Getting your Trinity Audio player ready... |
BEN ekonomist değilim…
Gerçi gazeteci olarak yarım aşırı aşkın bir süredir ekonomi muhabirliğinden başlayarak sayfa yöneticiliği, zaman zaman yayın yönetmenliği ve halen hasbelkader sürdürdüğüm yazarlık dolaysıyla ekonomik konulara çok fazla yabancı sayılmam.
Ekonomi alanında akademik kariyerim olmadığı için yanılgılarım yanlışlarım olabilir elbette…
Ne var ki kapitalizmin huyu ve piyasa ekonomisinin işleyişini anlayabilmek için mutlaka ekonomi biliminin teorilerine başvurmak gerekmeyebilir.
Bugün ülke ekonomik düzeninde yaşanan katastrofinin günah keçisi olarak dış güçler ve istifçiler gösteriliyor.
Dış güçler demagojisini bırakıp istifçilik sorununa, piyasadaki daralmalara, enflasyon baskılarına bakalım:
Yaşadığı dejavu âleminden ülkeye tek başına hükmeden 1983 yılında kurulan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1981 yılında alığı(!) farklı farklı imzalarla alınmış -hem de iki tane- diplomalı zat “Eğer ben ekonomi okumuşsam, bildiklerim varsa faiz sebeptir. Enflasyon neticedir” diyerek enflasyonun nedeninin mevduat faizleri olduğu saplantısına kafasını takmış halde…
O nedenle Merkez Bankasının özerklik kuralı çiğnenerek emirle TL mevduat faizleri düşürüldü.
Birikim sahipleri finans yatırımcıları kapitalizmin karakteri gereği en büyük nema nereden geliyorsa oraya yönelir. Dolaysıyla mevduat faizinin düşmesinden kaynaklanan kayıplarını telafi için zaten iç ve dış ekonomik konjonktüre bağlı olarak sürekli değerlenen dövize sarılırlar.
Dövize talebin artması kurların yükselmesine, bu da mal fiyatlarının yükselmesine, enflasyonist baskılara, mal darlığına, tüketicinin alım gücünün düşmesine, arz-talep dengesinin bozulmasına, ticari hareketlerin durgunluğuna neden olur.
Fiyatlarda yükselme etkisiyle kapitalist ahlakın yapısı gereği istifçilik ve karaborsa piyasası patlama yapar.
Yalnız bu kadar mı?
Döviz kurlarının yükselmesi dışsatım ürünlerinin dış piyasalar için ucuzlaması anlamına geldiği için ülkenin dışsatım hacminin artması sonucunu yaratır ama bu demek değildir ki dış âlem gelirleri reel olarak büyür.
Bir de dışalımlarda döviz kurlarının yükselmesinden kaynaklanan dışalım mallarının pahalı hale gelmesi sorunu var ki bu alanda da hem alımlarda hem iç piyasaya mal arzında sıkıntılar yaşanır.
Dış borçların yükü ağırlaşır.
Bütün bunların sıkıntılarını bir de bu iktidar döneminden önce dünyada kendine yeterli çok az sayıdaki ülkelerin başında gelirken samanı bile yurt dışından satın alan ülkemiz özelinde düşünün…
Bir başka perspektiften bakıldığında;
TL mevduat faizlerinin düşürülmesi ve mevduat sahiplerinin TL’den dövize kaçması bankaların kredi havuzlarının daralması dolayısıyla kredi maliyetlerinin yükselmesine mal olur.
Üretim durur, istihdam daralır, yoksulluk artar.
Bunun canlı örneği son dönemde bankalardaki TL mevduatının yüzde 61,5’inin döviz kaydırılmasıyla TL kullanım hacminin daralması…
Enflasyonun nedeni olan mevduat faizleri düşsün ama esnaf, tarım kredi faizleri yerinde saysın öyle mi?
Tavşana kaç tazıya tut…
Güncel ekonomik sorunların ana bazdaki nedenlerini görüp anlamak için ekonomist olmaya gerek yok aslında..
Ülkemiz 70’li yıların sonlarından itibaren Neo-liberalizm diye anılan, kapitalizmin en ilkel, en yabani, en acımasız şekilde uygulandığı ortamda bunalımdan bunalıma sürüklenirken orta sosyal grup tabakalarının yok edilip yoksulluğun yaygınlaştığı, özelleştirme diye yapılan yağmalarla, ihale vurgunlarıyla süper zenginlerin yaratıldığı…
İktidara gelir gelmez “Nereden Buldun Yasası”nı kaldıran siyasi parti görünümde bir soygun tezgâhında ülkenin kaynaklarının kurutulduğu bir bataklığa saplanmış durumda.
2021 yılına kadar devleti yönetenler mal beyanında bulunurlardı. Soygun o kadar aşikâr ve doğal hale geldi ki buna gerek görülmüyor artık.
2021 yılında Odatv.com’un bir paylaşımında ülkemizin net dış borç stokunun 448,4 milyar dolarken, ülke yönetimine tek başına egemen olan “kara cahilden biraz daha az” cahil zatın servetinin 262,1 milyar dolar olduğu duyurulmuş, bir başka iddiada da o servetin 370 milyar dolar olduğu öne sürülmüştü.
“Sıfırla oğlum sıfırla” verisi, devletten alınan maaşla bu kadar büyük servete ulaşılamayacağı gerçeği ve Merkez Bankası döviz rezervlerinden akıbeti bilinmeyen 128 milyar doların serüveni..
İşte ülke ekonomi yönetiminin kısaca nihai durum özeti….
****
KAPİTALİZMİN uygulandığı gelişmiş ülkelerde de zaman, zaman ulusal ve küresel konjonktürel dalgalanmalar nedeniyle ekonomik bunalımlar yaşanır.
Böyle durumlarda Merkez Bankaları para politikalarında krizi aşacak stratejiler oluşturur, siyasi iktidarlar da Merkez Bankasının açtığı yolda ilerleyerek maliye politikalarını düzenlerler.
Ülkemizin her konuda her şeyi bilen(!) sadece tek bir kişiye sahip olmasına karşılık Batılı kapitalist ülkelerin bir şansı var.
Onların her zaman başvurulan fikirleriyle kapitalizmin defolarını yontan, ekonomi tarihine adını kazıtan John M. Keynes gibi, John K. Galbraith gibi ekonomi bilgeleri var.
Keynesi’in makroekonomik teorisi özel sektörün ağırlıklı olduğu ama kamu sektörünün büyük role sahip olduğu bir karma ekonomiden yanadır.
Keynes’e göre özel sektörün kararları bazen makro sorunlara neden olur. O zaman devletin vergi düzenlemeleri, ücret ve fiyat kontrolü gibi araçlarla reformist kararlar alması gerekir.
Merkez Bankasının para politikalarını belirlemesi devletin de bunun kılavuzluğunda maliye politikalarını düzenlemesi Keynes’çi bir ekonomi stratejisidir.
Kendisini sosyalist olarak tanımlamayan Galbraith ise sosyalizmin zayıf sektörleri ayağa kaldırmak için sosyal enerji alanı olduğunu vurgulayarak, devletin bu gücü sistematik olarak kullanılmasını önerir.
Ekonomik durgunluk döneminde Keynes gibi müdahaleci para ve maliye politikalarının gerekli olduğuna inanan Galbraith büyük şirketlerin egemen olduğu durumlarda politikacıların toplum çıkarı için çalışmak yerine büyük şirketlerden yana çalıştıklarını, bunun yarattığı eşitsizliğin de yine devlet müdahalesiyle düzeltilebileceğini söyler.
Galbraith klasik iktisadın temelinde maddi çıkar olduğu için insanın önemini kaybettiğini ekonominin kaynağını insandan aldığı bu nedenle insanı göz önünde tutması ve bunun göz ardı edilmemesi uyarısı yapar.
Bir de ülkemizin durumuna bakın
Eşitliğin bozulmasına yol açacak kadar çok sayıda büyük holdingimiz yok ama daha beteri eş-dost nepotizmi var, ayrıcalıklı saray yandaşları, iktidarın arka bahçesi dini vakıflar var.
***
EŞSİZ önderimizin dehasıyla ve şehit kanlarıyla emperyalist işgalcilerden temizlenen, bütün yoksunluklara rağmen on paranın üstüne on para konularak yoktan var edilen ülkemiz bugün yeniden emperyalizmin başımıza bela ettiği ulus ve Türklük düşmanlığının istilası altında.
Nereden nereye geldik?
Atatürklü erken Cumhuriyet dönemi sürat koşusu tarzında ileriye hamle üstüne hamle yapıldığı, eşsiz önderimizi kaybettikten sonra 2000’li yıllara kadar mehter adımlarıyla iki adım ileri bir adım geri gidilen yıllardan geçtik.
Son 20 yıldır her ahkâm kestiğinde ekonomik yapıda yarattığı kara delikleri biraz daha derinleştiren sahte diplomalı bir ekonomistin(!) yönettiği, ilkokul mezunu saray sultanının laik cumhuriyetin Atatürk ilkeleri uyarınca elde ettiği kazanımlarını kastederek “80 yılın pisliğini temizledik” diyerek profesörlere konferanslar verdiği günlere geldik.
İşte bu sapık zihniyetle en büyük silahı cehalet olan emperyalizmin soygun ve köleleştirme misyonunun temsil edildiği karargâhtan çadır devletine döndürülerek yönetilen ülkemizin, devletimizin nereden bakılırsa bakılsın çamura bulandığı günlerdeyiz.
Bu çamur temizlenmedikçe, bu bataklık kurutulmadıkça ulusa rahat yok.
Kurtuluş kapısının kilidini açmak için cehaletle, sömürü ile savaşımın tek etkili silahı olan tepe taklak edilmiş eğitim sistemini yeniden ayakları üstüne kaldırmak ilk işimiz olmalı…
Eğitim sadece bilgi için değil daha da önemlisi “Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmek için gereklidir.
Toplumumuzun büyük kısmı eğer “Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür” bireylerden oluşsaydı, ne böyle bir siyasi düzene mahkûm olmaz ve ne de ekonomik, sosyal kültürel çöküşler yaşıyor olmazdık.
Atatürkçü nesiller soyundan eğitilmiş aklı hür, fikri hür, vicdanı hür yurtseverler bu bataklığı bir daha oluşmayacak şekilde kurutmadan…
Bataklığın çamurlarında yatan devletin soyguna uğramış hazinesi ulusun gasp edilmiş hakları asıl sahiplerine iade edilmeden bataklıktan düzlüğe çıkmak mümkün değil…
Bataklıkta yaşamayı yaşam tarzı yapan dolayısıyla bilerek ya da bilmeyerek soyguna suç ortağı olan aymazlar, cahiller etkisi kalktığında açılacak kapıdan “Atatürk ilkeleri”, “Atatürk olmak ne demektir”, “Kemalist Ekonomi” nedir, bunları gün yüzüne çıkartan güneş doğacaktır.