|
Getting your Trinity Audio player ready... |
Zamanında bir takım menfaatlere ve niceliksel sonuçlara aldırış eden büyük bir kesimce, fikir ve tezleri türlü bahanelerle ütopik bulunmuş ve maalesef ki kasıtlı olarak gündem sahnelerinden uzak tutulmak istenerek göz ardı edilen, oransal bazda yüzde %1’lik kulvarlarda dahi yer alması hazmedilemeyen bir değerimiz vardı hatırlar mısınız?
Prof. Dr. Haydar Baş Hoca..
Bir kere ülkece niceliği nitelikten fazla önemseme hastalığına sahip olmamızdan mütevellit sanırım ki; böyle bir değeri anlayamama gafletinde olmamızın bilançosu da haliyle ağır sonuçlar doğuruyor bugünlerimize. Şu sıralar sefaletlerden sefalet beğenir halde olmamızın bu göz ardı edişle bir bağlantısı olduğu muhakkak. Nitekim Haydar Hoca, bu diyarları henüz terk etmemişken son birkaç yıldır çokça duyardık kendisinden günümüz kasvetini belirten ikaz cümlelerini:” Türkiye’ yi zifiri bir karanlığa gömecekler ve içinden çıkmamız mümkün olamayacak”..
Oysa ki Prof. Dr. Haydar Baş daha ülkede siyaset meydanlarına çıkmamışken maddi ve manevi, dini ve milli bütünlüğümüzü hedef almış tehditleri çoktan seçmiş olup; bunlara ihanet karşılığında “bize kul olursan seni devletine padişah yapalım” teklifi ile gelen Türk ve İslam düşmanlarının vatanı bölme esaslı tüm vaatlerini elinin tersiyle itmiş, “insan gönüldür” felsefesini merkezine alarak bu kirli vaatlere cevaben arşiv niteliğinde değerli birçok eser ve külliyat kaleme almıştır. Akabinde olmuş ve olabilecek tüm bu tehditlere karşı hangi safta yer alınacağına, inanç ve değerlerimize nasıl bir tavırla sahip çıkılacağına dair ipuçlarını coşkuyla aşıladığı; başında marşımız ve andımızın ağızlara alınmadan, sonunda da bayrakların dalgalandırılmadan ve bilhassa Atatürk’e olan minnetinin ifade edilmeden geçilmediği sayısız sempozyum ve kongre kürsülerinde son demlerine kadar nefes tüketen hayırlı bir Türk evladı olmuştur Haydar Hoca.
Bu bereketli toprakların ötesindekilere de şifasını esirgememiştir elbette. Öyle ki; başta Türkiye olmak üzere kapitalizm batağında çırpınırken bir dönüm noktası bekleyen, bizlerin de beklediği gibi ikinci bir Atatürk devrimine hasret, beli bükülmüş dünya insanının umuduna talip bir eser kaleme almış olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Milli Ekonomi Modeli’dir bu eserin ismi ve ciddi manada da büyük yankı uyandırmıştır -Türkiye dışında tabi-. Model; o umut beklentilerine kayıtsız kalmamış, BRİCS topluluğu ülkelerince yakından merceğe alınıp hayata geçirilerek bir devrim dalgası yaratmıştır. En bilindik örneği ile 2013’te Duma meclisinde modele olan ihtiyaç alenen ilan edilmiş, Rusya bugün süper güç oluşunu bu modele borçlu olduğunu belirtmiştir. Haydar Hoca’nın ekonomi merkezli bu çalışması bu alanda kaleme alınmış muadillerinden şu yönüyle oldukça farklıdır: temelde hep insanı, insanın; sınırlı çerçevede kalan ihtiyaçlarını vurgulayan çözümlerin üzerinde durarak buna karşın daha da yücelebileceği bir yaşam hakkına nasıl bir yöntemle kavuşabileceğinin şifrelerini içerir bu model. Daha büyük bir farkla da onda ülke ve dünya ayrımı kıstasıyla ötekileştirmeye yer verilmez, nerede bir ekonomik kanama baş gösterse oranın tamponu konumunda hal alır. Ekonomik çareleri herkes için eşit kılan bu tezin en temelinde ise yine insana adanmış bir sebep, safça bir gönül vardır. Hz.Ali, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre’lerin ve bilhassa yakın anlamda günümüze ışık tutan Atatürk’ün insana olan o naif nazarları, her koşulda bağırlarına bastıkları insandan gelen türlü pürüzleri yerle bir edecek kuvvettedir adeta. Her tekerrürde, goncası tek tük kalmış dikenlerin eşlik ettiği meşakkatli bir yolu bile isteye kabullenen lütuf sahipleridir onlar. O dikenleri budaya budaya, güllerini sulaya sulaya ilerlemeye en baştan razıdırlar. Allah için severler; çünkü ucunda insan kazanmak olan böyle bir yol, en büyük sermaye ve aslında da bir fırsattır onlar için. Allah’a hesap verme şuurunu bir an bile akıllarından çıkarmadan geçirdikleri ömürlerinde tek bir güce dayalıdır sırtları. Ne demişti çünkü Haydar Baş hocamız: “Biz dünyamızı ahiretimiz için yaşarız.” Hocamızın siyaseti de ekonomisi de, İslam’ı anlatırkenki duruşu da hep bu manevi şuurun üzerine kuruludur.
Velhasıl niceliksel anlamdaki çoğunluğumuz, nitelik çoğunluğuna sahip değerlerimizi yakalayamadığı müddetçe insan; daha çok kan kaybedecek gönlünde, daha çok yitirecek geleceğinin çoktan azalmış parlaklığını. Dahası bizler halen; Atatürk’ü rotası bilmiş ve tıpkı onun gibi her dakika vatan için üretmekten geri durmayıp daima ileriye odaklılık ile ortaya koyduğu makuliyetteki tespitleri ile ülkemiz adına büyük önem arz eden bu fikir deryasına kulak vermemekte ısrarcı olur isek, içinde bulunduğumuz karanlığın daha da koyuları kaçınılmaz değil midir?
Diyeceğim odur ki; şahit olan bizler Haydar Baş Hoca’da hakiki bir kul nasıl olunur, görmekten öte yaşadık. Efendimiz s.a.v.’e ve onun gözünden sakındığı tertemiz Ehl-i Beyt’ine en büyük doyumla yine onun gönlünden yol aldık. Onu dinlerken Atatürk ve İslam potası altında birleşmiş kardeşler, ders nitelikli o kongre salonlarında Cumhuriyetimizin bayramlarında yüzleri al al gülümseyerek bayrak sallayan coşkulu birer çocuk, “yetmiş iki milleti bir araya getirip kardeş yapan Mustafa Kemal” i anlatırkenki gürleyişinde en ucradaki Asyalı çekik Türk olduk bizler. Haksızlıklara boyun eğmezkenki tavrında Hz. Ali’nin Zülfikarına bürünüp şahlanışına, şahlanırken de ikinci bir Mustafa Kemal’in zuhur edişine tanıklık ettik yine beraberce. Bu zuhur sancağı şimdi, gönlümüzde mayalanan Haydar Hoca sevgisiyle beraber desteğimizi hak eden Hüseyin Baş ile emin ellerde..
Yazan: Nur Öztürk
