Getting your Trinity Audio player ready... |
ÜLKEMİZ sosyal bataklık ortamında boğuluyor.
Yoksulluk, işsizlik, enflasyon, hak, hukuk, demokrasi ihlalleri, yolsuzluk, soygunculuk, rüşvetçilik, irtica, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, salgın halinde.
İnsanı insan yapan çağdaş değerler dip yapmış durumda…
Nasıl ki sıtma salgınını yayan anofel’in yaşadığı bataklıklar kurutulmadan hastalık salgını önlenemezse…
Toplum genelinde yaşanan hastalıklar da cehalet ortamıyla savaşmadan onanamaz.
Cehaleti kaldırmadan ülkemizin yaşadığı çöküntünün müsebbibi olan, ısırdığı yerde can yakan siyaset anofelinden de kurtulmak mümkün olamaz
Cehaletin yaratıcısı besleyicisi ekonomik hastalık mikropları olan soygunları, yolsuzlukları, yoksullukları sosyal bünyeye şırınga eden emperyalist-kapitalist düzen…
Dünyaya hükmeden en büyük güç para, daha doğrusu büyük sermaye…
Gözü doymak bilmeyen emperyalist düzen her şeyi kendine mubah gören, dini, İmanı, ahlakı olmayan, azınlığın çoğunluğu ezdiği en büyük şer güç.
Emperyalizm toplumu kolayca sömürmek için amacına hizmet edecek yerli taşeronlar aracılıyla cahilleri yemleyip kendisine minnettar bırakarak, dinle aldatarak duygusal sömürüyle kontrol altında tutar.
Kapitalist kontrolü elinden kaçırmamak için, kitlelerin uyanıp başkaldırmaması için, uyanıp aydınlanmasını hiç istemediği için eğitimin düşmanı, cehaletin dostudur.
Marx bunu “Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın elinde ustaca kullandığı bir silahtır” diye nitelerken Nietzsche’nin sözleri daha da acı;
“Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır. Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir.”
Bırakalım artık siyasetin anofelini konuşmayı da onun varlığını borçlu olduğu cehalet bataklığını nasıl kurutacağız onu konuşalım
Eğer bir insan eşek etinden sucuk üretip piyasaya sürdüğü için basına, kitaplara konu olacak kadar yüz kızartıcı duruma düşmüşse…
Sapasağlam oğluna askerlik yapmaktan kaçması için sahte testis kanseri raporu almışsa…
Oğlu ehliyetsiz araba kullanırken trafik polisinden kaçarken yaya geçidinden geçmekte olan topluma mal olmuş bir sanatçıya çarparak ölümüne neden olmuş,
Öncelikli suçlu öldüren değil ölen olmuşsa sadece bir insan çiğnenmemiş, hukuk da çiğnenmişse…
Bütün gücünü ABD’deki Musevi lobilerinin desteğinden almışsa artık ondan söz etmeye gerek var m?
1982 yılında kurulan Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi’nden 1981 yılında mezun olan(!) anofel zararsız hale getirilebilir ama o yüzlerce binlerce sirke yumurtlayarak yeni anofelcikler bırakır geride…
***
BUNLARI bırakalım da eşsiz önderimizin söylediği gibi mücadelesi en zor olan cehaletin analizinin ipuçlarını arayalım:
Karanlığın en koyu olduğu bu günlere nasıl gelindiğini anımsayalım.
Ama önce cehaletin ne boyuta geldiğinin bir örneği;
Birisi sosyal medyada şöyle bir paylaşım yapmış:
“Ulan üzülüyorum bu ataputa inananlara akıl fikir versin Allah yazık çok yazık önemli uçak fabrikasını kim kapattı acaba gelmiş burda fabrika kurdu şu bu diyorsunuz yazık Ulan üzülüyorum gelmiş burda fabrika kurdu şu bu diyorsunuz yazık ulan. Varolsun tayyip Erdoğan…”
Kızar mısınız, güler geçer misiniz?
***
GELİN ülkede yerel seçimlerin yapıldığı 27 Mart 1994 gününe, karanlığın başladığı günlere gidelim.
O gün İstanbul’da en güçlü Başkan adayları İlhan Kesici ve Zülfi Livaneli’ye verilen oyların çöp konteynırlarından çıkmasıyla yeni başkan belirleniyor.
Benzer bir durum da Ankara seçimlerinde yaşanıyor.
Artık bütün seçimlerde rutin hale getirilen düzenlemelerle kimi trafolara giren kediler aracılığıyla, kimi bilinmez yerlere taşınan sandıklarla, sahte adreslerdeki sahte seçmen kitleleriyle, kimi mühürsüz zarflarla yeni bir demokrasi(!) düzeni oluşturuluyor.
İstanbul’da İBB Meclisinin ilk gün açılışında Atatürk’e saygı duruşu geleneği rafa kaldırılıyor.
Meclisin ilk görevi önceki başkan Prof. Sözen döneminde gerçekleştirilen ve Simko-Garanti-Koza konsorsiyumunun kazandığı Metro sinyalizasyon sistemi ihalesini iptal edip yeni bir ihale açmak oluyor.
İhaleyi yine aynı grup kazanınca o da iptal ediliyor.
Üçüncü defa açılan ihaleyi minibüsçülük ve otobüsçülük yapan Albayraklar kardeşlerin ortağı olduğu bir başka konsorsiyum kazanıyor.
Artık çıraklık döneminden çıkılıp ustalığa adım adım ilerlenirken başrolde Albayrakların olduğu ihaleler de peş peşe birbirini izlemeye başlıyor.
Bu zaferler sonrası İBB’nin, ilerleyen yıllarda da ülkenin varlıkları parsel, parsel yağmalanıp talan edilirken devletin neredeyse bütün ihalelerinin kazananı da Albayraklar olacak ve bu beraberlik Bakanlığa kadar uzanan bir düğünle kutlanacaktır artık.
O günlerde nasıl olduğu pek anlaşılmayan bir trafik kazasında (daha sonra yaşanmış başka örneklere bakarak belki malum yöntemlerle) yaşamını kaybeden Eski CHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Bölük Bizden Söylemesi, El Tayyip Nasıl Umut Oldu? adlı kitabında o ihaleleri Bılboard Yolsuzluğu, Ağaç Yolsuzluğu, Personel Taşıma Yolsuzluğu, Çöp Yolsuzluğu, Akbil Yolsuzluğu, İgdaş Yolsuzluğu, Kiptaş Yolsuzluğu, İski’deki Yolsuzluklar, Metro Yolsuzluğu, Rp’li Belediyelere Ayrıcalık, Belediye’den Yeşil Sermayeye İkram, kiralık Araç Yolsuzluğu, Sinek İlacı Yolsuzluğu, çamur Barajı Yolsuzluğu, İstaç Yolsuzluğu diye fasıl fasıl yazıyor.
Durum gözden kaçacak gibi değil…
Zira bir milyar dolarlık bir şaibeli durum söz konusu…
Bu da Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun, Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren’in, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Organize ve Mali Şube Müdürlüklerinin, İçişleri Bakanlığının, Mülkiye Başmüfettişlerinin, İstanbul Cumhuriyet Savcıları Erolcan Özkan, Rasim Işıkaltın ve Hüseyin Yıldız’ın görev alanına giriyor doğal olarak…
Böylece nitelikli zimmet, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet alma, görevi kötüye kullanma, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta sahtecilik, çıkar için çete oluşturmak adıyla soruşturma dosyaları açılmıştı.
Dosyalarda çıkar çetesi diye anılan isimler arasında bugün Bakan olarak Milletvekili olarak aşina olunan Hilmi Güler, Binali Yıldırım, İdris Naim Şahin, Mehmet Mustafa Açıkalın, Akif Gülle, Adem Baştürk, Hüseyin Besli, Hamza Albayrak, Mikail Aslan, Mehmet Mehdi Eker, Zülfü Demirağ, Nurettin Canikli, Vecdi Gönül, Zeki Ergezen, Veysel Eroğlu, Bülent Arınç’ın ağabeyi gibi ünlüler ve Albayraklar familyasından isimler vardı
Yani yıllardır siyasi parti görünümünde ülkeyi yöneten ve bir zaman çıkar çetesi diye nitelendirilenler…
Mülkiye Başmüfettişi Candan Eren şöyle bir raporu kayda almıştı o günlerde:
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, Belediye Şirketlerinin yetkilileri, Kâğıthane ve Gebze Belediyesi yetkilileri ile Albayrak A.Ş. yetkilileri hakkında; Siyasi ve sosyal bir görünüşten kaynaklanan bir amaçla cürüm işlemek için devasa bir teşekkül oluşturdukları,
Oluşturulan bu teşekkül vasıtasıyla organize çalışmalar yapmak suretiyle ihalelere fesat karıştırdıkları,
Belediye birimlerinde, yapılan ihalelere esas olan şartnameleri Albayrak Şirketler Grubu menfaatleri doğrultusunda hazırladıkları,
Belediye şirketlerinde ise Yönetim Kurulu kararları ile yapılması planlanan hizmetleri, yine Albayrak Şirketi’ne veya bu şirket sahiplerinin kurdukları tali şirketlere verdikleri,
İhtiyaca binaen araç kiralanması adı altında, belediye yetkililerinin kendi araçlarına belediye bütçesinden kira adı altında ödemeler yapılmasını sağladıkları,
Hayali şirketlere, naylon ve sahte faturalarla ödemeler yaptıkları, yapılan bu ödemeler sonucunda, toplanan paraları, kendilerince bilinen kişilerin elinde toplayarak özel amaçlar doğrultusunda kullandıkları, yukarıda belirtilen (Geleceğin Başbakanını hazırlamak ve cihat hazırlığı yapmak) amaçlara yönlendirdikleri ve zimmete geçirdikleri,
İstanbul ilinde özellikle kapatılan Fazilet Partisi Belediyeleri ile işbirliği yaparak kamu imkânlarının çeşitli yollarla kendilerinin ve mensubu bulundukları partinin menfaatine aktardıkları, güncel tabiri ile hortumladıkları, bu eylemler arasında gerek gördükleri takdirde baskı, şiddet, cebir ve mafyavari yollara başvurmak suretiyle suç işledikleri yönünde iddialar ve ifadeler bulunduğu tespit edilmiştir.”
Davalar açıldı da ne oldu? Kimi sumen altına atıldı, kimisi zaman aşımına uğradı, hatta ishal raporu alınarak duruşmalara katılınmadı.
“Sinek küçük ama mide bulandırır” derler ya bu okuduklarınız midenizi bulandırmasın.
Bu Sultanbeyli’de kaçak bir gecekonduda başlayıp ATATÜRK’ün ulusa armağanı AOÇ’deki kaçak sarayda sürüp giden, bizim ülkemizde değil bir başka planette yaşanan bir öyküdür.