Getting your Trinity Audio player ready... |
ALİ KILIÇ
Hastalıklara karşı bir ilaç üretimi sürecinde yan etkileri hesaplanır ve ya kullanan için önlem alınır ya da ilaçta bazı olumsuz sonuçları gidermek üzere iyileştirmeye yönelik düzenlemeler yapılır. Planlar projeler de hayata geçirilirken sonrası masaya yatırılır. Yani, “Ben yaptım oldu” mantığına yaslanmadan kullanım/hizmet aşamasında ortaya çıkabilecek olası sorunlar irdelenir. Aksi takdirde ‘sil baştan’ yolu ne bir önlem ne de kullanılabilir bir hizmet ortamı oluşturur. Çok sayıda insanı bağlayan her türlü adımın çok daha fazla dikkatle atılması hem zorunluluk hem de sorumluluktur.
1960’lar Almanya’ya işçi gönderdiğimiz yılların başlangıcıdır. Binlerce insan trenlere dolarak yeni bir yaşama yelken açtı. Farklı, daha doğrusu hiç bilmedikleri/tanımadıkları bir toplumda tamamen yabancı oldukları dil, inanç, davranış biçimleri içinde var olabilmenin zorluklarını göze aldılar. Aynı şekilde Almanya da değişik kültürlerden gelen misafirleriyle bir süre birlikte yaşamanın getireceği sorunları kestirebiliyordu. Ancak, misafir işgücü henüz ‘göçmen’ olarak tanımlanmadan yeterli olmasa bile bazı altyapı hazırlıklarına gidildi. Sadece Türkiye’den gidenlerin sayısı ilk etapta yüzbinlere ulaşırken her hangi biri ne sokakta kaldı ne de çadırda yaşadı. Kimi yerlerde bir odada birden fazla kişi bir arada yaşadı ancak ne üşüyen ne de aç kalan oldu. Misafirlik zamanla ‘göç’e dönüştü ve misafirler de birer göçmen olarak kabul edildi. Almanya bu konuda 60 yıllık bir deneyime sahip olmasına karşın çoğu pürüzleri gidermiş olsa da sorunları hala sıfırlayamadı. Yine de başta Almanya olmak üzere göçmenlere yaşam ortamı hazırlayan Avrupa ülkelerinin ekonomisi çökmedi, aksine öncenin misafiri bugünün göçmelerinin katkısıyla daha da güçlendi. Hal böyleyken ilgili ülkeler 5 milyona yakını Türkiye kökenli 20 milyon göçmene kucak açan Almanya’nın deneyiminden ders almadı, yararlanamadı.
Bu konuda ilgili ülkelerin başında Türkiye geliyor. Çünkü Türkiye konumuna, gücüne ve olanaklarına göre çok fazla göçmene kucak/sınır açtı. 1990’lı yıllar başlarken 37 ülkenin bir araya gelerek Irak’a karşı açtığı savaş 500 bin Iraklıyı Türkiye sınırına yığdı. Dağlarda kurulan çadırlara yerleştirilen savaş mağduru Iraklıların binlercesi soğuktan öldü, ortalık düzeldikten sonra geri dönenler, üçüncü ülkelere gidenlerden geri kalanlar da Türkiye’de yaşam sürdürmenin yollarını aradı. Bu, Türkiye açısından ders alınacak bir deneyimdi ancak öyle olmadı.
Göç ve Göçmen Bakanlığı Kurulmalı
Suriye’de başlayan önce iç savaş sonra da Türkiye başta olmak üzere bir çok ülkenin müdahil olduğu süreç yine ülkemizin sınırlarını zorladı. İş bu kez öyle bir aşamaya geldi ki, Türkiye Suriyelilere adeta bir ‘göç daveti’ çıkardı. Ancak Almanya ve Irak örneği görmezden gelindi. Can derdine düşen Suriyeliler çadırlara yerleştirilerek ilkel bir yaşam ortamının kollarına emanet edildi. Çadırlar taştı, ortak noktaları inanç olan insanlar şehirlere dağıldı. Üçüncü ülkelere sığınmak isteyenler göç yolunda can verdi. Çocuklar gözlerimizin önünde yaşama veda ederken Türkiye’ye dağılan Suriyelilere karşı halk arasında neredeyse ‘cadı avı’ boyutuna varacak gereksiz bir karşı duruş sergilendi. 900 kilometrelik sınır komşumuz Suriye’den böyle bir akın beklenmesine karşın hiç bir önlem alınmadan kapılar açıldı. Sonuç ortada…
Türkiye, göç ve göçmen politikasını Avrupa Birliği’nin maddi desteğine güvenerek ayakta tutmaya çalışıyor. AB’ye karşı ‘Kapıları açar, Türkiye’deki göçmenleri başınıza bela ederiz’ kozunu her an kullanacak şekilde masaya seriyor. Ama bu bir çözüm değildir. Suriyelilere Afganların da eklendiğini ve eklenmeye devam edeceklerini göz önünde bulundurursak, göç ve göçmen olayı birinci derecede bizi ilgilendirdiği için çözümü de kendi içimizde aramalı, üretmeliyiz.
Evet, Türkiye kayıtlı kayıtsız 5 milyon Suriyelinin burada yaşadıkları sürece yeni yurtlarıdır, göç almaya devam edecek bir göçmen ülkesidir. Bunun anlamı; işsizler ordumuza nerede patlayacağı belli olmayan serseri mayınların alınmasıdır ve tehlikeli olduğu da gayet açıktır. Türkiye’nin göçmen yurttaşlarının eğitim, istihdam ve en önemlisi uyum sorunlarının giderilmesi, savaştan kaçan insanların halkımız tarafından benimsenip kabul edilmesi gibi elzem çalışmalara ivedilikle ihtiyacımız vardır. Daha derin çıkmazlara gömülmeden; göç, ülkemizi göçertecek bir aşamaya gelmeden düzensizlikten kurtaracak ve yan etkilerini zamanında bertaraf edecek bir ‘Göç ve Göçmenlik Bakanlığı’ kurulması kaçınılmazdır.
Yerel Yönetimler Sorumluluk Alabilir
Mülteciler alacakları genel hizmetler açısından ne öncelikli ne de ihtiyaçları ötelenecek insanlardır. Bu çerçevede kendilerine en yakın kurumlar belediyelerdir. Onlar da yerel yönetimlerin rutin mesleki kurslarından Türkçe kurslarından yararlanarak kendilerini istihdam edinme fırsatı konusunda bir basamak yukarı taşıyabilirler. Barınma konusuna yine yerel yönetimler kentlerin yapısına göre daha hızlı çözüm getirebilirler. Belirlenecek görev ve sorumluluk cerçevesinde kentin oturmuş yaşam biçim ve kurallarına adapte olmalarına hız verilebilir.
Merkezi idarenin yerel yönetimlere yapacağı destek ve aktaracağı bütçeyle yurttaşlarımız ile mürteciler arasında var olan sosyal aralığın kapanmasına büyük katkı sunulabilir. Toplumsal barışın tesisi, korunması ve selameti açısından mültecileri ötekileştirmenin önüne geçmek ve uyumlu bir yaşam ortamı oluşturmak için yerel yönetimler üzerlerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmeye hazırdır.