Bir Cambaz Hikayesi

Getting your Trinity Audio player ready...

 AYSEL YENİDOĞANAY

Eskiden yükseğe bir ip gererlermiş. Cambaz ipin üstünde yürürmüş…
Yan kesiciler de insanların yukarıya bakması için, “cambaza bak cambaza” diye elleriyle yukarıyı gösterip milletin cebini, cüzdanını boşaltırlarmış.

Gidenler arasında çocuğunun bebeklik fotoğrafı vardır; anneden yadigar bir yüzük vardır; anısı sende saklı, zinciri olmayan kalpli bir kolye vardır; yıllarca saklanmış ve sevgiliye gönderilmemiş bir mektup vardır.

Biz cambazı seyrederken, cüzdanla beraber anılar da çalınmış;  en acısı da bu…

 

Şu an yaşadığımız durumun kısa özetidir bu. Biz seyrederken ülke elden gidiyor…

Yirmi yıldır seyrediyoruz.

Önce tarım alanları yok edildi, imara açıldı hepsi. Dere tepe beton yığınına döndü.

Kıyılarımız, ormanlarımız  talan edildi, yandaşlara peşkeş çekildi.

 

Biz cambazı seyrederken on dört yıl boyunca üniversite soruları çalındı; mülakatlarda liyakat çalındı, gençliğin hayalleri çalındı;  umutlar yok edildi, gelecek çalındı,  bir nesil değil bir kaç neslin hayatı çalındı…

Bu güzelim vatanın,  bütün doğal kaynakları gözümüzün önünde kurutuldu, parsel parsel yabancılara satıldı…

Biz cambazı seyrederken yollar yapıldı;  o yoldan geçenin de geçmeyenin de cebindeki parası çalındı.

Hasta garantili hastaneler yapıldı, emeklinin cebinden reçete parası çalındı.

Biz cambazı seyretmeye devam ederken, asırlardır bu topraklarda kardeşçe yaşayan farklı etnik kökene sahip insanları ötekileştirdiler; sevgi, birlik,  beraberlik ve dayanışma duyguları çalındı.

Ne sağ ne de sol diye bir kavram kaldı; tek yol İslam! Dini bütün yaşayanlar, kendi yüreklerine kapanırken; Müslümanlığın içi boşaltıldı, onu da pudra şekerciler çaldı.

Ve şimdi o cambaz ekmeğimize göz dikti. Ekmek kutsaldır; yere düşünce öpüp alnımıza koyacak kadar kutsal. Tanrının nimetidir o, Tanrıyla eş değerdedir. Bu nedenle ekmek üzerine yemin ederiz. Ve yalan söylemediğimizi kanıtlamak için; “ekmek çarpsın” deriz.

Ekmeğimizi öpüp başına koymayan cambazın ipini kesme zamanı. Bunu da yapsa yapsa, Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler yapar…

***

 

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

 

 

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

 

Exit mobile version