Getting your Trinity Audio player ready... |
Ülkemizde pek çok yatır ve türbenin ilginç olup, aslı olmayan hikayeleri vardır.
Benim köyümün karşısında yerden fışkırmış gibi, tabanından yaklaşık 1,5 km uzunluğunda, 1 km eninde ve 70-80 m yüksekliğinde bir dağımız var. Adı da Dede dağı.
Dağın etrafı Amazon ormanları gibi gür olup, üzerinde köy meydanlarından da çok daha büyük bir düzlük alan mevcut.
Bu düzlüğün tam da ortasında bir mezar vardı.
Hatırlıyorum; daha ilkokula başlamamış da olabilirim. Köy halkı ile Dede dağına yağmur duası için çıktığımızda, bir defasında dağdan inerken yağmurdan ıslanmıştık.
Ve herkes Dede dağındaki mezarda ve adına da Dede denen mezarda yatanın keramet sahibi kişi olduğuna inanırdı.
Sonra ne mi oldu?
Orta okul yillarında bir okul tatili nedeni ile köyüme döndüğümde, koyun çobanı amcamın oğlu Kadir ağabeyim bana: “Ermiş Dede diye önünde namaz kaldığımız, yağmur için dileklerde bulunduğumuz tümsek var ya. Birileri tarafından açılmış ve yerinde birlerinden ayrı iki küp izi kalmış. …….”
Ben de merak ettim ve zorluklarla, çalı ve çaltılara takılarak çıktığım Dede dağında, ermiş evliya, yatır diye öğrendiğimiz Dede mezarının içine doluşmuş çalı çırpıları çıkardıktan sonra, yaklaşık 20 cm çapında iki küp izine tanık olmuştum.
Ben bu konuyu bir kaç yıl önce de yazmıştım.
Bu yazımı okuyan köylülerim bana Dede dağının değişik alanlardan, özellikle güneşli bir günde kalenin tepe noktasından çekilmiş fotoğraflarından gönderirlerse, Dede dağının hikayesini tekrar ve daha farklı bir şekilde ele alıp yazabilirim.
Bu tür, yatır, türbe ve dede diye bilinen alanlarda gördüklerine inanan insanlarımızın sayısı az da olmadığı bir gerçektir.
Az gelişmiş ve de gelişmekte olan ülkelerde, bazı insanların maneviyatlarının bu yollarla güçlendiğini zannettikleri ve de güçlendirilmeye çalışıldı da bir gerçektir.
Bu da toplumların eğitim ve bilinçlenmeye bağlı olduğu da bilimseldir.
Bu tür yerlere gidenlerin ve maneviyat gücü arayıp, dileklerde bulunanlar; menkıbeleri dışında bu alanların gerçek tarihlerini araştırsalar, hiç de yanlış olmaz.
Remzi Uysal
Lübeck, 09.02.2022
—————————//————————-
“BARDAKÇI BABA TÜRBESİ..
(Anonim olup alıntıdır!)
Yıl 1968…
İstanbul’da (yeni adıyla) Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde okuyan bir grup genç, okulun hemen yanındaki koruluk alanı buluşma yeri yapmıştı.
Gündüzleri ders çalışıyor, geceleri şarap içiyorlardı.
Ağaçların arasında oldukları için onları kimse görmüyordu.
Önce tahta bir masa koydular.
Bir kaç da sandalye…
Sonra masaya 4-5 bardak.
Yanına da bir damacana su.
Onlar yokken kimse bardaklara dokunmuyordu.
Bardaklar hep masanın üzerinde duruyordu.
Zamanla grubun üyeleri çoğaldı.
Doğal olarak bardak sayısı da çoğaldı.
Ardından yer kolay bulunsun diye tahtadan bir tabela yaptılar.
Buluşma yerine bir isim koydular.
Birgün kız arkadaşlarını korkutmak için mezar görüntüsü veren bir tümsek yaptılar.
Ders çalışmak için okuldan getirdikleri çene kemiklerini ve kuru kafaları bu tümseğin üzerine koydular.
Gel zaman git zaman okul bitti.
Herkes mezun oldu.
İş hayatına atıldılar.
Bugün İstanbul Fulya’da bir türbe var.
Bardakçı Baba Türbesi…
Hergün dolup taşıyor.
Evlenmek isteyen…
Çocuğu olmayan…
Eşiyle kavga eden…
İş arayan…
Hastalığına çare arayan…
Sınav kazanmak isteyen…
Kısacası umut dilenen herkes…
Geliyor, dilek tutuyor, mum yakıyor, bardak kırıyor.
Bu rituel yıllardır sürüyor.
Türbeyi bugüne kadar ziyaret edenlerin sayısı milyonları geçmiştir.
Bardakçı Baba türbesi uzun yıllar boş bir arsadaydı.
Sonra Belediye etrafını çevirdi, bir türbe haline getirdi.
Tabela bile asıldı.
Ancak el ayak kestiği ve çevreyi kirlettiği için bardak kırmak yasaklandı.
Daha sonra arsayı satın alan Tertace Rezidans, inşaatın tam önünde kalan türbeyi kaldırmak için çare aradı.
Ama halkın tepkisinden korktu, geri adım attı.
Bunun üzerine binayla uyum sağlaması için mezarı siyah mermer ile kapladı.
Etrafını camla kapattı ve ışıklandırıldı.
Türbenin yanına kocaman harflerle de yazdı.
“BARDAKÇI BABA, EL FATİHA”
Şimdi yoldan gelip geçenler Bardakçı Baba’ya bir “El Fatiha” okuyup, gidiyor.
Kimi dilek tutuyor.
Kimi yanında yetirdiği bardağı türbeye sürüp tekrar çantasına koyuyor.
Peki kim bu Bardakçı Baba?
Kim biliyor musunuz?
Bardakçı Baba, 1968 yılında diş hekimliği fakültesinde okuyan bir grup gencin kız arkadaşlarını korkutmak için kazdıkları mezarda yattığı sanılan hayali kişi.
O dönemin şahitlerinden Diş Hekimi Hüseyin Cahit Dursun yıllar sonra gerçeği şöyle açıklamıştı.
“Ders çalışırken su ve bazen de şarap içmek için koyduğumuz bardaklara kimse dokunmazdı. Bu nedenle tahtadan yaptığımız tabelaya muziplik olsun diye Bardakçı Baba yazdık. Sonraları, biz orada yokken birileri damacanaya su doldurmaya başladı. Bir süre sonra da türbe oldu. Ağaçların kesilmemesi için sırrı açıklamadım. Fakat ağaçlar kesildi. Devletimiz de bir yatır olduğuna inandı. Ağaçlar kesildi, çevre türbeye yakışır şekilde düzenlendi. Özel tabelalar asıldı. Oysa burası kesinlikle boş. Mezarda yatan falan yok.”
Sonra da Beşiktaş Müftülüğü ve İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü şu açıklama yapmıştı:
“Kayıtlarımızda söz konusu Bardakçı Baba ile ilgili hiç bir bilgi yok.”
Kim bilir diğer türbelerin nasıl bir hikayesi vardır…??
ALLAH akıl fikir versin…