Getting your Trinity Audio player ready... |
SON cümlemi önce söyleyeceğim;
Gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanması çürümüşlüğün bir adım daha tırmanışı, sahtekârlığın otorite, saygınlık ve itibar aracı haline getirilişi, hukukun dağ başı hukuku gibi işleyen kaçak saray hukukuna tutsaklığı göstergelerinin yeni bir tekerrürü…
****
OLDUM olası “Saygı” kavramı ile Saygı lügatindeki “Sayın” sözcüğü ile ilgili takıntılarım var.
Akli ve etik değerlerin ön planda olduğu eğitimli toplumlarda insana saygı olağandır, insanlık erdemidir. “Sayın” sözcüğü ise nezaket ve kibarlık ifadesidir.
Takıntımın başlıca nedeni şu:
Çoğu zaman saygı kavramı ve sayın sözcüğünün amaçladığı ya da içerdiği anlamların bağ kurulan reel ortam ile hiçbir mantıki bağdaşıklığı olmaması, akla ve etiğe ters düşüyor olması…
Örnek vereyim;
Terör çetesinin başına “Sayın Apo” diyerek saygı ifadesi kullanmak sadece akılla, etikle bağdaşmayan bir aymazlık değil, terör kurbanlarına karşı yapılan bir saygısızlık, altında gizli kişisel çıkar hesabı yatan bir ihanettir, bir suçtur
Üstelik binlerce insanımızın ölümünün sorumlusu olan kişiye “Sayın Apo” diye gösterilen nezaket sözleri ile onuruyla yaşayan, adına hiçbir leke bulaşmamış bir insana sırf siyasi rakibi olduğu için “Sen nasıl bir yüzsüzsün ya? Şerefsiz, terbiyesiz herif” gibi ve hakaret sözleri aynı ağızdan, aynı kafadan çıkmışken…
Acaba dünyada kaç ülkede hırsızlara, yalancılara, sahtekârlara, fakir fukaranın lokmasını gasp edenlere “Sayın Bakanım”, “Sayın Başbakanım” “Sayın Cumhurbaşkanım” denildiği görülmüştür?
Gösterilen saygının kişiye değil iştigal makamına saygı gereği bahanesine sığınılır.
O zaman saygın bir makamda oturan kişinin kesinleşmiş bir sakıncalı durumu varsa o makamın onuruna leke düşürmüyor mu?
O hangi hakla o makamda oturuyor? Bu saygınlık ihlalidir. “Saygı” kavramımın anlamının içeriğinin değişmesidir.
Konfüçyus “Saygı güvenilir görgü kuralları dikkate alınmadan yapıldığında, boş bir çabaya dönüşür” der,
***
TAYYİBİST rejimde bugüne kadar neredeyse sayılamayacak kadar çok sayıda Cumhurbaşkanına hakaret davası açıldı.
Başkalarına yapılan her türlü sözlü saldırılar saray hukukuna göre düşünce özgürlüğü diye nitelendirilirken benzer şeyler saray ve çevresine olunca cezayı gerektiren suçlar kapsamına giriyor
Yok yere onlarca vatansever hapislerde çürüyor, yuvalar kararıyor.
Yaratılan korku, baskı ve dikta ortamı kamu yönetiminde el etek öpücülerinin sayısını artırarak devlet düzenini, istikrarını, yönetim kalitesini bozuyor.
Başta basın olmak üzere kemik yalayıcıları toplumun kardeşliğinde rahneler açıyorlar.
***
HAKKINDA Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesi ile kişilerden biri yazar Ergun Poyraz…
Poyraz “DİPLOMASIZ” adını verdiği kitabında “Yargıcın kendisinden savunmasını istediğinde Davacı üniversite diplomasını göstersin, suçum neyse çekmeye razıyım dedim. Davacının avukatı dava dilekçesini hemen geri çekti” açıklamasına yer verir.
Bu da gösteriyor ki Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle zindanlara atılan onca kişiye ve yüklü maddi tazminat ödeyerek saray sultanının servetine servet eklemek durumunda kalan kişilere yapılan yüzyılın en büyük haksızlıklarından biri sürüp gidiyor.
***
HAMBURG Üniversitesinde bir yarı ders yılı konuk öğretim görevlisi kürsü sahibi olan, Amerikan üniversitelerinde konferanslar veren Bülent Ecevit kendisine Cumhurbaşkanlığı önerisi geldiğinde gerçek bir üniversitede okuduğu ancak eğitimini yarım bırakıp çalışma yaşamına girdiği ve bu nedenle diploması olmadığı için “Benim Üniversite diplomam yok. Anayasaya göre cumhurbaşkanı olamam” diye geri çevirmiş Anayasa değişikliği yapılması teklifine de karşı çıkmıştı.
Yasalara saygılılığın, erdemli günlerin yaşandığı Bilge Bülent Ecevit’li günlerden nerelere geldik..
Fatih İmam Hatip Lisesinden Arapça ve Kur’an derslerinden geçersiz notlar almasına karşın kurul kararıyla diploma alan, bir de 1983 yılında kurulan üniversiteden 1982 alınmış(!) diploması olan bir cumhurbaşkanlı günlere…
Gazeteci Sedef Kabaş’ın kimsenin adını vermeden söylediği bir Çerkez atasözünden ötürü cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle gece vakti yaka paça evinden çıkarılıp tutuklandığı günlere…
Biraz daha gerilere gidelim…
Sahte diplomalının “Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, yemin ve kasem ederim” dediği günlere…
Var gücüyle laik cumhuriyeti yıkmak için uğraştığı günlere…
Ulusumuzun kurtarıcısı devletimizin kurucusu için “Yolumuzun üstünde ölü bir inek var. İneği yolumuzdan evvelallah kaldıracağız. Sizlerin yardımlarıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse bu ölü ineği bu yoldan kaldıracağız.” dediği günlere…
Son sözü en başta kullanmıştım
O zaman, sonunu şöyle getireyim;
Bir tarihte yine densizin biri Atatürk’e hakaret eden bir yazı yazmış, Cumhuriyet Gazetesi de o densiz hakkında ağır bir yazı yazınca adam Gazeteye hakaret davası açmıştı.
Dava görüşülürken Cumhuriyet gazetesinin Avukatı merhum Burhan Apaydın savunmasını tek bir cümle ile yapmıştı:
“Atatürk’e hakaret edene hakaret etmek hakaret sayılmaz”
Bu sözler üzerine yargıç dosyayı kapatmış dava da böylece iptal edilmişti.