamalarda ülke olarak sıralamamız pek iç açıcı olmadığı gibi yıllara göre pek değişiklik göstermeyen durumu da yukarıda da bahsettiklerimizin kanıtı niteliğindedir.
Ama tabii ki Einstein’ın da belirttiği gibi balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılamayı dayatan ve her bireyin aynı koşullar altında değerlendirilmesinin istendiği bir yarışta kâğıt üzerinde kalan rakamsal bazdaki başarı sembolleri tek başına asla yeterli olamazdı zaten. Okuduğunu anlama, problem çözme, matematik, fen ve bilim becerilerini ölçme amacıyla üç dört yılda bir neticelendirilen, temelde eğitim vee başarıları standartlaştırmayı hedefleyen PISA, TIMSS gibi sınavlar kâğıt üzerinde kalmaktan çıkarak gerçek hayata aktarımda ne derece başarılıdır, asıl bunu göz önünde bulundurmalı ve ona göre bir rota çizilmelidir. Zaten derinde yatan asıl sorun da budur; sınav anına odaklı bir ezbercilik anlayışı ile yapılan puanlamalarla sınıf atlatan eğitim sistemi, öğreticiliğe yönelik en ufak bir fayda sağlamamaktadır. Bunun sonucunda ise ne öğretmenler ne öğrenciler ne de veliler tatminkarlık duygusunu anlık olarak tatmaktan öteye geçememektedirler.
Hülasa bu tatminkarlığa düşkün öğrenci ve velilerin günümüzde maalesef ki ticarethanelerden farksız bir işleyişle yürütülen özel kurumlara rağbeti de hatrı sayılır çokluktadır. Bu kurumlara olan fazla yönelimin sebebi şişirme not vaatleri ile geçiş sınavlarında öğrencilere öncelik sağlatmasıdır daha çok. Ancak genel anlamda bakıldığında ücretine karşılık bireye kazandırdığı beceri ve donanımın kalitesinin tartışılır olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Şu açıdan bakıldığında gerek uluslararası sınavların gerekse özel-devlet okullarının müfredat ve içerikleri eşit sayılabilir belki ama buradaki asıl mesele eğitimin içerdiği kalitedir. Bu kalitenin yerleştirilebilmesi için öncelikli olarak okullar arasındaki nitelik farklarının en aza indirilmesi gerekmektedir. Ayrıca her bir çocuğun temel eğitiminde erişmesi gereken eğitim standartları belirlenerek bu standartlara ulaşmakta zorlanan çocuklara telafi ve yetiştirme eğitimleri düzenlenmelidir(Özoğlu, 2015).
Bir diğer kanayan yaramız ise meslek edinme arzusu ile üniversite bitirip eli boş kalan işsiz gençlik… Bu hadisede bir gencin karşısına iki vahim seçenek çıkar. Ya ataması, iş imkânı vs. olmadığını bildiğin ancak sevdiğin ve başaracağını düşündüğün bir bölümü okuyup işsizlik damgası ile karşı karşıya kalmak; ya da ucundaki parasal kazanç ve akabinde de evlilik ihtimalinin yüksekliği için istemediğin bir alanda uzmanlaşıp bu sefer de ruhsal anlamdaki doyumsuzluktan kaynaklı bir çöküntüye maruz kalmak. Her iki durumda da birkoşul ve toplum dayatması söz konusudur diyebilir miyiz? Evet, kesinlikle diyebiliriz. Oysa ki bizim akademik anlamdaki okul başarısından anladığımız vize ve finallerden “A” almaktan ibaret sayılmayıp başarının bundan daha fazlası olduğunun bilinci yerleştirilebilmelidir. Devamında da beden ve bilgi gücü ikilisi ile yaparak ve yaşayarak öğrenmelerin önü açılmalı ki böylelikle iki-dört yıllık üniversite dönemini, işi mutfağında çoktan kavramış kalifiye birer mezun olarak tamamlayabilelim. Lakin işleyiş bunun tam zıttı olduğu gibi bir de mezuniyet sonrası verdiğin emeğin karşılığı(!) diyeellerimize tutuşturulan diploma ile öylece kalakalmışlık da artık standartlaşan hayal kırıklıklarımızdan sadece biri.
Demem o ki diploma denilen o kâğıt parçası, kendi uzmanlık alanın dışında her teldeki meslekten çalabileceğin anlamına geliyor.Genelde de karşımıza çıkan, market sektörünün aranan elamanı olma trajikomikliğidir. Şu an içini bilindik birçok market zincirinin personellerinin meslek analizi mahiyetinde bir grafiğini çıkarılsa öğretmen, mühendis, avukat, mimar, iktisatçı vs. yüzdelik dilimlerde başı çekerlerdi kuvvetle muhtemel.
Düşünsenize on altı yıllık koca bir gençliği dershanelerle, liseye ve üniversiteye geçiş sınavları ile heba ettiriyorlar bize.Bununla da bitmiyor. Diplomanın yetersizliği ile de bilmem kaç yıl daha KPSS ve mülakat dertleri ile mesleki açlığınızı bir an önce dindirmek zorundalığına düşüyorsunuz. Ama süreçler genelde belirsizlik içinde işliyor.Tabii ki bu uğurda harcananların arasında en hafifi olarak maddiyat başı çekiyordur. O da yerine konabilecek bir kayıp olduğu için en hafif… Ama ya boşa giden zamanın, emeğin ve en önemlisi bir daha geri gelemeyecek olan en güzel yılların; gençliğin telafisi var mı? Bunun hesabını kim verecek? Bu coğrafyada çeşitli tüm mesleklerin icrasına ihtiyaç duyulduğu her fırsatta dile getiriliyorken o zaman neden gereken istihdam sağlanamıyor? Bu tutarsızlık niye? Bu durumda günümüz eğitim kıskacının sınav parkurlarında kıyasıya rekabetin pençesindeki başarının; başarı sayılmasından vazgeçilmelidir;sınavsız lise ve üniversite projesi ile fırsat eşitliği yaratılmalıdır. Bu süreçte de devlet, okumak isteyen her gence gereken yardımları esirgememeli, ihtiyaç sahibi her öğrenciye de gerektiği miktarda burs vermelidir (Prof. Dr. Haydar Baş, Sosyal Devlet Milli Devlet- Milli Devlet’te Eğitim).
Tüm bu iyileştirmelere ek olarak devlet; ülkenin birbiriyle kıyaslanamayacak derecede farklı düzeydeki koşullara sahip bölgelerinde eğitimi kaliteli bir şekilde dengelemelidir (Prof. Dr. Haydar Baş. Sosyal Devlet Milli Devlet- Milli Devlet’te Eğitim).
Yazımızın tamamında resmettiğimiz bu acı tablo, özgürce ve ahlakice yaşamayı hak eden irade sahibi hiçbir bireyin insancıl hayat gayesine hitap etmemektedir. Evet her şeyin başı eğitim diyoruz ancak eğitim; sıhhatine kavuşmadıkça ve insana tam anlamıyla hizmet edemedikçe mutlu bir neslin önü hep duvarlarla ve dik yamaçlarla karşılaşmaya devam edecek.
İnsanları aynı dişlinin bir parçası olarak göremeyiz. Bunun yerine; insanın bilgilenme ihtiyacı hakkıyla karşılandığında, kendisine kabiliyet ve isteklerine özgü bir öğretim hayatı sunulduğunda ve akabinde de insanlar başka bireylere muhtaç olmadan yaşama haklarını elde edebildiklerinde asıl o zaman tamamıyla özgürleşmiş olurlar (Prof. Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli-Milli Ekonomi Model’inde İnsan).
Gelecek için hedeflenen eğitim gayeleri ise özünde şunları barındırmalıdır:
-İnsanın kendi özündeki değerlerinin ortaya çıkarılması
-Milleti millet yapan ortak değerlere sahip ve hem çağdaş bilgileri bilen hem de bilimi daha ileriye taşıyacak bir donanıma sahip nesillerin yetiştirilmesi (Prof. Dr. Haydar Baş. Sosyal Devlet Milli Devlet- Milli Devlet’te Eğitim).
Yazan – Nur Öztürk