Getting your Trinity Audio player ready... |
Önce sosyal medyada önüme o video düştü. Her sözü bir bir içime oturdu. Daha sonra adaşımın canına kıydığını öğrendim. Hem yazdıklarında hem de söylediklerinde ne kadar da aynı hissettiğim düştü hatrıma. “Ya o kitapla karşılaşmasaydım”, “ya partiye o mesajı atmasaydım”, “ya tutmasalardı yoldaşlarım elimden” diye uzun uzun düşündüm. Enes Kara’yı o çukurun dibine iten beni de daha önce itmiş her başlığın müsebbibi olan sisteme; bu sistem hayatlarımıza doğrudan veya dolaylı yoldan kast ederken kârına kâr katan, siyaseti kapalı kapılar ardındaki tiksinç hesaplarına hapsedenlere olan öfkem giderek katlandı. Hayatlarımız bir gram daha iyi olsun, kafamızdaki bizi yiyip bitiren sorunlardan bir mühlet de olsa uzaklaşalım veya sonsuza kadar atalım sırtımızdan bu asalakları, yıkalım bu köhne düzeni… bu istekler artık farklı çözüm yollarının muhatabı değil. Ancak ben ve milyonlarca yaşıtım, en tarihsel ve en güncel sorunlar tarafından bu kadar boğazlanırken yüksek ağızdan bize “sandığı bekleyincilik” yapanlara, “gericileri üzmeden nasıl açıklama yapsam da yüzde 0,37 oy kazansam” diye şekilden şekle girenlere, insanlara el uzatıyor gibi gözüküp onları çukurun daha dibine daha büyük bir yalnızlığa itenlere ben de birkaç soru sormak istiyorum?
Bize sandığı bekleyin diyenler, gerici bir ailede kendini var etmeye çalışmanın ne kadar zor olduğunu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, zorla veya manipülasyon ile tarikat yurtlarında kalmanın baskısını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, tesbihâtı ezberleyemedin diye para cezası alıp okulda tostunun yanına ayran alamamanın çaresizliğini nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, namaza kalkamadın diye sözlü ve fizikî şiddet görmenin ne kadar gurur kırdığını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, dört duvar arasında sevmediğin ve sende onlarca tramvaya sebep olmuş insanlarla hapsolmanın ne demek olduğunu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, “hafta sonu toplantılarında” seviyesiz ve patavatsız insanlara gıkını çıkarmadan hizmet etmenin ne kadar sinir bozduğunu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, o yurda yüklü miktarda bağış yaptı diye tacizci, sapık olduğunu bildiğiniz esnaf/muhtar ile muhatap olmak zorunda olmanın ıstırabını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, annene bir fırın alamamanın bir çocuğun omuzlarında nasıl bir yüke dönüşüp her geçen gün ne kadar ağırlaştığını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, kardeşinin senin yaşadıklarını yaşadığını görüp ona el uzatamamanın çaresizliğini nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, devletin sana imam-hatiplerden başka yeri layık görmemesi ve alternatiflere uzanamamak nasıl bir sıkışma nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, 21. yüzyılda dinini akıl ile tasdik etmek istediğin için cevap veremedikleri sorular sorup kâfirlikle suçlanmanın türlü psikolojik saldırılara maruz kalmayı nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, ödev için “abi”nin telefonunu isteyip arama geçmişinde karşına çıkanlar ile her günün her dakikanın zehir olmasını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, tanımadığın etmediğin bir adamın seni odasına, kendisine masaj yaptırmaya çağırması ne kadar korkutucu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, karşı cinsten bir arkadaşınla fotoğraf çektirdin diye haftalarca azar yemenin ne demek olduğunu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, kendi şeyhlerine mehdi deyip Atatürk’e deccal dedikleri için her büst gördüğünde çocuk aklınla maruz kaldığın korkuyu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, yaşıtların birbiriyle hayatın her alanında sosyalleşirken sana “neden whatsapp’ın yok” diye sorduklarında utançtan cevap verememeyi nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler; yaşıtların okuldan sonra spor salonlarına, kafelere, parklara giderken senin direkt olarak “hapishanene” dönme zorunluluğunun sosyal ve fiziksel olarak gelişimini nasıl engellediğini nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, ayda yılda bir dışarı çıkmak istediğinde hiçbir ehliyeti olmadan senin hayatındaki kararları vermek ile yetkilendirilen bir insandan izin almanın nasıl özsaygınızı yok ettiğini nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, kendine sürekli “ne için çabalıyorum” diye sormanın ve bu sorunun yanıtsız kalmasının ne demek olduğunu nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, sınavdan sınava koşup hayatında gerçek hiçbir şey elde edemiyor oluşun nasıl bir yılgınlığa yol açtığını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, mezun oldum ama ne işim belli ne yarınım diye düşünmenin ağırlığını nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenler, işsizliğin ve geçim sıkıntısının ateşten gömlek gibi sırtımıza geçirildiğinde hissettiklerimizi nereden bileceksiniz?
Bize sandığı bekleyin diyenlere şahsen soracağım soruları sayfalarca uzatabilirim ancak özetlemek gerekirse: Bize sandığı bekleyin diyenler, bir emekçi çocuğunun neler yaşadığını siz nereden bileceksiniz?
Enes’in, benim ve milyonlarca insanın ne yaşadığını; ne hissettiğini bilemeyecek sizler ne hakla ve hadle, hangi ilke ve vaatle bizim karşımıza çıkıyorsunuz? Daha tarikatlar kapatılsın diyemeyenler neyin siyasetini, hangi sınıf için yapıyorsunuz?
Bu soruların cevabı bende hep olumsuz. Ama olumlu olan bir şey var. İyi ki o kitapla karşılaşmışım, iyi ki partiye o mesajı atmışım iyi ki yoldaşlarım elimden tutmuş.
Ben yalnız değilsem ve bırakılmadıysam bu düzenin hayatlarımızı yok eden pençelerine… Samimiyetimle rica ediyorum hepinizden, sandığı beklemeyelim artık. Uzatalım ve açalım merhamet dolu, hayata bağlayan ellerimizi birbirimize ve öyle bir sıkalım ki yumruklarımızı, indirdiğimizde başına kapitalistlerin ve gericilerin bellerini doğrultamasınlar bir daha. Kirli ellerini çocukların, kadınların ve hayvanların üzerlerine uzatamasınlar.