Getting your Trinity Audio player ready... |
Geçenlerde Atatürk’ ün Kurtuluş Savaşını başlatmak adına ilk ayak bastığı yer olan Samsun’da milli mücadele dönemini ve halkın minnetini temsilen dikilmiş olan anıta çirkin bir saldırı durumu gerçekleşti. Şu 21.yüzyılda ülkemiz adına gündem olunmaması gereken bir medeniyet ve vefa katlini yaşadık böylesi vahim bir olayda. Ancak oradaki asıl mesele iki kişinin bir olup da o heykeli devirmek istemesi değildi; çünkü Ata’mızın manevi anlamdaki heybeti zaten hiçbir kuvvetin yıkamayacağı kadar haşmetli.. O iki insanın kalkıştığı kötülükten taraf baktığımızda durum hiddet ve kin içerikli iken diğer taraftan bu kötü tavra tepkisini göstermekte haklı olan halk açısından baktığımızda bu tablodaki asıl mevzu Samsun halkının; o halkla beraber tüm Türkiye’nin birlik edişiydi. Nitekim orada -tüm asılsız ve her koşulda mantığa aykırı olan Atatürk düşmanlığının bahanelerinin aksine- taştan bir heykele değil, tabulara değil, putlara değil; Türkiye’nin mücadelesine adanmış kutlu bir ömre karşı duyulan minnet ifadesinden başka da bir şey yoktu. 1919’lu yıllardaki o cehalet dönemlerinde adeta bir ışık hüzmesi gibi yayılan o Milli Mücadele ruhu tıpkı o dönemde olduğu gibi bu anıtın çevresinde de tekrar yeşermiş bulundu resmen. Buradaki birlikte manevi anlamda millete çalınan bir Atatürk mayası mevcuttu. O maya ki bu vakte kadar bizleri kollayıp kenetleyen esas harç idi. Türk milleti bu kenetlenmeye daima sahip çıkmalı; bu kenetlenmeyi sağlayan yüce değerimizi en derininde hissetmeli, hayatının bir anında değil her anında onu kendine rehber edinmeli, her haliyle sahip çıkmalı, onda kendinden bir parça bulmalıdır. Onu sadece fikri ve askeri dehasının akabinde idealist bir eğitimci oluşuyla da değil; pek aşina olmadığımız daha doğrusu belli amaçlar doğrultusunda aşina olmamız engellendiği için de sonradan bilgilendiğimizde birçoğumuz tarafından şaşılan diğer pek çok meziyetleriyle de tanımak ve ona hakkını en iyi şekilde teslim etmek boynumuzun borcu. Bu haklardan ilkinin onun dinine bakışının çok hassasiyet dolu bir kıvamda gelişmiş olduğu gerçeğini kabul ve idrak etmek olduğunu düşünmekteyim. Özelikle onun bu yönüyle günümüzde nasıl bir şiddetle inkar edildiğini maalesef ki hepimiz biliyor bulunmaktayız. Nitekim yazımızda bahsi geçen anıta karşı yapılan saygısızlığın altında yatan en büyük sebep de budur kuvvetle muhtemel. Çünkü Ata’mızın dinsiz bir yaşam tarzı sürdüğünü ve onun dinsizliğinin sembolik olarak da putlaştırılarak dışa vurulduğunu(!) ısrarla savunan -hepimizin de kanayan yarası haline gelmiş olan mesele- ve aynı ısrarla onun hakkında İslam dini üzerinden de aksi propagandalar oluşturma batılına düşmüş büyük bir topluluk var içimizde. Bilakis hayır, Atatürk devletinin başında iken hiçbir haramı helale çevirecek şekilde hüküm vermemiş, dinine aykırı hiçbir artniyetli karara imza atmamıştır. Devrimler yaratan bir devlet kurucusu olarak laiklik adına gerçekleştirdiği hiçbir inkılâpta belki de onun kadar kimse dinini kırmızı çizgisi haline getirmemiş ve kimse onun kadar hizmet ederek gereken önemi hakkıyla vermemiştir İslâm’a. Atamızın bu yönüyle dosdoğru bir şekilde anlaşılmasına engel teşkil eden setleri yıkmak adına önce onu maddi manevi en doğru ve en şeffaf şekilde anlatan bir yol göstericiyle acilen tanışmalı ve bu sayede de gerçek Atatürk’ü özümseyerek milli ve manevi bütünlük içinde o ve onun fikirleri etrafında birleşerek yarınlarımızın tehditlerine karşı tıpkı bugünkü gibi kalkan vaziyetini almalıyız.
Öncesinde de dile getirmiş olduğuma istinaden şunu belirtmekte yarar görüyorum: baktığımız zaman, Atatürk hakkında doğru bilinen birçok yanlışın aslını ve eksik bilinen daha nice gerçeği, büyük bir vefa timsali olarak hakkını haklıya en iyi şekilde teslim edişiyle ortaya koyan bir yol gösterici olarak Haydar Baş Hocamızı örnek göstermekten müşerref duyarım; çünkü o konuşmak için huzurlara çıktığı her mecrada olabilecek en gür sesiyle gerçek Atatürk’ü, onun nasıl örnek bir dindar olduğunu haykırmaktan çekinmemişti, Ata’nın fikirleri etrafında toplanırsak, onu dinsizlik bahanesi ile bir köşeye atmaz isek bugünümüze ve yarımımıza asla zeval gelmeyeceğinin garantisi, bize olan öğretilerinin belki de en başında gelirdi. Onu dinlerken kalbinizde şüphesiz müthiş bir Atatürk aşkı doğar ve yarınlara duyulan korkunuz azalırdı.
Kıymetli Hocamızın eserinden Atatürk’ün dini hassasiyetini, yazımızla da ilişiği bulunan ufak ama ehemmiyeti büyük bir detayla örneklemek gerekirse; Mustafa Kemâl Atatürk Kurtuluş mücadelesini başlatacağı ilk konum olarak seçtiği Samsun’a hareket edeceği sırada eski yaveri Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey’ in ikazı ile karşılaşmıştı ve Rauf Bey ona Samsun’a hareket için bineceği geminin batırılacağı malûmatını vermişti. Bu malûmat dışında süreç içinde sürekli olumsuzluklarla karşı karşıya kalındığı ve kalınacağı belki doğruydu da. Ama buna karşın o; “Evladını(Peygamber Efendimiz s.a.v.) önüme rehber eyledim. Meydana çıkıyorum. Yüzümü utandırma”‘ diye halis bir duada bulunmuştu Hac-ı Bektaş dergâhında( Hoş Geldin Atatürk, sayfa 221, 2017). Kelimelerinde Allah’a, Peygamberimize duyduğu inanç ve güveni ifade edişinden ne kadar da belli değil mi dinine sığınışı. Ya da Millet Meclisi açılırkenki anda ellerini semaya tutarak tüm samimiyet ve teslimiyeti ile vatan için hayırlı olması temennisiyle dualar ederken ardından da o dualarla beraber Allah’a sunulan türlü dini amel ve niyetler.. Bu amel ve niyetlerle ilgili yine beni çok etkileyen birkaç tarihi detayı daha sıralamak ihtiyacı hissettim çok muhterem Hocamızın eserinden: “Meclisin açılmasından iki gün önce 21 Nisan 1920’de yayınlanan bir telgraftan bahseder Mustafa Kemâl Nutuk’ta: (…)1-Allah’ın lütfuyla Nisan’ın 23. Cuma günü, Cuma namazını müteakip, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. 2- (…)Hac-ı Bayram-ı Veli Cami-i Şerifi’nde Cuma namazı eda olunarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. (…)Bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. 3- (…)Vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle, hatim ve Buhari-i Şerif okunmaya başlanacak(…) 4- Mukaddes ve yaralı vatanımızın her köşesinde bugünden itibaren aynı sûretle hatm-i şerifler ve Buhar-i Şerifler okunmasına başlanarak, Cuma günü ezandan evvel minarelerde Salavat-ı Şerife okunacak(…)” (Hoş Geldin Atatürk, sayfa 482-483, 2017). Yine ;’Namaz ve Hikmet’, ‘Peygamberimiz’in Ahlakı’, ‘Kadir Gecesi’ gibi daha pek çok hutbeyi Cuma ve bayram vakitleri camilerde okutulmak üzere hazırlatmış olması onun İslam’ın en doğru bir şekilde aktarılması ve yaşatılması adına verdiği hizmetlerden sadece biriydi. Bunların dışında dönemin din alimlerinin Kurtuluş mücadelesinde ona sağladıkları destekler de onun bir nevi İslâm’a açılan bu harbin karşısında olduğunun kanıtıydı da aynı zamanda. Öyle ki Milli Mücadele’de halkı örgütleyen bu din alimlerinin haklarında idam kararları çıktığı ve aralarında şehit edilenlerin dahi bulunduğu halde Atatürk ve silah arkadaşlarının yanında yer almaktan bir an bile geri durmayarak halkın öncüleri olarak kurtuluş yanlısı fetvalar çıkardıkları bilinmektedir. Misalen; Yunan yanlısı valiye cevaben: “Vali Bey, bu sakalım, kanımla kızarabilir ama bu alna Yunan alçağını sükûnetle selamlamış olmanın karasını sürerek huzur-u ilahiye çıkamam” diyen İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi ya da İzmir’in işgali sonrası yaptığı konuşmasında: ” (…)Pek yakında bu toprakta yükselen kurtarıcının, Mustafa Kemal’in emrinde 1200 yılından beri uğrunda mücadele ettiğimiz İslâm dininin bugün içimizde yanıp tutuşan meşalesi bizi gazamızda, kutsal savaşımızda muvaffak ve muzaffer kılacaktır. Çünkü Hak uğrunda, vatan uğrunda, din uğrunda, millet uğrunda savaşıyoruz. Cenab-ı Hak bizimle beraberdir.” diyen Karadeniz Ereğli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasına hizmet eden Ahmet Nimet Hoca ve daha nicesi davalarındaki şanlı sebatlarını göstermişlerdir(Hoş Geldin Atatürk, sayfa 251,279).
Ayrıca belirtmek gerekir ki, kendisi de Bektaşi bir aileden gelme olduğu belgelerle sabit olan Atatürk’ün devlet erkanından irtibat halinde olduğu bazı kişilerle telgraflaşmalarında kendisinden ‘(…)Kutbu’l Aktab(tasavvuftaki en büyük makam) deyiniz anlar’ şeklindeki bahsedişleri ve yine bir yazışmasında kendisini “Selanik Meydan Dedesi’ olarak tanımlaması tarihi kayıtlarda dikkat çekici tabirlerdir.(Hoş Geldin Atatürk, sayfa 125-127, 2017)
Ayrıyeten başta Kurtuluş mücadelesinde manevi kuvvet olarak sonrasında ise vatan için alınmış kararlarında Bektaşi dedelerinin de kendisinin büyük destekçisi olduğu bilinmekle birlikte Ata’mızın kendisinin de Mevleviliğin Şems kolundan bir Bektaşi olduğu tarihi kaynaklarla sabittir.
Not: Bu yazımızda Atatürk’e çok yönlü bir bakış açısı ile yaklaştığı ve günümüz kaynakları içerisinde bilhassa din ile olan bağına çok kapsamlı şekilde değindiği için Prof. Haydar Baş Hocamızın ‘Hoş Geldin Atatürk’ adlı eserinnden detay ve alıntılar mevcut idi. Sonraki yazımda yine onun dine bakışı ile ilgii başka ayrıntılara ve özellikle şecere durumuna değinilecektir..
Yazan: Nur Öztürk