Advert Advert
  1. Haberler
  2. Röportaj
  3. İşçilerin “Akkuyu Raporu”: PE Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı röportajı

İşçilerin “Akkuyu Raporu”: PE Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı röportajı

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Getting your Trinity Audio player ready...

Emek hareketinin yükselişe geçtiği, farklı sektörlerden emekçilerin omuz omuza vererek haklarını elde etmek amacıyla yurdun değişik köşelerinde mücadeleye girdikleri, hayat pahalılığına, zamlara karşı seslerin daha gür bir biçimde yükselmeye başladığı bugünlerde Türkiye’nin en önemli ve en tartışmalı yatırımlarından birinde “ekmek kavgası” yürüten; ağır ve uzun çalışma saatleriyle, angaryalarla, sağlıksız barınma ve beslenme koşullarıyla, keyfi dayatmalarla, toplu işten atmalarla sürekli biçimde sınanan Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşaatı işçilerinin “birbirini tamamlayan röportajlar” şeklinde hazırladıkları İşçinin Akkuyu Raporunu kamuoyunun dikkatine sunuyor, adeta esir kampına dönüştürülen Akkuyu’ya ve bu cehennemin “ücretli kölelerine” hak ettikleri ilginin gösterilmesi, yasaları hiçe sayan uygulamalara karşı tepki verilmesi için dayanak oluşturmasını diliyoruz.

Akkuyu Dayanışma Ağı’na ve raporun hazırlanması için emek veren işçi kardeşlerimize sonsuz saygı ve teşekkürlerimizle…
Öncelikle Dayanışma Ağı ile başlayalım ve soralım: Akkuyu Dayanışma Ağı nedir? Niçin kuruldu, hangi ihtiyaca karşılık geldi, bugüne kadar neler yaptı?
HANİFE: Dayanışma Ağı 2022 yılının Ocak ayında kuruldu. Akkuyu’da çalışan bir arkadaşımızın gerekçe gösterilmeden kartı iptal edilerek işten çıkarılması ve diğer arkadaşlarımızdan da bu yönde bildirimler gelmesiyle bu konuda bir haber hazırlandı ve Patronların Ensesindeyiz hattına iletildi. Haberin yayınlanmasından kısa bir süre sonra da aynı şekilde mağdur edilen birçok işçiden ihbarlar akmaya başladı. Görüştüğümüz her işçi bizi başka bir işçiye yönlendiriyordu. Sayı hızla arttı ve konunun takipçisi, “hukuki-siyasi-moral” destekçisi olmanın yetmediği bir noktaya ulaşıldı. Daha güçlü ve seri adımlar atmamız, dayanışmayı büyütmemiz gerekiyordu. Temas ettiğimiz tüm işçilerle toplantılar, görüşmeler yaptık, çeşitli önerileri ele aldık, sorunları ve ihtiyaçları tartıştık. Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı bu sürecin sonunda ortaya çıktı.

İlk günlerde Sipahili kampında odaların kapasitesinin artırılmak istenmesi üzerine bir eylem yapıldı. Sonrasında arkadaşlarımız işten çıkarıldılar. Hızla haberleştik ve avukat arkadaşlarımızla beraber oraya giderek bir toplantı yaptık. Olan biteni dinledik, sorunları değerlendirdik, haklarını anlattık. Sonrasında bir haber hazırladık ve yayınladık. Arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu bir gün sonra işe geri çağrıldılar.

Kısa bir süre sonra işçi haklarını daha detaylı biçimde ele aldığımız bir avukat buluşması, bilgilendirme toplantısı gerçekleştirdik. Arkasından, maaşlarına zam yapılmayan işçilerle beraber eylem örgütledik, her tür desteği sunduk. Haftalarca kamplarda işe başlamak için bekletilen işçilerle görüştük, işten atılanlarla ilgilendik ve temas ettiğimiz her işçiyle beraberce mücadele etmenin, dayanışmayı örgütlemenin yollarını aradık. Kuruluşumuzun üzerinden bir ay geçmeden Dayanışma Ağı olarak yola çıktığımız insan sayısının üç katına ulaşmış olduk. Aramıza katılan arkadaşlarımız başka işçileri davet ediyor, Patronların Ensesindeyiz çalışmasından ve Dayanışma Ağı’ndan söz ediyor, sınıf dayanışmasını büyütmek için ter döküyorlardı. Böyle böyle büyüdük ve yol aldık. Artık sorunlardan hemen haberdar oluyoruz. Ödenmeyen maaşları, elektrik kesintilerini, iş kazalarını, yol parası olmadığı için memleketine gidemeyen işçileri biliyoruz. Farklı kamplardan, farklı firmalardan, farklı şehirlerden işçilerle bir arada olduğumuz için sorunlara çözüm üretmede ve adım atmada daha rahat davranabiliyoruz. Siirtli bir işçi mağdur edildiyse, sıkıntıya düştüyse Dayanışma Ağı’mızdan Siirtli bir işçiyle temas etmesini sağlayacak kadar zenginliğe ve avantaja sahibiz artık. İşten atılan bir işçiyi memleketinde karşılayacak, onunla dayanışma içinde olacak arkadaşlarımız var.

Biraz daha detaya gireyim: Akkuyu NGS inşaatında ortalama 15 bin işçi çalışıyor ve çok yoğun bir sirkülasyon söz konusu. Ülkenin hemen her şehrinden işçiler geliyor burada çalışmak için. Onlarca işçinin çıkarıldığı gün onlarcası da işbaşı evraklarını hazırlamakla uğraşıyor. Santral faaliyete geçtiğinde 4 bin kişinin çalışacağı söyleniyor ve bu devasa “yatırımın” tahmini hizmet ömrü 60 yıl. Yani bizim buradaki faaliyeti, emek sömürüsünü yok saymamız, görmezden gelmemiz; kısa sürede biter, düzelir kanaatiyle geçiştirmeye yönelmemiz mümkün değil.

Akkuyu NGS inşaatında yaşananlar, tek kelimeyle, insanlık dışı. Sömürünün, zulmün sınırı yok. Üzerine malzeme düşen bir işçinin cansız bedeninin yanı başında onlarca işçi mesaiye zorlanıyor. Servisin altında kalarak ayakları kırılan bir işçi yerden kaldırılmadan onlarcası servise tıkıştırılmaya çalışılıyor. İnsanlığın bütün kazanımları, birikimi, değerleri gaddarca çiğneniyor Akkuyu’da. İşçiysen, insan değil, patronların gözünde bir “mesai kartısın” sadece. Yeşil yanarsa geçerlisin, kırmızı ışık yanarsa anında kapı dışarı edilecek cesetsin. Ailen, faturaların, kredin, kiran, hayallerin, emeğin, alın terin de öyle… Bu yüzden bir araya geliyoruz, örgütleniyoruz, dayanışma gösteriyoruz, emeğiyle geçinen insanların lâyık oldukları onurlu yaşama kavuşabilmek için mücadele ediyoruz. Akkuyu’dayız, varız, her geçen gün daha da kalabalıklaşarak var olmaya devam edeceğiz.

SERHAT: Benim bulunduğum Güneydoğu bölgesi dışarıya daha fazla göç veren, yoğunluğu inşaat işçilerinden oluşan bir bölge. Bu bölgeden Akkuyu’ya çalışmaya giden insanlar, orada yaşadıkları sorunlar karşısında eziliyor, ne yapacaklarını bilemez halde memleketlerine, evlerine dönüyorlar. Dayanışma Ağı ile beraber çözüm aradığımız, beraber karar verdiğimiz bir süreç işletiyoruz. En ücra köyde olanla da en yakın olan insanla da görüşme fırsatımız oluyor. Tek düşündüğümüz şey dayanışmayı, dayanışmanın gücünü birlikte yaratmak. Maaşı yatmayanın, sigortası eksik yatanın, içeride akrabası olanın, sorunlar yaşayanın yanında oluyoruz. En ücra yerlerde bile olsalar dayanışma ile beraber insanlar birbirlerine, çevresindekilere, halen aktif olarak çalışanlara, işsiz kalıp da uzakta olanlara ulaşmayı başarıyor. “Ne yaparız” diye tartışıyorlar. Belki bir dağ arkasında ama yan yanalar. Omuz vermeye, bu coğrafyanın sarp kayalarında dayanışmayı büyütmeye, dayanışmanın temsilcilerine sahip çıkmaya, dayanışmayı kuvvetlendirmeye, yeniden üretmeye ve içerideki arkadaşlarına, çalışana, işten kovulana destek olmaya çabalıyorlar.

Akkuyu’da çalışmaya nasıl karar verdin? Neler yaşadın?
İSMAİL: Öğretmenlik mezunuyum ama atanamadım. Ailemi geçindirmek için çalışmak zorundaydım. Son çalıştığım iş yerinde asgari ücret bir yerden sonra bana yetmemeye başladı. Her ay daha çok borç içine giriyordum. Akkuyu maaşı cazip geldi. Orada çalışan bir arkadaş vardı, ismimizi formene yazdırdı. Orada sistem şöyle işliyor. Herkes işe koymak isteği arkadaşının adını formene veriyor, formen o ismi insan kaynaklarına gönderiyor, insan kaynakları size randevu veriyor. Gidiyorsunuz, iki ya da üç günde sigorta girişini yapmak için sıranın size gelmesini bekliyorsunuz, sonra bir hafta kadar kapı girişi izninizin onaylanmasını bekliyorsunuz. Sizi tekrar aradıklarında da işbaşı yapıyorsunuz.

HAMİT: Yoksulluğun sırtımda oluşturduğu nasırın hem 12 yaşına hem de sanayiye girerek farkına varmıştım. Bizim buralarda 12 yaşına gelindiğinde geçim yükü yüklenir sırtınıza. Herkes “Artık ailene yük olma, çalış” der. Sanki daha öncesinde çalışmamışsın ya da 30 yaşına kadar yan gelip yatmışsın gibi toplum baskı yapar çocuk yaşta çalışman için. Kısaca bilgisizliğin ve cehaletin yükü sırtımızdaydı. Şimdide başka 12 yaşların sırtında… Sanayide çalıştığımda hep derlerdi: “Mühendis gelip yaptığınız işi kontrol edecek.” Gelince dünyalar benim olurdu. Çünkü iş kontrol edilirken 10 dakika da olsa dinlenir, çalışanlarla beraber izlerdik mühendis beyi. İş yaparken üstü tertemiz, yorulmuyor ve istediği zaman dinlenebiliyordu. Hayal ederdim mühendis olup daha iyi koşullarda yasamayı. Ben koşulların iyi olması için okurken koşullar daha da zorlaştı. Sabah kalkıp okula, sonra işe. Benim hafifletmek istediğim yük daha da ağırlaşmıştı. Fakat yılmadım çabaladım ve mühendisliği kazandım, okudum. Artık benim de yıllar önce dükkâna gelen abi gibi bir diplomam vardı. Okul bitince iş aramaya başladım. Nereye gittiysem ya bir referans, tanıdık istendi ya da ihtiyaç olmadığı söylendi. Üç ayı her gün birilerini arayarak, CV’mi birilerine göndererek geçirdim. Üç ayın sonunda Akkuyu Nükleer Santralinde işçi alımı yapıldığını duydum. Orada çalışan bir abiyi aradım ve dedim ki: “Ben makine mühendisi olarak mezun oldum, iş varsa gelip çalışayım.” Mühendis alımı yapılmıyor, sen işçi olarak gel, ben iki üç ay sonra seni mühendis olarak bir yere koyarım, dedi. Bindim şehirlerarası otobüse ve Akkuyu’da indim. Benim gibi çalışmak üzere gelenler geceden inmişler ve saatlerce dışarıda bekletilmişlerdi. İlk günümde işe girişler için gerekli evrakları doldurdular. Yüzlerce insan sıra bekliyordu ama ilgilenen kimse yoktu. Bana gelmemi söyleyen kişiyi arıyordum, “Ben üç dört gün bekledim, sen de bekle, her şey Rusların elinde” deyip telefonu kapatıyordu. Muhatap olacak kimse yok, herkes elde telefon çalışan tanıdıklarını arıyor. Saat 8 olduğunda biri geldi, “Ben yetkiliyim, biraz bekleyin, giriş için alacağım sizi” dedi. Sonra o da kayboldu. Bir saat sonra geldi, elimize evrakları verdi, doldurmamızı istedi. Evrakları doldurduk. Ertesi gün gelip giriş yapmamızı istedi. Bizden önce gelenlerin bir kısmı “Bu ne rezilliktir” deyip memleketlerine dönmeye karar verdiler. Ben de bir an için dönecek gibi oldum fakat işin ucunda mühendislik olduğu için sabrettim. Girişimi yaptırdım, üç buçuk ay çalıştım orada.

HAYRİ: Benim çalışmak için gidip çalışamadığım bir hikâyem oldu Akkuyu ile. 10 Aralık’ta evraklarımı verip kampta beklemeye başladım. Aradan günler geçti, işe çıkamadım. Sonra 22 Ocak’ta sigorta girişim yapıldı ama yine “Sahaya çık” denilmedi bana. 27 Ocak’ta Covid testim pozitif çıkınca kamptan çıkarıp bir otele yerleştirdiler beni. Sonra da arayıp “Seni işten çıkardık” dediler. Ben buraya ailemi geçindirmek için geldim ama bir gün bile çalışamadım. İki ay bekledim, kamp koşulları yüzünden hasta oldum ama raporluyken beni işten attıklarını söylediler.

Günde kaç saat çalışıyorsun? Mesai şartların nasıl?

MEDET: Sabah saat 06.40’ta evimden çıkıyorum, saat 07.00’da servise biniyorum, 07.30 gibi nizamiyeye varıyorum. Kapıdan kart okutup uzun kuyrukların olduğu servis sırasına geçip oradan 15-20 dakikalık yol ile görev alanıma ulaşıyorum.

Mesai sabah sekizde başlıyor. Akşam 17.30’da kullanmış olduğumuz ekipmanları toplayıp 17.45’te bitiriyoruz. 18.00’da içerden servise binip nizamiye kapısına gidiyorum. Yemek molasını saymazsak 9 saatten fazla çalışmış oluyorum günde. Evimden çıkıp evime gelmem 13 saati buluyor.

AZMİ: Bizim mesai sabah yedide başlıyor. 10’da çay molası, 12’de öğle yemeği, 16’da yine çay molası, 16.30’da mesai bitiyor. Çay molaları 15 dakika, öğle yemeği 1 saat.

MEDET: Öğlen 1 saat yemek molası var ama bu mola yemekhane sırasında bitiyor.

AZMİ: Cumartesi günleri de bu şekilde çalışıyoruz. Sadece Pazar günleri tatil.

Maaş? Mesai ödemeleri?
AZMİ: Mesailer doğru verilmiyor. Kafalarına göre mesai yazıyorlar. Hiçbir zaman işçinin fazla mesai saati ile işverenin fazla mesaisi birbirini tutmuyor. Bize ne verilirse onu kabul etmek zorunda kalıyoruz. Hakkımızı arayabileceğimiz bir yer yok. İtiraz etsek kimse dinlemiyor. Maaş ödemesi için belli bir tarih yok, hep farklı tarihlerde ödeme yapıyorlar. Eksik yattığı zamanlar oluyor ama ne kesilmiş, niye kesilmiş bilmiyoruz. Cevap verecek kimse de yok.

FATİH: Bizim maaşımıza Ocak ayında zam yapılmadı. Diğer firmalarda çalışanlar %36 zam alırken biz 2021 maaşıyla çalışmaya devam ettik. Bunu yetkililere sorduğumuzda da cevap alamadık. En sonunda protesto etmeye karar verdik ve beş yüzden fazla işçi bir araya gelerek bir sabah vakti çalıştığımız şirketin ofisine doğru yürüyüşe geçtik. Orada içimizden temsilci seçtiğimiz arkadaşlarımızla firma yetkilisi arasında yapılan görüşmeler sonucunda maaşlarımızın cuma günü yatırılacağı ve istediğimiz zammın verileceği söylendi. Ama biz bunun yazılı olarak da onaylanmasını istedik. Bir diğer şartımız da eyleme katılan hiçbir işçinin işten atılmamasıydı. “Verdikleri sözü tutmazlar, zam yapılmazsa veya bir arkadaşımız bile bu sebeple işten atılırsa yine eyleme çıkacağız” dedik firmaya.

MUSA: Buradaki işçiler 11 veya 12 saat boyunca çalışıyorlar. Maaş konusunda, bırakın hakkını almayı, yarısını bile alamıyorlar çünkü insanların sırtındaki yük ağır, kazanç ise neredeyse yok. Bunun sebebi taşeronluk sistemi. Birçok firmada maaşların üç ay ödenmediği oluyor. Buna itiraz etme hakkın da olmuyor. İtiraz edersen kartın direkt iptal ediliyor.

İş güvenliği önlemleri ne durumda? İş kazaları olduğunda zarar gören işçiler için neler yapılıyor?
İSMAİL: Her şirketin işe başlamadan önce can güvenliklerinin sağlanması ve zarar görmelerinin önlenmesi için işçilere vermeleri gereken bir iş güvenliği eğitimi vardır. Bize bu eğitimi Büyükeceli’de bir Osgb verdi. İş güvenliği uzmanı elimize birer kalem tutuşturup bir şeyler anlattı, arada başparmağını kaldırıp “Aranızda konuşmayın, yoksa onay vermem” diye tehdit etti, o kadar. Bir saatlik eğitim ile nükleer santral gibi çok tehlikeli bir inşaat sahasına gönderdiler bizi.

Ben dördüncü reaktörde çalışıyordum. Bizim dördüncü reaktör temeli, büyük bir çukur içine kazılmış yaklaşık beş metre derinliğinde ve geniş bir alanı kapsıyor. O çukurdan yukarı çıkmak için başta kepçe bir yol yapmıştı ama sonra o yolu nedense bozdu. Biz yemekhaneye gitmek için bu yolu tırmanmak zorunda kalıyorduk ama nasıl bir yol. Aşılması zor engellerle dolu bir parkur gibiydi ve farklı aşamalardan oluşuyordu. Başlangıç zili 11.30’da çalıyordu ve önce, takriben 5 metrelik çukuru koşarak çıkıyordunuz. Burada dar bir yol vardı, yukarı çıkan herkes neredeyse birbirini ezercesine çıkmak zorundaydı. Birinin yanlış bir hareketi, diğerini patika yoldan aşağı yuvarlamaya yetiyordu. Parkurun bu aşamasını atlatanlar ikinci aşamaya geçiyordu. İkinci aşama, 100 metrelik yarış gibiydi, herkes var gücüyle koşuyordu. Kalıpçıların çaktığı tahta merdivene doğru koşarken hızlı olunmalıydı. Öyle bir sürü psikolojisiydi ki, sıra o kadar uzundu ki sanki o yüz metreyi birazcık geç aşarsak mağlup olacakmış gibi hissediyorduk. Tahta merdivene ilk varanlar şanslıydı, hızlıca çıkıyorlardı. Varamayanlar ise merdivenin yan tarafındaki rampadan koşarak düşe kalka çıkmaya çalışıyorlardı.

Maratonun üçüncü aşamasında engelli koşu vardı. Yağmurdan dolayı her taraf çamur oluyordu, temizlik için gönderilen kepçe tüm çamuru yolun kenarına yığmıştı. Ayak bileklerinize kadar çamura batıyordunuz, bu sebeple hızlıca atlamanız gerekiyordu. Son aşama ise herkesin kâbusu yemek sırasına girmekti.

Bu maraton günde iki kez tekrarlanıyordu. Bir gün bu durumu anlatmak için bir iş güvenliği uzmanının yanına gittik. Biz daha söze başlamadan yanımdaki arkadaşa “Kartını çıkar! Neden üstünde yeleğin (firma adının yazdığı yelek) yok?” dedi. Arkadaş çok sinirlendi ama kendine hâkim oldu ve uzun uzun yaşadıklarımızı anlatarak oraya bir yol yapılması gerektiğini söyledi. “Biz canımızın derdindeyiz, yeleğimizle uğraşmayı bırakıp gerçek işinize dönün” diye bitirince o uzman çok utandı ama yol gene yapılmadı.

Sonra bizi bir süreliğine birinci reaktöre gönderdiler. Orada yüksekte çalışacaktık. Hepimize emniyet kemerleri verdiler. Yarım saat cebelleştik ama takamadık. Üç kişi el ele verdik, bir arkadaşımıza giydirmeye çalıştık, gene olmadı. Sonra ustabaşı geldi, o da takamadı. Bizi öylece, hiçbirimize kemer takmayı öğretmeden iskelenin tepesine çıkardılar. Bir kaza olsa emniyet kemeri verildi diyerek olayı kapatırlardı.

HAMİT: Bize ilk gün “Kendi önleminizi kendiniz alın” denildi. Her gün her alanda onlarca tehlike görürsünüz ama bunlarla ilgilenen çıkmaz, kimse kontrol edip ortadan kaldırmaz. Ölümler olunca da “Kader” der geçiştirilir.

Şahit olduğunuz iş kazaları var mı? Firmalar böyle durumlarda ne yapıyor?
İSMAİL: Bir işçinin, matkabı çalıştırmak için kullandığı seyyar kablonun suyun içine girmesi nedeniyle akıma kapılarak öldüğünü duydum. Sonrasında bu konuda hiç konuşulmadı, olmamış gibi sürdü şantiyede her şey.

HAMİT: Akkuyu’da gerçekleşen kazaların çoğu ihmalden kaynaklanıyor. Yaralanma halinde işçiye birkaç gün izin veriliyor, dinlendiriliyor. Ölümle sonuçlanan kazalarda ise işçi ailelerine tazminat verilip işe aynı şekilde devam ediliyor.

Sahanın çok büyük olması ve gerekli tedbirlerin alınmaması iş kazalarına zemin hazırlıyor. Sırtını sağlam yere dayayanlar, zaten tehlikeli ve çok riski olan şantiye alanında güvenli trafik için konulmuş hız limitinin 20 kilometre üstüne çıkarak keyiflerince araç kullanabiliyor veya kendi “güvenliklerini” ofiste kalarak sağlayabiliyorlar. Yetkililerin umurunda değil. Bu arada biri bu sorunları gündeme getirir, itiraz ederse o kişi ertesi gün kendini kapının dışında bulur. Burada yaşanılan bazı kazalara tanık oldum, bazılarını da arkadaşlardan duydum. İşe başladığım ilk günlerde iskeleden birinin düştüğünü duydum. Zaten iskeleleri kontrol etmiyorlar. İskelenin sağlamlığını, o iskeleyi yapan kişi üstüne çıkarak kontrol ediyor. Üstüne çıktın, sağlamsa “bu iskele çökmez” diyorlardı. Bir de göz ile kontrol vardı. İskele kalfası göz ucuyla bakıp “Tamam arkadaşlar, bu iskele sağlam” diyebiliyordu. Düşen kişi sırt üstü düşüp belini kırmıştı. İskele alanlarına sağlıkçıların gelmesi 10-15 dakikayı buluyordu çünkü ilk yardım sepetinin nerede olduğunu bilip, kule vincin boşalmasını bekleyip, sonra sağlıkçıları bindirip yukarı vermeleri lazım. Bunun yerine her çalışma alanında bir sağlıkçı ekibi ve bir sepet bulunsa kaza geçiren kişi kurtulur. Neden bunu yapmıyor, umursamaz bir yol izliyorlar anlamış değilim. Rus arkadaş, bu işlemler yapılana kadar orada can verdi. Başka bir olay da şu: Sara hastası olan bir arkadaşı işe almışlardı. Arkadaş, gözümüzün önünde demirlerin üzerine düştü. Orada çalışanlardan biri hastalığını bildiği için arkadaşın ölmesine engel oldu. Tabii bu arada sağlık çalışanları zeminde vincin boşalmasını bekliyorlardı. Vinç boşaldı, geldi, arkadaşı öyle aldılar. Aynı yerde diğer gün arkadaşın biri toplanması gereken hurda demirlerin içine düşüp ayağını kırdı. Bir başka gün de sac parçası arkadaşın elini kesmişti. Revire gidip elini sardılar. Oradaki doktor “Çalışabilirsin, bu yaralanma çalışmana engel değil” deyip rapor vermemişti.

RIZA: Geçtiğimiz günlerde üst üste iki işçi öldü. Firma olayı örtbas etmeye çalıştı, başka bir şantiyede olmuş gibi göstermeye uğraştı. Herkes işine devam etmek zorunda kaldı. İşçiler bu konularda birbirleriyle bile konuşmaya korkar hâldeler. Soru soran, işten çıkarılıyor.

AZMİ: Bir iş kazası olduğu zaman veya herhangi ciddi bir olay olduğu zaman, o olayı kapatmak için her şeyi yapıyorlar ve başarıyorlar da. Buradaki kazaların bakanlık tarafından soruşturulduğunu hiç duymadık. İş kazasına dair bilgi paylaşan olursa tazminatsız çıkış veriyorlar. Hastane masraflarını bile kaza geçiren işçiye yüklüyorlar. Şirketin yaptığı tek şey, işçiyi hastaneye bırakmak. “İyileşirse alırız tekrar işe, iyileşmezse gönderin gitsin” diyorlar, çıkışını veriyorlar.

Sağlık ve temizlik önlemleri neler? Muayene olma, revir ve hastane süreçleri ile koşulları nasıl?
AZMİ: Burada hasta olduğumuzda işyeri doktoruna gidiyoruz ama bizi insan yerine koymuyor onlar. Sorunumuz ne olursa olsun aynı hapı verip gönderiyorlar. Aile hekimine gitmek istedim bir gün, bacaklarım ağrıyor ve çalışamıyordum. Oradaki doktor, “Akkuyu’dan gelenleri muayene etmiyoruz” dedi. Patronlar şikâyette bulunup “Bizim işçilere bakmayın” demişler. Onlara böyle bir mail gelmiş. “Bizim işçilerimize hiçbir koşulda rapor vermeyin” demişler.

HAMİT: Binlerce insan çalışıyor burada. Covid salgınında bile mesaiye bir dakika ara verilmedi. İşçilerin sağlığı kimsenin umurunda değil. Her yer çok kalabalık, her yer pis. Çalışanlar sürekli öksürüyor, salgın hastalıklar oluyor.

MUSA: Sağlık konusunda kesinlikle alınmış herhangi bir önlem yok. Pandemi var ama insanlar bırakın normal mesafeyi, yemek sırasında, çay sırasında yapış yapış, adeta et yığını gibi. Birinin hasta olması demek, bin kişinin aynı anda hasta olması demek. Revir veya hastane konusu ise başlı başına bir sorun. Burada hasta olmayacaksın. Olursan üstüne bir de azar yersin. Revire gidersin, doktorun uyguladığı tedavi sadece ağrı kesici vermek. Kimseyi muayene etmiyorlar. Eğer çok kötü durumdaysan kendi imkânlarınla dışarıya hastaneye gidersin. Bunun için de saatlerce uğraşırsın, kapıya gitmek için en az iki üç saat beklersin servis gelsin de kapıya gideyim diye…

Peki ya kamp koşulları? Barınma ihtiyacınızı karşılamaya dönük düzenlemeler, uygulamalar neler?
MUSA: Kamplarda normal şartlarda odalar dört kişilik ama altı kişi kalıyoruz. İnsanlar içeride nefes bile alamıyorlar. Yatakların birçoğu sorunlu, ranzaların birçoğu kırık ve eski. Ranzalar çift katlı oldukları için alt bölmede yatan kişi, üst ranzada yatan arkadaşının üzerine düşeceği korkusuyla uyuyor. Bazı kamplarda ise odalarda yedi veya sekiz kişi kalıyor. Banyo yapmak mümkün olmuyor. Her katta on adet banyo var ama bunun en az yarısı arızalı. Yüz kişi, 5 veya 6 banyoyu bekliyor ki sıra gelirse banyo yapabilsin. Ama sıra gelmeden sıcak su bitiyor. Lavabolarda sabun bulunmuyor. Temizlik konusu da büyük sorun. Çöp toplama hariç temizlik yapılmıyor. Isınma klima ile oluyor ama tabii birçoğu soğuktan çalışmıyor. Kliması çalışmayan arkadaşlar kendi ceplerinden elektrikli soba alıp ısınmaya çalışıyorlar. Elektrik kesildiği zaman soğukta kalıyor herkes. Toplam 3.500 kişinin kaldığı kampta sadece bir tane televizyon izleme yeri var, 50 kişi sığabilecek boyutta. Onun da çatısı yok. İzlemek isteyen olursa hasta olmayı göze alacak.
Yemekler nasıl? Dışarıdan yiyecek içecek temin edilebiliyor mu? Fiyatlar ne durumda?
AZMİ: Verilen yemekler, hafta içi hafta sonu olmak üzere, sürekli aynı: patlıcan, patates, pilav. Makarna ise standart. Bu yemekler çıkıyor her gün ve daima soğuk. İçlerinden kıl, böcek, tırnak ne ararsan çıkıyor. En az iki üç gün boyunca, daha fazla da olabilir, bekletilmiş bayat ekmekler veriliyor bize.

HAMİT: Yemekten dolayı hasta oluyor herkes. Kilo veriyor insanlar burada hızla.

MUSA: Artık işçiler bıkıp korktu bu yemeklerden, dışarıdan yemek söylüyorlar. Yeni lokanta açıldı kampın içerisinde, fiyatları dışarıya göre iki üç kat fazla. Yarım tostu bile 30 liraya yaptırıyorsun. Tabii kendilerine ait, Akkuyu ile anlaşmalı çalıştırıyorlar. Başka bir esnaf geldiğinde jandarmaya şikâyet edip ceza kestiriyorlar ve tezgâhlarını kaldırtıyorlar.
Kamp içinde market var ama fiyatları yüksek. Örneğin dışarıda 1 kilo domates 7 liraysa kamptaki markette 15 lira. Kantinde de normal satış yerlerine göre üç dört kat pahalıya satış yapıyorlar. Bir tane şampuanı bile 60-70 liraya satın alıyoruz. Bir tane 2,5 litrelik kolayı 20 liraya satıyorlar ve nedenini kantindeki satış görevlisi arkadaşlara sorduğumuz zaman, “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok, patrondan öyle emir geldi” şeklinde cevap veriyorlar. Bir litrelik su 10 liraya satılıyor. Kamptaki suların yarısı deniz suyu ve içilebilir suların durduğu su kabinlerinin hepsinin üstü açık. Merdivenlerin altına koymuşlar. Elbisesini yıkayan bir işçi kuruması için merdivenlerin askılılarına koyduğu zaman damlayan sular içilen suyun içine dökülüyor veya yağmur yağdığında sular doğrudan kabinlerin içine doluyor.

Mesai saatleri dışında şantiyede neler yapılıyor? İşçilerin dinlenme ve tatil zamanları için ayrılmış alanlar ya da tesisler var mı? Bir işçi çalışmadığı zamanlarda ne yapar, nereye gider?
AZMİ: Akkuyu kampında mesai saatleri dışında dinlenme veya sosyalleşme namına işçinin kullanacağı bir tesis, saha falan yok. Çıkıp gezmeye, pazar izinlerini dışarıda geçirmeye de işçiler çoğunlukla kalkışmıyor. Daha doğrusu bunu yapamıyorlar. Yaklaşık 15-16 saat işte geçiyor. Kamp alanına geldiğinde herkes bitik. Dışarı çıkıp gezecek takat kalmıyor. Paraya ihtiyaç var ve bu yüzden birçok arkadaşımız pazar günleri de çalışıyor. Çalışmayanlar da ya kampta kalıp dinleniyor ya da yakın ilçelere gezmeye gidiyor. Bazıları ailelerini görmeye gidiyor.
İşçi servisleri nasıl?
MEDET: Servisler yetersiz. Hiç temiz değil, bakım yok. Her gün sabah akşam yüzlerce insan servis sırasına girip dakikalarca bekliyor. Yağmurda, soğukta, sıcakta, karanlıkta hep bekliyoruz. Sonra onlarca kişi tıklım tıklım araçlara binip kampa ya da çalışma sahasına gidiyoruz.

YUSUF: Her yerde sıra bekliyoruz biz. Yemek için, tuvalet için, servis için… Her yerde her zaman yüzlerce kişi kuyrukta oluyor.

RIZA: İşçi servisleri bile tehlike kaynağı burada. Geçen hafta bir işçiye çarptı otobüs, ayakları kırıldı işçinin.

Kamp alanı dışındaki konaklama tesislerinde durum ne? Koşullar, verilen hizmetin kalitesi, kiralar, diğer ücretler?
ADEM: Ben kampta kalıyorum. Başka kamplar da var işçilerin konaklaması için yapılmış. Buralara da yine servisle gidip geliyorsunuz. Binlerce insan aynı kampta kalıyoruz. Rus çalışanların kaldıkları yerler ayrı. Onlar için şirket otel ya da ev kiralıyor.

MEDET: Ben kirada kalıyorum. Kira fiyatları inanılmaz derecede yüksek. Aylık kirası 1.500 liradan düşük ev bulmak imkânsız. Bu kiraya sahip evler bile servis güzergahlarına uzak yerlerde var ancak. Kiralar ortalama 2.000 lira ile 4.000 lira arasında eşyasız. Eşyalı evler 4.000 bin liranın kat kat üstü. Son zamanlarda Türk lirası değil, artık dolar üzerinden kira istenmeye başlandı. Bazı beyaz yakalılara 3.000 liraya kadar şirket destek veriyor ama Türk işçiler için böyle bir durum söz konusu değil.

İşten neden, nasıl ayrıldın?
YUSUF: 20 gün boyunca bizi koğuşlarda yatırdılar ve “Girişlerinizi hazırlıyoruz” dediler. Sonra dediler: Çıkışınız verilmiş. Nedenini sorduk, hiç bir neden söylemediler, “Bilmiyoruz” dediler. “Paranızı vereceğiz” diye bizi gönderdiler. Şimdi parayı vermiyorlar, “Ne parası diyorlar?” Birçok arkadaşımla beraber böyle mağdur kaldık, ne yapacağımızı şaşırdık. Durum bundan ibaret

HAMİT: Ben mühendisliği beklerken çıkışımı verdiler, hiç sebep bildirmeden. İsmail Abi vardı, hep derdi: Burası Akkuyu değil, Karakuyu. Benim Akkuyu maceram da böyle sebebini bile bilmeden bitti. Buradan çıkarılanlar neden çıkarıldıklarını bilmezler, kimse onlara cevap vermez çünkü. Kartın iptal edilir ve kapının önüne konursun.

HAYRİ: Birçok arkadaşımız benim gibi hiç çalışmadan, çalışamadan işten çıkarıldı. “Çıkışınız verildi, evinize gidin” dediler bize. Haftalarca çalışmak için bekledik, sonuç bu oldu. “Güvenlik soruşturmasından geçemediniz” diyorlar bazılarına ama bunu kanıtlayabilecekleri bir durum da gösteremiyorlar.

Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı’nda yer almaya nasıl karar verdin?
HAMİT: Buradaki sorunların artması ve bu duruma tepki gösteren kişilerin işten çıkarılması beni rahatsız ediyordu. Sonra ben de çıkarıldım sebepsiz yere. Araştırdıkça bu durumda yüzlerce işçinin olduğunu gördük. Peşinden Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı kuruldu ve ben de bu grupta yer aldım. Şu an ise hızla büyüyen bir kartopu gibi yuvarlanıyoruz dağın eteklerinden. Akkuyu’da bu sorunları yaşayanların sesini duyuran ve yarınlar için mücadele eden bu gruba ben de dâhil olmak istedim yani.

FUAT: Üç kardeş ana firmada işe başladık. Aradan bir süre geçtikten sonra güvenlik soruşturması bahanesi ile işten çıkarıldık. Önce ben çıkarıldım işten. Hâlen içeride olan kardeşlerimle dayanışma ağına başvurduk. Biz Dayanışma Ağı’ndan arkadaşlarla “Ne yaparız, nasıl mücadele ederiz, hakkımızı nasıl alırız” diye konuşurken diğer kardeşim işten çıkarıldı. En küçük kardeşim hâlen aktif olarak çalışıyordu 15 gün öncesine kadar. Dayanışma Ağı ile beraber işten çıkarılan ve hâlen çalışan arkadaşlarla aktif bir şekilde görüşüyoruz. Dayanışmanın önemini hem çalışan arkadaşlardan hem de işten çıkarılan arkadaşlardan görüyoruz.

ZEKAİ: Ben Ağustos ayında işe başladım. Bize, “Rus firması, şartları ve parası çok iyi” dediler. Ben ve benim gibi arkadaşlar 1000-1500 kilometre uzaklıktan geldik ama burada daha işe başlayamadan sıkıntılar başladı. Üç gün boyunca yirmi arkadaşımla Büyükeceli’deki camide yattık. İşlemler yapılana kadar 15 gün geçti. Bize beklediğimiz günlerin yevmiyesi de verilecek denildi ama verilmedi. Servis sıkıntısı yaşadık. Sabahın erken saatlerinde kalktık, yazın sıcağında güneşin altında bekletildik. Kışın soğuk ve yağmurlu zamanlarda servis bekledik, ıslandık, donduk. Bir saatlik yemek molasının 45 dakikasında kuyrukta bekledik. Kamp koşulları kötüydü, sıcak su yoktu, yemekler berbattı, bizlere tam anlamıyla insanlık dışı muamele yapılıyordu. İş güvenliği desen hiç yoktu, insan hayatı çok ucuzdu. Beş ay boyunca bu koşullarda çalıştık. Bir akşam, odalarda kalacak kişi sayısının 6 ile 8 kişiye çıkarılması kararını duyunca kampta eylem yaptık. Patronların Ensesindeyiz eylem haberini yayınlayınca Akkuyu bu kararından vazgeçtiğini söyledi ama birkaç gün sonra kartlarımız elimizden alındı. Eylem yaptığımız için kartlarımızın iptal edildiği söylendi. Evet, eylem yapıldı. Evet, biz de eyleme katıldık ve en öndeydik. Bugün olsa gene yaparız. Bizler sadece insanca yaşamak istedik. Bizler çok zor şartlar altında çalıştık ve en son 10 metrekarelik odalarda 6 kişi kalacağımızı söylediler. Bizler de buna karşı geldik. Adeta koyun gibi bizi sanki ahıra koyuyorlar. Kabul etmedik ve hakkımızı aradık. Eyleme katılan 4 bin kişi oldu ama sadece bunların içinden 45 kişinin çıkışı verildi. Bizler de Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı’ndan arkadaşlarla görüştük. Bizlere çok yardımcı oldular ve onların yaptığı paylaşımlar sayesinde çıkışı verilen arkadalar işe geri alındı. Şunu belirtmek istiyorum: İşçinin işçiden başka dostu yoktur. Birlik ve beraberlik içinde olmazsak parçalanırız. Bu yüzden bizler Dayanışma Ağı olarak arkadaşlarımıza her zaman destek olacağız.

Habere İnternet Sitemiz Üzerinden Ulaşmak İçin Lütfen TIKLAYINIZ

İşçilerin “Akkuyu Raporu”: PE Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı röportajı
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Advert
Advert
Giriş Yap

Sol Medya ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin