Getting your Trinity Audio player ready...
|
Maraş Katliamı 19 Aralık 1978’de Maraş’taki Çiçek sinemasının bombalanmasının ardından ‘bunu Alevi ve solcu komünistler yaptı’ söylentisi üzerine toplanan kalabalığın Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), TÖB-DER ve PTT binalarını taşlamasıyla başlar. Şehirde o dönemki milliyetçi cephenin taraftarları; Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu isimli iki solcu öğretmenin bu bombayı attıkları yalanını tüm şehre yayarlar. Hemen akabinde (biri Alevi, diğeri Sünni inancından olan) bu sol görüşlü iki öğretmen evlerine giderken katledilirler. Kısa süre içinde tam anlamıyla koordine bir şekilde organize edilen şiddet olayları bir anda başlar.
Artık o andan itibaren Maraş Katliamında olanlar, asla ‘Maraş olayları’ gibi hafif kaçan kelimelerle nitelendirilemez. Maraş’ta 19-26 Aralık tarihleri arasında bir hafta boyunca yaşananlar ‘katli vacip kılınmış’ planlı bir cinayetler silsilesidir. Hedef ailelerin oturduğu evler haftalar öncesinden işaretlenir. Bu evlere saldıran faşist gruplar, içerisindeki insanlara yaş, cinsiyet veya herhangi bir insani kavram tanımamaksızın işkenceler yaparak sadistçe katliamlar gerçekleştirir. IŞİD terörünün Orta Doğu’dan tüm dünyaya bir korku markası olarak pazarlanan cani eylemlerinin çoğunun yıllar önce Maraş katliamında provalarını görmek mümkündür.
Bu resimde gördüğünüz kalaycı Şah İsmail ve ailesi Maraş Katliamında katledildi. Şah İsmail’i baltayla katledip, beynini parçaladılar. Kız kardeşinin ise önce memelerini kesip çeşitli işkencelerden geçirdikten sonra hunharca katlettiler. Yörük Selim Mahallesinde de kadınların bir kısmı memeleri kesilerek öldürülmüştür. Altı aylık çocuklar, hamile kadınlar kurşunlanır. Gözlerine şişler sokulur. Bir kısım infazlar ise; çeşitli dini referanslar doğrultusunda “kol ve bacakların çapraz kesilmesiyle” gerçekleşmiştir.
Maraş Katliamı dava tutanaklarında yürek parçalayan hunharca katliam örneklerinden birisi 80 yaşındaki Cennet Çimen’in başına gelendir: “Başlarında Cuma Y’nin bulunduğu bir grup saldırgan 80 yaşında bir gözü sağlam diğer gözü çok hafif gören Cennet Çimen’in evine yönelmişlerdir. Saldırganlar yaşlı kadın Cennet Çimen’i evinin içinden “gel nene, gel nene” diye dışarı çıkarmışlar, bu yaşlı kadının ‘beni kurtarın’ diye feryatlarına aldırmayarak ayaklarından sürükleyerek yakındaki helâ çukurunun oraya getirmişlerdir. Orada Cuma Y. bu yaşlı kadının az gören gözünü tornavida ile oymuş diğer saldırganlar da silah sıkarak Cennet Çimen’i öldürmüşlerdir. Saldırganlar bununla da yetinmeyerek öldürdükleri Cennet Çimen’i baş aşağı helâ çukuruna atmışlar ve üzerine bir at arabasını devirmişlerdir.”
Resmi rakamlara göre 111 kişi, gayrı resmi kaynaklara göre ise 150’nin üzerinde insan katledilmiştir. Alevi-Sünni, solcu-sağcı ayrımının körüklenmesiyle çıkan ve 26 Aralık’a kadar aralıksız devam eden çatışmaların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Sanıkların yargılanması ve davaların sonuçlanması 1988’e kadar sürer fakat idam ve müebbet cezalı sanıkları da içeren kararlar kısa bir süre içerisinde Yargıtay tarafından bozulurken katliam mağdurlarının üç avukatı faili meçhul cinayetlere kurban gider. Bozma kararının ardından gerçekleşen yeni yargılama sürecinde çoğu kişi beraat eder, kalanlarsa hafif cezalarla kurtulur.
Böyle bir katliamdan sonraki Maraş’ta, üstüne yiğitlik destanları yazılan ‘kahramanlığından’ eser kalmaz. Orası aynı zamanda savunmasız canları kalleşçe katlederek her bir köşesine mazlum kanı bulaşan ‘Kanrevan’ Maraş’tır. Üstüne çöken kara bulutlardan sonra, katilleri çeşitli makamlarla ödüllendirilen, devlet erkânının onur konukları olan bir ‘Kara’ Maraş’tır. Maraş, o kıyımı en acı tecrübelerle yaşayan şehirdeki Aleviler için artık isminin önündeki böyle birçok acı unvanla da beraber anılır. Gayrı canlı kalabilen tüm canların hafızalarındaki bu katliam, ızdırabı, vahşeti ve hüznü ile her an diri olan ve asla ama asla kapanamayacak derin bir yaradır!
Katillerin katliamı meşru kılan dar zihniyetlerine göre katledilen Aleviler ve solcular tüm insani kimliklerinden önce kâfirlerdir(!) Çünkü onlar ne ramazan orucu tutmuşlardır, ne namaz kılmışlardır, ne de hacca gitmişlerdir. Bu durumları, hamile kadınların karınlarını deşmekten veya kundaktaki bebeği soluksuz bırakmaktan bile daha vahim bir günahtır! Uğruna cihat ilan ettikleri inançları, yaradılanları yaradılışlarından ötürü yok etmelerine engel değildir. Çünkü solcu ve Aleviler dinsiz, kendileri ise mümindir, inanandır, onlar sözde Müslümandır!
Katliam öncesinde öldürülen iki sol görüşlü öğretmenin cenazelerinde, bu makûs kaderlerine isyanların ve yakılan ağıtların ardından, artık onların varlıklarının boşlukta yer kaplaması bile fazladır. Öyle ya; bir dinsizle bir müminin aynı toprakta bulunması, hatta aynı oksijeni paylaşması bile caiz olamaz(!) Sonunda şehirdeki ‘Alevilerin ve solcuların’ toptan ceza faturasının kesilmesinin zamanı gelmiştir ve bu cezanın kesilmesi hiç zaman kaybetmeden gerçekleşir.
22 Aralık 1978’de, Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın Cuma namazında katliamların startını verdiği şu meşhur vaazı o günkü toplumsal histerinin dehşet boyutlarını göstermeye yeterlidir; ‘Sadece oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır. Bütün din kardeşlerimiz hükumete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır; çevremizde bulunan Aleviler ve Sünni imansızlar temizlenmelidir.’
İnanç mabetlerinden çıkan bu kitleler, Alevilerin daha önceden işaretlenen evlerinde ‘Allah-u Ekber’ tekbiriyle yaradanın adını anarak Azrail’in rolünü çalarken, oradaki savunmasız masumları da yaratan yine aynı ‘Allah’ dememişlerdir! Katliamlar başladığı anda şehir merkezinin tüm giriş çıkışları kapatılır. Şehirde kıstırılmış solcu ve Aleviler adeta birer av, faşist katillerse amansız avcıları gibi ürkekçe köşelerine sinmiş canları, cennetten bir yer kapabilmek hevesiyle katleder. Ardından çevre il, ilçe ve köylerden haber alan binlerce insan araçlara dolup şehir merkezine girip katliamdan kalanları kurtarmak için Maraş’a akın ettiklerinde, şehrin girişlerinde bu araçların geçişleri engellenir. Şehirde insanlar hunharca katledilirken günlerce varlığını hissettiremeyen devlet, adeta cehennemin kapısında bekleyen bir zebani gibi sadece şehrin giriş çıkış noktalarında belirir.
Çarpı ile işaretlenmiş Alevi ve solcu evleri faşist mezbahanelerine dönerken, memleketi vicdanları cırmalayan bir suskunluk sarar. Ankara bile ancak günler sonra bu sessiz çığlığı duyar. Ordu müdahale etmek için girdiğinde neredeyse çürümeye yüz tutmuş cesetleri toplamaya yetişebilmiştir. Sarıldığı yavrusuyla beraber ebediyete intikal eden anayla bebeğine, daha elindeki bez bebeği düşmeden katliamın kurbanı olmuş bir çocuğa ve gözleri oyulup helâ çukuruna atılan nineye katlin ayrımı yoktur.
Gayrı gözünü karartan faşistler, kafayı koyduklarını eninde sonunda yaparlar. Hani bir kere layık gördüler mi size cehennemi, o iş asla ahirete kalmaz… Ki zaten o günler Maraş’ta yaşananlar bir cehennem provasından başka bir şey olamaz! Maraş’ta insanlık, merhamet ve vicdan gibi kavramlar üzerinde övgüye mazhar ne varsa çırılçıplak soyunup, âdemden bu yana sanki hiç yokmuşçasına susar! Yobazlar içlerindeki kin tohumlarını kusar! Artık solunacak bir nefesi kalmayan mazlumların bedeni zalimlerin gölgesine pusar! Geriye kalanlar ise; sadece tarumar olan hayatların, son bulan umutların ve yitirilen canların ardından kopan ağıtlar ve kulaklarda çınlayan zılgıtlardır. Şanı kahraman, bahtı kara Maraş’ta, yüreklerden hiç çıkamayan o sessiz çığlıkların tüyler ürperten esintisi canlarda her dem diri kalmaya mahkûmdur…
Özcan Öğüt/Kaynak: Alevihaber