Kritik Günlerin Eşiğindeyiz Artık…

Getting your Trinity Audio player ready...

BU GÜNLER itibariyle ulusumuz, ülkemiz, devletimiz için yaşamsal değerde iki kritik dönemin eşiğindeyiz.

İlk aşama ülkeyi 2023 seçimlerine kazasız, belasız götürmeye özen göstermek ve devamında siyasi iktidar değiştiğinde ülkeyi yönetecek olan yeni devlet adamlarını doğru kişilerden seçmek olacak.

Siyaseti makam hırsıyla, şatafat tutkusuyla yapan değil, ulusa hizmet ideali ile yapacak olan liyakat sahibi alçak gönüllü, temiz yürekli kişileri bulup ortaya çıkarmak gerekecek.

Bu aşamada sorumluluk toplumundur.

Ulusumuzun AKP iktidarını ve kadrolarını artık tanıdığını ve bundan dersler çıkardığını düşünerek doğru adamları iş başına getirmesi beklenebilir.

O zaman sahneyi devleti yönetecek olanlar alacak ve bütün sorumluluk onların olacak.

Bu aşama ulusun refaha, özgürlüğe, çağdaşlığa ulaştırılmasının kilidi açılarak çöken yapıyı onarım süreci olan ikinci kritik dönem olacak.

Bunda başarının “olmazsa olmaz” koşulu halkımıza çok büyük görevler düşen ilk kritik dönemin sınavdan fire vermeden tamamlandırılmasıdır.

Bu konuda ciddi bir şansımız var;

O da toplumun AKP iktidarında yaşadığı deneyimlerinden ders çıkarıp kendini yanlışa sürükleyen eski öngörülerini, tercihlerini terk edecek olmasının güçlü bir olasılık olması…

Bu olasılık gerçekleştiğinde büyük ölçüde bütünleşmiş bir gücün birlikteliğinin sağlanması için iktidara talip olan siyasi partilere, bilim insanlarına, basına, yurtsever sivil toplum örgütlerine de ayrıca büyük görevler düşecek,

Ancak bu yetmez

2023 seçimlerinin kazasız belasız yapılabilmesi için herkesin olabilecek her türlü olumsuzluğu hesaba katarak, AKP’nin iktidarı bırakmamak için her yola hatta kan dökücülüğe bile başvurabileceğini düşünerek son derece müteyakkız olması zorunluluğu var.

İktidar ve başı iktidardan düştüklerinde neler kaybedeceklerinin kaygısı ve verdikleri zararın hesabının sorulması halinde başlarına neler geleceğini düşünerek bir korku ve panik hali yaşıyor olabilirler.

Korku genellikle agresifliğe neden olur.

Toplum olarak her türlü melanete karşı inceden inceye düşünüp hazırlıklı olmalıyız.

Trafolara giren kedileri, kaçırılan değiştirilen oy sandıklarını, çöp konteynırlarından çıkan oyları, gerçeği olmayan toplu ikametgâh adreslerini, mühürsüz zarflardan çıkan sahte seçmen oylarını, gündem değişikliği için anarşik olaylar yaratılabileceği hatta çeşitli ödün ve vaatlerde bulunarak emperyalist kökenli dış desteklere başvurabileceğini akıldan uzak tutmamak gerekir.

***

GELELİM ikinci kritik döneme, sorumluluğun büyük ölçüde siyasetçide olduğu, maddi manevi her alanda harabeye dönen ülkeyi, devleti onarma seferberliği aşamasına…

Siyasetin görevi ulus bireylerinin mutlu etmektir.

Ulusun mutlu olmasının iki paradigması var:

Ekonomi ve eğitim…

Ekonomi insanların başkalarına muhtaç olmadan, sağlık, istihdam, iskân sorunları gibi temel insan haklarına sahip olmasının ve devletin de kendine yeterli güce sahip olmasının ticari, sınaî tarımsal yapılanmanın sağlıklı işlemesinin aracıdır.

Bugün ülke ekonomisi tarım ve sanayi alanlarında üretim ve kaynak yetersizliğinden dolayı çetin bir darboğazdan geçiyor.

Büyük kitleler açlık, yoksulluk, işsizlik ve sürekli tırmanan enflasyonun altında kıvranıp duruyor.

Soygun düzeninin ülke yönetimi tarzı haline gelmesi, verimli, üretken alanların yağmalanması yüzünden bu hallere düştük.

İktidarının savurganlıkları yüzünden Devlet Hazinesinin sıfırı tüketme noktasında olduğu düşünülürse bu sorunlar ancak finans kaynakları yaratarak aşılabilir

Aslında devleti milleti soyanlardan, yağmacılardan çaldıkları geri alınarak ekonomiye soluk aldırılabilinir.

Hatta halkın nafakasına ortak edilen, istihdam sorunlarını büyüten, devlete yük olan milyonlarca Suriyelinin devletin uluslararası platformda saygınlığına halel getirmemek için “insani değerler zedelenmeden” ülkelerine geri gönderilmesi bile ekonomiye bir ferahlama sağlayabilir.

***

EĞİTİM çağdaş yaşamın, demokrasinin, bilimin, sanatın kültürün, hukukun, can ve mal güvenliğinin iç ve dış siyaset düzeninin ülke savunmasının bel kemiğidir.

Cehaleti din istismarcılığıyla besleyen AKP iktidarında ülkemiz eğitimin konusu olan her alanda çadır devletine döndü.

Yeni iktidarın en önemli görevlerinden biri demokrasiye zarar vermemek için parti kapatarak değil siyaseti karanlık zihniyetli politika düzenbazlarından arındırmak olmalı.

AKP kurulduğunda oluşuma iyi niyetle siyaset yapmak isteyen kimi muhafazakâr liberaller de katılmıştı.

Ancak onlar başlangıçta partinin ana çekirdeğinin tamamının kurucunun İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde Belediyedeki yolsuzluklara adı karışan suç ortaklarından oluştuğunu fark edemeseler de fazla süre geçmeden kimileri istifa etti, kimileri yolsuzluklar karşı mücadele ettikleri için partiden ihraç edildiler.

İhraç edilenlerin ve istifa edenlerin ardından AKP kuruluş amacına uygun olan kimliğine büründü.

Takkelinin takkesi düştü kel göründü.

İhraç edilenlerden biri 2006 yılında “AKP içinde adeta yolsuzlukla mücadele etme yerine, yolsuzlukla mücadele edenle mücadele edilir hale gelmiştir diyerek yolsuzluklara karşı çıkan Hatay milletvekili Fuat Geçen olmuştu.

“Bu millet AKP’ye oy verirken tuz nazarıyla bakmıştır. Ama tuz da kokmaya başlamıştır. Hatay’daki ‘Ali Dibo’ düzeni çerçevesinde rol olan konumu ne olursa olsun partililerin yaptıklarını teşhir etmek bir milletvekili olarak benim en büyük sorumluluğumdur. Ettiğim yeminin gereğidir” diyen Fuat Geçen “Bu gemide yerin yok” denilerek partiden ihraç edilmişti.

AKP’nin iktidara gelir gelmez yangından mal kaçırır gibi acele ile yaptığı ilk icra olan “Nereden Buldun Yasası”nı kaldırmak minareyi çalmadan önce kılıfını hazırlamak demekti.

O günlerde ne muhalefetten ne de toplumdan bir karşı çıkış olmamıştı.

Bu nedenle iktidar soygun, yağma düzenini hiçbir engele takılmadan sürdürür oldu.

O gün bu gündür AKP siyasi parti görünümünde siyasi gücünü kullanarak bütün denetim kurumlarını kendi arka bahçesi haline getirerek, bastığı her yeri kurutan dünyada eşi az görülen bir soygun çetesi haline dönüştü.

Kitleleri kolayca kendine biat eder hale getirmek adına cehaletin etkisini ve yaygınlığını büyütmek için en iyi bildikleri şey olan din istismarcılığı ile İslamiyetle ilgisi sadece ismi olan ve hiçbir semavi dinle benzerliği olmayan bir din ve soygun mezhebi yaratıldı.

Eşsiz önderimiz Atatürk ırk, din, mezhep farkı ayırdı yapmaksızın “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk ulusu denir” diyordu

“Yurtta barış, dünyada barış” diyordu.

Bir yandan anasına “memeli hayvan” diyen Arap hayranlığı ile ülke Araplaştırılmaya çalışılırken, bir yandan da iktidar sahiplerinin o hayranı oldukları Araplar dâhil uluslararası siyasetteki istikrarsızlığı, beceriksizliği yüzünden insanlarımızın emperyalizmin kurduğu terör tuzaklarından canı çok yandı.

Yanmaya da devam ediyor.

***

NEYSE Kİ bu bataklıktan çıkabilmek için ulus olarak başka hiçbir ülkeye nasip olmamış bir şansımız var…

İkinci Kurtuluş Zaferi güneşinin doğması için yeni bir model aramak, yeni bir rejim ve yöntem geliştirmek için zaman kaybetmemize gerek yok.

İnsanlık yaşadıkça bütün dünyaya aydınlığını saçacak olan Atatürk’ümüz var bizim…

Yeter ki onun ilkelerine geri dönüp, onun aydınlattığı yolda ilerleyelim, bütün sorunların çözümü kendiliğinden çorap söküğü gibi gelir.

 

Exit mobile version